K. Marx 200 Yaşında Marx, Devrimler, Sömürgecilik ve Emperyalizm

19. yüzyıl, ideolojilerin belirginleştiği, belirginleştirildiği, ancak aynı ölçüde bulanıklaştığı ve bulanıklaştırıldığı bir yüzyıldı. Örneğin, sömürgecilik konusunda. 16. yüzyılda başlamış sömürgecilik tuhaf bir sistemdi, bir başka tuhaflık, o zamana kadar tartışılmamış olmasıydı. Sömürgelerdeki insanların insan olup olmadıkları, insan sayılıp sayılmayacakları tartışılmış, ama sömürgeciliğin hiç bir şeyi bir değerlendirmeye tabi tutulmamıştı. Onlara Avrupalıların dinini dayatmak doğru muymuş, değil miymiş, onlara eziyet yapmak doğru muymuş, değil miymiş, onları sömürmek, onlardan üstün olduklarını düşünmek vb. tartışılmamıştı. Ahlaki, dinsel, insani, vicdani, akli ölçütler akla gelmedi, gelmezdi, hiç gelmemişti. Sadece sömürgeci olmak gerekiyordu, hatta sömürgeciliğin yarışı vardı, dahası savaşları vardı, sömürgeciler sömürgeleri için birbirleriyle savaşıyorlardı. Ne kadar çok sömürge, o kadar zenginlik; gemisi olan her ülkenin bakışı buydu. (O zamanlar karacıların ve gemisi olmayanların bu iş için yolu yoktu!)

19. yüzyılda ölçütler hatırlandığında, sömürgeciliğin adresi ve sahibi olarak Batı, o zamana kadar gittiği yerlere sömürmek ve kötülük yapmak için gitmediğini, oralara “medeniyet götürmek” için gittiğini söylemeye kalktı. Böyle söylemler komik kaçınca, ifadelerin yumuşatılarak değiştirilmesi gerekti. Sömürgelerden kendisi yarar sağlamakla birlikte, bu vesileyle oralara medeniyetin gitmiş olduğu, oralardaki insanların bu sayede medeniyetle tanışmış olmak gibi “kazançlarla” karşılaştığı ileri sürüldü. Bu, ilk söylemin yerini aldı, sömürgeciliği böyle savunmak daha kolaydı ve böyle şeyler ileri sürüldüğünde daha iyi sonuç alınabiliyordu, daha doğrusu inanmak isteyenler inanabiliyor, kendini kandırmak isteyenler kendilerini kandırıyordu.

Sömürgecilikten de önce, çok daha önce ortaya çıkmış Avrupamerkezcilik, 19. yüzyılda geliştirildi, kökleşti, sağlamlaştı, böylece Avrupa’yı, dünyanın merkezi olmaktan, uygarlığın ve insanlığın da merkezi olmaya terfi ettirdi.

O günlerden beri, haritalar başta olmak üzere her şeyin zaten merkezinde olan Avrupa, ideolojilerin de merkezi oldu. İdeolojiler Avrupa’da doğuyor, ortaya çıkıyor, şekilleniyor, gelişiyor ve orada çatışıyordu. Sonuçta, her şey gibi, devrimler de Avrupa’da oluyordu, bu yüzden devrimlerin tekeli de Avrupa’ya ait oluverdi. Devrimler ancak ve ancak Avrupa’da (ve kuzey Amerika’da) olabilirdi, devrimleri ancak ve ancak Avrupalılar ve Batılılar yapabilirdi. 19. yüzyıl Avrupa’nın devrimler yüzyılıydı. Ama hangi devrimlerin? Burjuva devrimlerinin. Oysa sömürülen yeni bir sınıf ortaya çıkmış, bu modern ve kavrayışlı sınıf sayıca çoğalmış, yoğunlamış, toplumsal mücadelelerde yerini almış, siyasal hayata müdahalelerini yapmaya başlamıştı. Üstelik kendi ideolojisi tanımlanmış durumdaydı, teorisi örülmüş, bunlara uyumlu örgütlenmeleri yapılmıştı, dahası, milli devrimlerin ve milli hareketlerin yanı sıra devrimci işçi sınıfı ayaklanmaları Avrupa’nın birçok yerinde ortaya çıkmıştı. Bunların doğal sonucu proletaryanın kendi devrimlerini yapıyor olmasıydı.

Proletaryanın kendi devrimi o zamanki devrimlerden farklı olacaktı. Hem toplumsal, hem siyasal ve hem de sınıfsal devrim olacak, kapitalizm sonrasını biçimlendirecekti.

Ama işçi sınıfı kendi devrimlerini yapamadı.

Çünkü sömürge sistemi sürüp gitmekteydi. Devrime ilk aday ülke, kapitalizmin hem ilk gelişmiş, hem de en fazla gelişmiş olduğu ülke olan İngiltere’ydi. Nüfusa oranla dünyadaki en yüksek orandaki işçi sınıfı İngiltere’deydi. Buna rağmen, sömürgeleri olduğu sürece devrimin olanağı yoktu. Dünyanın en büyük sömürgecisi olduğu için İngiltere’de devrime kapıları kapatmşıtı. İşçi sınıfı, sömürgelerin İngiltere’ye kazandırdığı olağanüstü getiriden sus payı alıyordu, bu yüzden devrim yapmazdı, yapamazdı.

Diğer gelişmiş ve sömürgelere sahip Avrupa ülkeleri de benzer durumdaydı.

İşçi sınıfı ideolojisini belirleyen, bunun teorisini yapan, gelişmiş kapitalizmin devrimle sona ereceğini, yeni bir sistem inşa edileceğini savunan bir adam, yüzyılın ortasında gelişmiş ülkelerde devrim olasılığının azaldığını gördü. Bu adam, 19. yüzyıl ortasına doğru olan devrimlerin ve karşıdevrimin tanığı olmuş, hüsranı yaşamış ama gene de devrimin olacağını ve olması gerektiğini düşünmeye devam etmiş Karl Marx’tı (1818-1883).

Marx’ın 1852 yılına kadarki çalışmalarında sömürgeler sorununun olmadığını, yazdıklarında sömürgeler sorununun yer almadığını belirleyen kaynaklar vardır. (1) Bunun elbette birinci nedeni, sömürgelerde önemli ve büyük mücadelelerin henüz başlamamış olmasıydı. Bu yüzden henüz “sömürgeler sorunu” yoktu, sosyalizm mücadelelerinde onların bir yeri bulunmuyor ve onlara bir yer uygun görülmüyordu!

Oysa sonraki dönemde, sömürgeler, ilkönce, “Avrupa’daki ekonomik ve siyasal krizi derinleştirecek ve hatta kriz tetikleyecek bir etmen”, devrim şartlarını yaratan bir değişim olarak önem kazandı. Daha sonra ise, devrim yolunun sömürgelerin bağımsızlaşmasından geçtiği görüşü hakim oldu. (2) “Artık sömürgelerin rolü [örneğin] İngiltere’deki krizi derinleştirmekle sınırlı değildi. Sömürgeler var olduğu sürece İngiltere’de devrim olanaksızdı.” (2) Yani, İngiltere’de devrim olması için sömürgeler kendilerini İngiltere’den kurtarmalıydı. Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde devrim olması için sömürgeler bağımsızlaşmalıydı. İşte bu bilinç, Marx’la ortaya çıkmıştı, ya da Marx bu bilincin ortaya çıkmasına en önemli katkıyı yapandı.

Marx, somut şartları tahlil etmesi sonucunda Doğu dünyasının devrim açısından bu canalıcı özelliğini, önemini ve önceliğini gördü. Avrupa çemberinden çıkarak gözünü Doğu’ya çevirdi. Birincisi, sömürgecilere karşı mücadele eden Doğu’da devrim olabilirdi. İkincisi, Avrupa’da devrim olması için Doğu’da devrim olmalıydı. Dünya devrim seyrinde Doğu, böylece ön alıyordu. Bu belirlemeleri Marx’ı, Doğu toplumlarını anlamaya ve Doğu toplumları üzerinde çalışmaya yöneltti. Osmanlı devletine, Hindistan’a, Rusya’ya ve Çin’e (4) yoğunlaşarak, bu ülkelere bakmaya ve Doğu’yu anlamaya çalıştı. Bu büyük kültürlere yönelmesinin, sömürgeler üzerine çalışmalarıyla kesişmesi rastlantı değildir. Bu iki konu birbirini hem doğuruyor, hem besliyordu. Bu konudaki çabalarının, hayatının son yıllarında Rusça öğrenmeye çalışmasıyla sonuçlanması bir şeyleri çok iyi göstermekteydi; Rusya’da devrim olacaktı, Doğu’da ilk devrim Rusya’daydı… Daha 19. yüzyılda 20. yüzyıl Rus Devriminin gelmekte olduğunu anlamıştı.

Şimdi gelelim esas soruna: Batının sömürgecilik döneminde sömürgelerine götürdüğünü söylediği “medeniyet” neydi? O medeniyet her şeyden önce ve ilkönce Hıristiyanlıktı. Oysa Hıristiyanlık, bir uygarlık olmadığı gibi, hem Hıristiyanlık içi, hem de Hıristiyan olmayan dünyayla savaş demekti. Hıristiyan dünyanın daha 16. ve 17. yüzyıllarda yaşamış büyük bir devlet adamı, “dünyanın kuzey kesiminin daha savaşçı bir bölge olduğu”nun ortaya çıktığını yazmıştı. “Güney ülkelerinden gelme ulusların kuzey ülkelere saldırdığı hiç görülmemiş”ti. (5) “Kuzey kesim”den kastı, Hıristiyan Avrupa’ydı, “güney” ise sömürgelerdi.

Burada Marx’ın gene bir keşfi olduğunu görüyoruz; tamamlayıcı bir keşif! “Batı”nın esas olarak “savaş uygarlığı” olduğu Marx’tan çok önceleri keşfedilmişti, Marx’ın keşfettiği, devrimlere yol açan savaşların (aynı zamanda devrimlerin yol açtığı savaşların) Avrupa’ya özgü olmayacağıydı. Sömürgecilik yüzünden ve sömürgecilik sayesinde devrimlerin alanı artık Avrupa’yla sınırlı olmadığı gibi, Avrupa dışı devrimler savaşlara da yol açacaktı. Bu, emperyalizm için de bir öngörü olarak değerlendirilebilir.

Geldiğimiz nokta; savaşın devrime yol açması yanı sıra, devrimin savaşı önleyeceği.

Sömürgeci Avrupa’nın medeniyet ihracı yerine, günümüzde bütün dünya “medenileştiği” için yenisömürgeci Batı’nın yeni bir ihraç malı bulması gerekiyordu. Kültürel kavram, siyasal bir kavrama evrildi. Artık ihraç malı “demokrasi”dir. Emperyalizm gitmek istediği her yere “demokrasi” götürüyor. Bu “demokrasi”, emperyalizmin demokrasisidir, açıkca da savaştır. “Medeniyet” ne kadar savaşsa bu da aynı şekilde! Her türlüsüyle, hem iç savaş, hem dışa karşı savaş; hem aleni savaş, hem psikolojik savaş; hem bizzat kendi askeriyle savaş, hem vekalet savaşı; hem savaş sayılmayan savaş, hem atom bombasıyla yapılan savaş; hem silahla, öldürümlerle yapılan, hem propagandayla yürütülen savaş; hem genel savaş, hem yerel savaş, eksiksiz bunların hepsiyle birden tümüyle karşı karşıyayız.

“Demokrasi” uğruna yapılan bu türlü-çeşitli savaşlarda milyonlarca insan telef oluyormuş, ne gam! Kavuşulacak “demokrasi” için milyonlarca insan evini, barkını, ülkesini, yurdunu terkdiyor ve göçüyormuş, ne gam! Ateş ve mermi olarak üstlerine yağan “demokrasi” yüzünden milyonlarca insan sakatlanıyor, yüzbinlerce insan denizlerde boğuluyormuş, ne gam!

ABD bugün, Suriye’de savaşı kaybetmiştir. Bırakalım savaşı kazanmak, bırakalım hiç değilse sürdürmek, artık bölgeden ayrılmak seçeneğiyle ve mecburiyetiyle karşı karşıyayadır. Son hedefi bölgede tutunabilmektir.

Dünya, Doğu Akdeniz ve Batı Asya bölgesinde ABD’nin yarattığı gerginlikler yüzünden büyük savaşa doğru sürüklendi. Ve bu süreç sonuçlanmış değil. Bu büyük savaşa çok büyük bir askeri güç yetmez. En büyük askeri güç olmak da yetmez. ABD, kendini çok büyük askeri gücün sahibi, en büyük askeri gücün adresi görüyor, doğrudur, ama bunların yetmeyeceğini görmüyor, yetmediğini ise anlamıyor.

Büyük savaşa hazır tek bir emperyalist ülke yok. Dünyada büyük savaşı isteyen ve bundan kazançlı çıkabilecek bir ülke de yok.

Savaş istenmediği gibi, kaçınılmaz da değildir. Savaşı isteyenlere karşı istemeyenlerin ağırlığı bugün belirleyicidir. Başka bir deyişle, devrimin savaşı önleyeceği en güçlü olasılıktır. 19. yüzyılda Marx’ın devrim çerçevesine dahil etmek üzere keşfettiği Doğu, bugün uygarlığın odak noktası olarak dünyayı şekillendirmektedir.

5 Mayıs Marx’ın 200. doğum yıldönümüdür. Marx’ın Doğu’yu devrim dünyasına katması, devrimi Doğu’ya götürmekle birleşmişti. Kendisinin göremediği ama insanlığın görmesini istediği gerçek günışığına çıkmış bulunuyor. Uyuyan dev ayağa kalkmıştır. Doğu devrimlerin önce kalesi oldu, şimdi ise insanlığın geleceğidir.

Dipnotlar

1- Bunu yakın günlerde yansıtanlar arasında bir örnek; Yıldırım Koç, “Marx’ın Devrim Stratejisi ve Sömürgeler”, Aydınlık, Mart 2018, s. 6.

2- Bu “hakim olma”, 1864 tarihinde konunun I. Enternasyonal’in belirlemeleri arasında olarak Avrupa sosyalist hareketlerinde yansımalarını bulacaktı.

3- Koç, aynı yerde.

4- Marx’ın Doğu Sorunu [Türkiye], Marx ve Engels’in yazılarından derlenen Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri gibi kitaplar Marx’ın bu konudaki ilgisi ve çalışmalarını göstermektedir.

İlki, esas olarak Osmanlı devleti ile ilgili sorunları ve politikaları ele alırken, diğeri Hindistan’ı ve Doğu toplumlarını değerlendirmektedir.

Marx’ın 1853-1860 yılları arasında ABD’deki New York Times gazetesine Çin’le ilgili olarak yazdığı 17 makale biraraya getirilmiş, 1950’li yıllarda On China adıyla İngiltere’de yayınlanmıştır.

5- Francis Bacon, Denemeler, YKY; İstanbul 1998, s. 219.

KAYNAKLAR

Henri Lefebvre, Karl Marx / Hayatı ve Eserleri, Anadolu Yayınları, Ankara 1968.

Karl Marx / Biyografi, Sorun Yayınları, İstanbul 1995.

Marx – Engels, Karl-Marx-Haus, Trier 1990.

K. Marks, Çin Üzerine, Günce Yayınları, İstanbul 1977.

Marx ve Engels, Doğu Sorunu [Türkiye], Sol Yayınları, Ankara 1977.

K. Marx, F. Engels, Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri, Sol Yayınları, Ankara 1992.

K. Marx – F. Engels, Sömürgecilik Üzerine, Sol Yayınları, Ankara 1997.

David Riazanov, K. Marx / F. Engels, Hayat ve Eserlerine Giriş, Belge Yayınları, İstanbul 1978.

Bunları da sevebilirsiniz