Vicdan

“Kalbimizde Tanrı’nın ışığı vardır, onun adı da vicdandır.” Rus yazar Tolstoy’a ait olan bu sözü, Şener Şen’in başrolünde oynadığı Yavuz Turgul’un yönetmenliğini yaptığı son filminde, filmin bohem kişiliği Altan’dan duyuyoruz. Kapitalist sistemin kıskacında sıkışan ve geçirdiği ölümcül kaza sonrası hayata yeniden dönen Mazhar’ın yaşadığı çıkmazı tanımlamak için kullanıyor, Altan bu sözleri.

İnsanın doğası ile ilgili geçmişten günümüze çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Fransız felsefeci, yazar ve politikacı Jean Jacques Rousseau (1712- 1778)” Her şey, Yaratıcı’nın elinden çıktığında iyidir; insanlığın elinde bozulur.” Diyerek insanın doğası gereği iyi olduğunu vurgularken, İngiliz filozofu Thomas Hobbes (1588-1679) ise homo homını lupus ( İnsan insanın kurdudur) sözüyle insan doğasının kötü olduğunu vurgular. İngiliz filozof John Locke (1632 – 1704) da Tabula Rasa yani boş levha görüşünü ortaya atar. İnsan zihnini, ilk doğduğu anda boş levhaya benzeten Locke, insan zihninin, tecrübelerin üzerine geliştiğini söyler. Locke’a göre, doğuştan gelen bir bilgi yoktur, insan tüm bilgiyi duygu ve deneyimleri ile kazanır.

Üç farklı görüşle ilgili sayfalarca şeyler yazılıp olumlu veya olumsuz görüşler belirtilebilir. Öyle veya böyle dünya iyi ve kötü insanların kararlarından ve yaptıklarından oluşmaktadır. Bu insanların oranını hesaplamak ve bir denge oluşturmak ise imkansızdır. Fakat o kadar berbat şeylere tanık oluyoruz ki ister istemez kötülerin çoğunlukta olduğuna inanıyoruz.

İnsan iyi ve kötü olduğu kadar değişken bir varlık aslında. İyi olarak bildiğimiz insanların kimi zamanlarda gözünü kırpmadan kötülük yapabildiği gibi tam tersi durumla da karşılaşabiliyoruz. İlkel toplumdan günümüze kadar birçok değişime maruz kalan insan ve toplum, geçirdiği tüm değişimlerle günümüzde hala kötülük yapabilmekte ve çevresine zarar verebilmektedir.

Önceleri sadece toplu halde yaşayan insanlar, zamanla nüfusun artması ve kalabalıklaşan nüfusun kontrolden çıkışı ile birlikte, kendi içlerinde yönetilme gereği duymuşlardır. Küçük topluluklar halindeyken bir kişi tarafından yönetilebilen topluluklar, sınırların genişlemesi ve çıkarların artması sonucu, daha kapsamlı yönetim mekanizmaları ile yönetilmeye başlanmıştır. Yönetenlerin kendi çıkarları için kullandığı bu mekanizmalar aslında kötünün yanında iyiyi korumak için var olması gerekirken, çıkar çatışmaları sonucunda amaçların dışında kullanılmıştır. Günümüzde de devlet mekanizmalarına ve yönetenlere baktığımızda çıkarlar uğruna insanları görmezden gelmekte ve hatta yok edebilmektedir.

İlk olarak küçük toplumlarda oluşturulan koruma sistemleri, önce devletlerin kendi içinde yapılmaya, daha sonrasında ise devletlerin büyümesi, nüfusun artması ve daha fazla çıkar elde etmek amacıyla paylaşım savaşlarına gidilmesi sonucu devletlerarası koruma sistemlerini getirmiştir. Birinci Dünya Savaşından sonra kurulan Milletler Cemiyeti, İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan Birleşmiş Milletler bu amaçla kurulmuş oluşumlardır. Fakat geçmişte ve günümüzde de özellikle Ortadoğu da yaşananlara baktığımızda yapılanların formalite ve göstermelik olmaktan öteye gidemediğini görmekteyiz.

Kötülerin daha fazla çıkar elde etmek amacıyla ortaya koyduğu iyi niyet çabası gibi görünen fakat aslında çıkar amaçlı yapılan düzenlemelerin yanında hiç şüphesiz insanlık adına yapılan iyilik çabaları da yok diyemeyiz. Her ne kadar devletler, kurumlar çeşitli mekanizmalardan oluşsa da bunların arkasında bulunanlar insan nihayetinde. Ve yapılanlar bu insanların verdiği kararlar çerçevesinde şekilleniyor. İnsanları şekillendiren de birçok faktör vardır. Doğduğu andan ölümüne kadar pek çok şeye maruz kalan insanoğlunu yaşadıkları oluşturur aslında. İyi mi doğar kötü mü doğar bilinmez ama hayatta yaptıkları ile iyi veya kötü kalma kararını kendi verir. İşte aldığı bu kararlarda kullandığı en önemli şey ise “vicdan”. İnsanın adalet ve merhamet mekanizmasını harekete geçiren aygıt.

Devlet kurumlarının insanı koruyan ve kollayan mekanizması ise hukuktur. Fakat hukuk, eğer kendi vicdan mekanizmasını çalıştıramayan insanlar tarafından kullanılmaya başlanırsa o devlette hukuk devre dışı kalmış demektir. Bir toplumu ayakta tutan en önemli sacayağıdır hukuk. Bu nedenle bir ülkede öncelikle iyiyi, kötünün yanında koruma gücü bulunan adalet sisteminin, vicdanlı yüreklere teslim edilmesi gerekir. Tabi ki toplumun her katmanında bulunan tüm insanların da vicdanını diri tutması gerekiyor.

Yol ayrımı filminde, kazadan önce paranın ve hırsın esiri olan iş adamı Mazhar’ı yaşama döndüren şey geçirdiği kaza oluyor. Yaşadığı ölüm korkusu, içinde saklı olan vicdanını gün yüzüne çıkartır ve yaşadığının ve insan olduğunun farkına vardırır. Her insanın içinde saklı bir vicdan vardır, en kötünün bile. İyi insanlar mı, onlar değil mi zaten dünyayı yaşanılır kılan…

Dünya dönüyorsa hâla, güzel insanların hatrına dönüyor. Ve güneş kızarıp battığı halde güzel insanların hatrı için sapsarı doğuyor” Nazan Bekiroğlu(Nar Ağacı)

Bunları da sevebilirsiniz