Geçen ay Türkiye’nin cari açığı 4,5 milyar dolarla beklentilerin üzerinde geldi. Son bir yıllık cari açık rakamı 40 milyar dolara ulaşırken, bu rakam Türkiye’nin büyümesinin sürdürülebilir olmadığının da kanıtı gibiydi.
İhracattan fazla büyüyen ithalat rakamı ve artan cari açık , Türkiye’deki üretimin ithalata bağımlılığının göstergesidir. Eylül ayında güçlü sıcak para akışı yaşandığı için, açığın kurlara etkisinin sınırlı olduğu söylenebilir. Fakat şimdi sıcak para girişinin azalacağı bir döneme giriyoruz. Türkiye büyümeyi finanse etmek için eskisinden çok daha fazla kur bedeli ödemek zorunda. Dolayısıyla süre gelen büyüme, cari açık ve ithalat ile kur artışının çok daha yüksek olacağı aşikar.
Ekonominin dengesi böyle çalışıyor, cari açık artıkça kurlar yükseliyor, kurlar yükseldikçe ister istemez içerideki üretim düşmeye başlıyor. Yani sıcak para akışının kesildiği bir ortamda , büyümeyi sağlayacak ithalatın bu kadar yüksek oranlarda tutmamız mümkün değil. Dolayısıyla büyüme rakamımız da otomatik olarak düşecek. Türkiye’nin üretim yapısının değiştirilmemiş olması, her açıdan dışa bağımlı ekonomik bir yapının sürdürülmesi bu sonuçları doğurmaktadır.
Bu ay içersinde açıklanacak üç çeyrek büyüme rakamlarının ardından, aşağı yönlü bir grafik göreceğiz. O nedenle 2017 yılı büyümesi yüzde beş beklenirken, 2018 büyümesi yüzde üç- üç buçuk oranlarında oluşabilecektir.
Ekonomiden politikaya geçerek Ortadoğu’daki gelişmeleri ele alacak olursak; Ortadoğu IŞİD öncesine göre çok daha karmaşık biçimde şekilleniyor.
İran’ın Irak yönetimi üzerindeki etkisi arttı. Suriye’de Şam yakınında bir hava üssü ve Akdeniz’de de bir deniz üssü inşa etme, mineral ve maden çıkartma imtiyazlarını elde etme konumuna geldi. Hizbullah bu bölgedeki cephe savaşlarındaki deneyimlerini daha da artırarak ve elde ettiği yeni silahlarla Lübnan’a döneceğini bekleyebiliriz.
Böylece İran’ın Suriye’de kalıcı bir varlık oluşturmuş olmasının yanı sıra , biri Suriye diğeri Lübnan üzerinden Akdeniz’e ulaşan iki koridoru etkisi altına aldığı söylenebilir. Suudi rejiminin ise İran’ın Suriye ve Iraktaki kazanımlarından , Lübnan ve Gazze’ye kadar uzanan hegemonyasından çok rahatsız olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Suudi rejimin Yemen’deki vesayet savaşının bataklığından çıkamadığı bir süreçte , İran ile doğrudan bir savaşı göze alması pek mümkün gözükmüyor.
Füze olayından sonra , Lübnan ve Hizbullah’ı özdeşleştirerek , Lübnan’ın kendilerine savaş açtığını iddia etmesi Suudi rejiminin kaygılarını açıkça ortaya koyuyor. Fakat Suudi rejiminin Hizbullah’a yönelik bir askeri operasyonla Lübnan’da bataklığa saplanmayı göze alacağını sanmıyorum.
Suudi rejimi, Lübnan’da İsrail müdahalesini kışkırtacak bir durum yaratmaya çalışacaktır. Bölgede İran karşıtı İsrail’i de içerecek bir ittifak oluşması, bu bağlamda Suudilerin İsrail’e yakınlaşması olasılık dahilindedir.
ABD’nin Türkiye ile Suudi Arabistan’ı yakınlaştırma politikası , Suudi Arabistan’da prenslere yapılan operasyonlarla çıkmaza girdi. Katar konusunda da baskıların artacağı bir döneme girildi. Önümüzdeki süreçte Katar’ın uluslar arası para transferlerinde ambargo ile karşılaşabilme olasılığı yüksektir.
ABD, Türkiye’de ekonomik bir kaos yaratmak istiyor. Eğer bundan sonuç alınamaz ise doğrudan saldırı planını uygulamaya koyacaklarını bekleyebiliriz. Bu da bölgede büyük kayıplara yol neden olabilir. Türkiye’ye uygulanacak ekonomik yaptırımların çok etkili olması gerekiyor ki , YPG saldırılarından sonuç alınabilsin. ABD’nin ekonominin tüm enstrümanlarıyla, terörü ve silahı da bize karşı kullanacağı bir savaşın eşiğindeyiz.
Şunu çok net söyleyebilirim ki , ABD bu saldırılarından bir sonuç alamayacaktır. Ama karşımızdakilerin de ne yapmaya çalıştığının bilinmesi gerekiyor. Uyanık olmamız gereken bir zaman diliminden geçiyoruz.
Son zamanlarda siyasi yaşamımızın en umutlandırıcı olayına da kısaca değinmek istiyorum. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile birlikte AKP’de baş gösteren Atatürk ilgisini doğrusu kimse öngörememişti. Türkiye’nin son yıllardaki en vahim sorununun AKP’nin de, Sayın genel başkanın da bir türlü laik Cumhuriyet ile barışık hale gelmemekteki ısrarı olduğu düşünüldüğünde Atatürk’ü özde değil, sözde bile olsa bu sahiplenişin ne kadar önemli ve olumlu olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Aydınlık bir ay dileği ile,