Dostoyevski’nin Yetişkin Olmadan Evlenen Kız Çocuğu!

“Çocuk Gelin”ler Kurbandır! Çocuğun Suçu Ne?

…evrimi anlayacak kadar evrildik…” TAMER KAYA 1



BÜYÜMEDEN EVLENDİRİLEN KIZ ÇOCUKLARI VE ÇOCUK GELİNLER, ÇOCUĞA SALDIRIDIR!

Çocuk yaşta evlendirilen, evlenmeye mecbur edilen, evlenen genç kızların ve çocukların durumu, onların kişisel sorun ve felaketleri olmaktan, yüzyıllardan beri toplumsal bir “dava” olmaya dönüşegelmiştir. Aslında dönüşme sözü de doğru değildir, on beş yaşında bir “çocuğun” evlendirilmesi o anda zaten bir toplumsal sorundur. Tarafların yakınları ve çevresinin buna karşı çıkmaması veya engelleyememesi, üstelik toplumun bunu mahkum etmemesi, sorunu tam bir feci toplumsal sorumsuzluk ve sorun haline getirmektedir.

İslam ülkelerinde erken evlendirilmelerin bir yaygınlığı vardır, ama büyümeden evlendirilenlerin toplumları yalnız İslam dünyasıyla sınırlı değildir.

Neden on yaş altından veya on – on iki yaşlarından söz etmiyoruz? Sorunun on beş yaş altında daha da büyük olduğu ve duyana daha çarpıcı geleceği bellidir. Ancak olayın taraflarının yaşadıkları psikolojik travma ve yıkım konusunda aldığımız örnekte, henüz “on altı yaşını doldurmamış” bir kız çocuğu konu edinilmişti (bu yüzden konuya daha da genç yaştaki çocukların sözünü ederek girmedik). Evlenmeye istekli olan ve bunu gerçekleştiren adam ise kırk bir yaşındaydı.



ÇOCUK GELİNLERİN “EVLİLİĞİ” ÇÖZÜMSÜZLÜKTÜR!

On beş ile kırk bir yaşlarındaki bir “çift”in her yerde dikkate değer ortak özellikleri olur. Olası özellikler şöyledir:

Birincisi, “taraflar”, birbirlerine yabancıdır. Ve bu yabancılık giderilmesi pek de mümkün olmayan bir derecededir. Tarafların birbirlerini anlamalarından önce, anlamaya çalışmalarıyla ilgili ikinci bir zorluk da bulunmaktadır.

İkincisi, içinde bulundukları hayat dönemleri bakımından tarafların aynı dili kullanmalarının sözkonusu olmadığıdır.

Üçüncüsü, bir kız çocuğu için on beş yaş, buluğa ermişlik olarak kabul edilebilir. Ancak psikolojik bakımdan cinselliğe ve bir ortak hayata, bir evlilik hayatına henüz hazır değildir. Bunun yanı sıra evlilik, ortak yaşama ve aile, toplumsal kurumlar olarak eşlerde belirli ve asgari bir olgunluk düzeyine de ihtiyaç duyar. On beş yaşındaki bir kız çocuğunda bunların karşılığı olacak bir sorumluluk duygusu ve gelişme varlığından söz edilemez. Diğer “taraf” için; kırk bir yaş, bir erkek için olgunluk çağıdır. Ama olgunluğun işlevsel olması ve işe yaraması için yaşanılan ve yaşanılacak şartların da en azından “normal” olması gerekir. Bir erkeğin, rahatlıkla çocuğu olabilecek yaştaki bir kız çocuğuna eş olarak nasıl davranacağı hassas bir konudur ve sorundur. Zordur. Bu durumda olan her erkeğin böyle bir sınavda kendiliğinden başarılı olması elbette düşünülemez.

Dördüncüsü, günlük yaşantı, yabancılıklarını giderme imkanı olmayan (ya da çok zor olan) iki kişi arasındaki ilişkiyi çözüm sürecine değil, boyutları büyüyen buhrana doğru ilerletecektir.

Beşincisi, “eşler arasında” geleceğe yönelik bir ortak plan ve tasarlamanın gerçekleşme imkansızlığı sözkonusudur.

Böyle sorunların kamusal ağırlığı ve toplumsal boyutu, tarihsel olarak zaman ilerledikçe daha öne çıkmıştır. Çünkü Aydınlanma’dan (14. yüzyıldan) bu yana çağlar boyunca sürekli önem kazanan, bireydir, bireyin haklarıdır, bireyin hayatıdır, bireyin geleceğidir. Toplumsal devrimlerin de merkezinde birey vardır.



DOSTOYEVSKİ’DE ÇOCUK GELİNLE İLGİLİ OLARAK İNSANLARA BAKIŞLAR

İşte büyük Rus yazarı Fiodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881), bireylerin bu sorununa 19 . yüzyıldan bir değerlendirme yapmaktadır. 2 Yazarın, yaşadığı yüzyılın tam ortasında yazdığı “Günce”si (ilk eserleri arasındadır), aslında bir günlük değildir, bu şekle dayanarak ortaya çıkardığı “düşsel bir öykü”dür, ama “düşsel” olmakla birlikte öykü de değildir . Öksüz ve yetim “Uysal Kız”, evlerine sığındığı teyzeleri tarafından kendisinden kurtulunmak istendiği için mahallenin bakkalıyla evlendirilmek üzeredir. Tam bu sırada başka bir “kısmet” çıkar. Rehine dükkanı sahibi olan bir adam hem kızı bakkala kaptırmamak, hem de kıza ilgi duyduğu için kıza talip olur. Çaresiz “kızcağız”ı kurtarması da sözkonusudur! Evlenme gerçekleşir.

Dostoyevski için olay bundan sonra başlamaktadır. Travma sonrası, ki kız çocuğu için durum her şeyden önce gerçek bir travmadır, psikolojik tahlillere fazlasıyla elverişlidir. Edebiyata psikolojik açıdan bakmayı uygun gören, bunun yanı sıra buna istekli ve yetenekli olan yazar için her şey tamamdır. Kız çocuğundan başlıyoruz, ama yanılmayınız, Dostoyevski’nin önem verdiği, esas saydığı,

Dostoyevski’nin Uysal Kız ’ı yazmış olabileceği yıllardaki bir resmi

kendini tanıma zorluğu içinde olan, suçluluk, pişmanlık, haklılık, çaresizlik sarmallarında gitgeller içindeki “erkek”tir. Onun “kahramanı” ile ilgili olarak da yanılmayınız, eserin adına kanmayınız (Dostoyevski’nin şaşırtmacasıdır), kitabın “kahramanı” kız değil adamdır, çünkü, günümüzde de ve ülkemizde de olduğu gibi, suçlu ve haksız olan kadın değildir, erkektir. 3

Utangaç ve çekingen kız çocuğu, hayat tecrübesi eksikliği yüzünden donanımsızdır. Olgunlaşmamış olduğu gibi, kırk bir yaşındaki adamın gözünde “on dördünde bile gösterm”emektedir. 4 Masumiyeti kaçınılmazdır. Aynı dili konuşamayan ve kızla bir ortak tarafı bulunmayan “eğitimli” adamsa, çözümün kendisinde olduğunu düşünmekte, buna inanmakta, ancak iletişim kurma imkanının dahi bulunmadığını anlayamamaktadır. Üstelik bu, hem kız açısından, hem de kendi belirleyici olduğunu düşündüğü rolünün tutarsızlığı ve bencilliğinden dolayıdır. “Kafasındaki düşünce zinciri tutarlı gözükmekle birlikte gerek mantık, gerekse duygu yönünden çelişkilerle doludur.” Dostoyevski’ye göre ordudan yüzbaşı rütbesiyle ayrılmış “damat adayı”, “zavallı bir adamdır”, ve hatta “… bir çeşit ruh hastasıdır”. Sonradan yaşayacağı beklenmedik şeyler karşısında ise “şaşkınlık içinde” olacaktır, “düşünceleri darmadağınıktır”. 5

Kıza göz koyan “eğitimsiz” bakkal “elli yaşlarında bir adam”dır. Kendisine talip bakkalı ve onu evermeye hazır teyzelerinin niyetini öğrendiğinde korkuya kapılan kız, telaş içinde başka bir yol aramaya yönelmiştir. Bakkal onu belki de döverek öldürecektir! Ama “başka bir yol bulmak” zordur. Karşısına çıkan bambaşka yeni bir seçenek onun için ehveni şer olduğundan, emekli yüzbaşı kendisinin “alçak, aşağılık ve salak” bir insan olduğunu kendine itiraf eder. Bu itiraf onun buhranının, daha felaket sürecinin ilk anında başladığını gösterir. İlerleyen sayfalarda çocuk olduğunu unuttuğu karısını eğitmeye ve onu yönlendirmeye girişmesi, yazarın kaleminde, hastalığını kıza bulaştırmasına benzer bir durum olacaktır. Patolojik durum apaçık ortadadır, “aradaki yaş farkı” onu büyülemektedir , “bu durum [yaş farkı] çok tatlı bir şeydi, çok tatlı!” diye düşünmektedir. 6 Bu eğilimler, kendisini suçlamasının temelini oluşturmaktadır, çünkü böylece “çocuğu olabilecek bir kızla cinsel ilişkiye giren baba sendromu”na sürüklenmektedir (yataklarını ve hatta odalarını ayrıması).

Bu arada kendisi olmaktan çıkmakta, farkında olmakla birlikte hep zor olan bir şey yapmaktadır, “sürekli kendini haklı göstermeye çalışma”. Ama bunu da, “sessizce konuşma ustası” olarak yürütmeye uygun bir gururu vardır. Kendisi söylemeden, kendisi anlatmadan anlaşılmalıdır. Peki “karısı” onu niye anlamamaktadır? Anlaşılmayan bir şey de budur.

Söylenmeyen beklentiler o kadar fazladır ki hiç bir şeyin karşılanması mümkün olamayacaktır. Suskunluklar artık karşılıklıdır. Kin ve nefret de karşılıklı tırmanmaktadır. Kız çırpınmalar (ihtilaç) içindeyken, erkek çöküntü (depresyon) yaşamaktadır.

Eşin “erkeğine boyun eğmemesi olanaksızdır sanıyordum” diyen bir insanın, erkek olduğunu ihmal ettiğiniz zaman kırk bir yaşında olmasının hiç bir anlamı bulunmamaktadır.

Her şeyi bilen ve her şeye muktedir olduğunu düşünen erkek, konuşmadan bile ikna yeteneğine sahip olduğunu düşünen erkek, içinde debelendiği çözümsüzlük çukurunda kronik felaket akut felakete dönüştüğünde aklı başına gelir mi? Her şeyi kaybettikten ve olan olduktan sonra gelse ne olur?

Hayal dünyası çarptığı duvarda paramparça olduğunda kendine gelen insanın yapacağı pek bir şey kalmamıştır!

Dostoyevski’nin çözümlemelerinin, 21. yüzyıl Türkiyesindeki AKP’nin, tarikat ehlinin ve dinsel çevrelerin kız-çocuk-kadın uygulamalarına çarptığını görüyoruz.



ÜLKEMİZDEKİ “ÇOCUK GELİNLER”, CUMHURİYET DÜŞMANLIĞINDANDIR!

Ağustos ayında Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda bir değişiklik yapılması için TBMM’ye bir tasarı verildi. Buna göre, “il ve ilçe müftüleri evlendirme memurları arasına ekleniyor”. 7 Tasarının laikliğe aykırılığını bir yana bırakalım, evlenecek “karşı cins”, bir din görevlisi ve yetkilisi karşısına çıkarılarak erkeklerin iktidarı sağlamlaştırılmaktadır. Kadınların eşitliğinin ve kadın haklarının hedef alınması yanı sıra, kız çocuklarının çok küçük yaşlarda evlendirilmelerinin önü açılmak istenmektedir.

Bizdeki yetmişlik “adam”ların on yaş civarındaki kızlar la “evlenmek istemesi” ve bunun gerçekleştirilebilmesi, gelenekmiş gibi, başka bir sorun gibi gözükmektedir. Altında, Dostoyevski örneğinde olduğu üzere, giderilemeyecek uyumsuzlukların meşrulaştırılması yatmaktadır. Ve ülkemizde bunun dinsel söylemlerle desteklenerek yapılmaya çalışılması, karşı çıkılmayı zorlaştırmakta, çarpıtmayı kolaylaştırmaktadır.

Bireysel ve toplumsal ruh sağlığı her şeyden önde gelmeli, bu gibi anlayışlar tedavi sorunu olarak görülmelidir. Ama olaylardaki sağlıksızlık özelliği, Cumhuriyet düşmanlığına feda edilmektedir! Oysa

Bugün Türkiye’de her üç evlilikten birinde gelin, çocuktur

devrimler, sağlıksız toplumlar için tedavidir. Cumhuriyet Devrimimiz, karanlığın pençesindeki, gericiliğin etkisindeki, padişahlığın çağdışılığındaki sağlıksız toplumumuzu tedavi etmeye çalışmıştı.

4 Nisan 1926’da çıkarılan Medeni Kanun’la kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmeleri önlenmiş, evlenmeye alt sınır yaşı getirilmiş ve kız çocukları felaket yaşamaktan kurtarılmıştı. Yasa aynı zamanda bir erkeğin çok kadınla evlenebilmesini de engellemekteydi. Bu, yaşlı erkeklerin kendilerinden çok küçük kız çocuklarını “eş” olarak tasarlamalarının da önünü alıyordu.

Medeni Kanun aynı zamanda, kadını erkekle genel anlamda ayrımsızlaştırdığı gibi, mirasta eşitliği

Umarsız, çaresiz, korunmasız…

sağlıyor, kadınların boşanma ve kocanın izni olmadan mal sahibi olma hakkını tanıyordu. Mahkemelerde tanıklık da erkeklerle aynı duruma getirilmişti.

5 Aralık 1934’te, 1924 Anayasası’nda yapılan bir değişiklikle Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilecekti. Bu, Medeni Kanun’un erkekle kadını eşitleştirme yönelimini tamamlıyordu. 8

Cumhuriyet Devrimizin aynı zamanda bir kadın devrimi olması, dinsel söylemlere ve dinsel referanslara dayanarak bireylerin ve toplumun sağlığını bozmaya yönelik girişimleri önemli ölçüde geriletmişti. “Orta Çağ ideolojisi”ne Türkiye’de büyük bir darbe vuruldu. Gene de geleneksel yapı ve anlayışlar tamamen yok edilemedi.

Büyük Fransız Devriminin bile kadınların eşitliği, kadın hakları ve kadın sorunu konusunda hiç bir başarısı yoktu. 9 Örnek alınan büyük devrim Türk Devrimi tarafından aşıldı. Büyük Fransız Devriminin sahip olamadığı olumlu özellikler bizim devrimimizin şanıydı, Fransız Devriminin yapamadığı bazı şeyleri Türk Devrimi gerçekleştirmişti. Hala çağlar öncesinin ilkelliklerini yaşamakta olan gerilik ve törelere dayalı “ahlak” sarsıldı, geriletildi. Kadınlara toplumda geniş bir yer açıldı. Böylece dünyaya da örnek olundu.

Müthiş Türkiye Cumhuriyeti, ilkelerinin dışına düşünce, geri gidiş de başladı. En son olarak kırk-elli yıldır yaşadıklarımız, özel olarak kadınların, kız çocuklarının durumunu kökten bir şekilde etkilemeye başladı.

Eski Rejimin kalıntılarını çözememiş bir toplumun bütün başarıları yok ediliyor. Bilimi yol gösterici kabul etmeyen, hayatı ve kendini tanımayan insanlar toplumu biçimlendirmeye çalışıyor.

Cumhuriyet düşmanlığından gözü kararmış sorumlu, yetkili ve etkili çevreler, Cumhuriyet düşmanlığı uğruna geriliği ve gericiliği teşvik ediyor. Suçlar örtbas edilmeye çalışıyor.

Çocukçu ve tacizci babalar, ne kadar gizlense gene de bilinir olmaktadır artık. Tecavüzler, cinayetler, intiharlar, kadına yönelik şiddet günlük olaylar haline gelmiştir. Korunmasız, koruyucusuz insanlara

Umut kalmayınca…

saldırılar yeterli tepki görmemekte, yaygınlaşmaktadır. Töre cinayetleri, kadın cinayetleriyle sarmaş dolaş olmuştur. Kurban kadınlar, kurban kızlar, artık toplumumuzun geniş bir “kesimi”dir.

Bu süreçte, toplumumuz çocuk gelinler le tanışmıştır. Rakamlar yükselme gösterdiği bir yana, olgular meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Ekonomik düzey kız tarafında yüksekse küçük kız çocukları nedense gelin falan olmuyor. Çocuk gelinler, yoksul ve geleneksel ilişkiler içindeki kitlelere dayatılmaktadır. Çocuk yaşlarda gerçekleştirilen erken evlilikler bir sorundur, ama yaşlı erkeklerin çocuk yaştaki kız çocuklarıyla cinsel ilişkisini mümkün kılan dinsel temelli tezler, 10 savunanların ruhsal sağlıkları ve kişisel cinsel “tercihleri” kapsamındadır!

Dikkat edilmesi gereken bir şey, çocuk gelinlerin, “kadın esaretinin sembolü türban”la genellikle örtüşmesi ve ayrıca türbanla çakıştırılmaya çalışılmasıdır. Herhalde başka türlü de olmazdı!

Çocuk gelinin bir eve kapatılmak dışında bir hayatı düşünülemez. Cinselliği doğallıkla ve sağlıklıca yaşaması istenmeyen kız çocuğu, çocuk olarak oyundan da mahrumdur. Çocuk gelinler, çocukturlar ama çocuk da sayılmazlar.

Gelin edilen kız çocukları, her şeyden önce olayın faillerinde vicdani bir soruna yol açmıyor. “Çocuk gelinler”, olayın fecaatinin üzülmeye neden olacak bir kötülük olduğunu anlamayabilir, genellikle de anlamamaktadırlar. Ne kendilerinin ne durumda olduklarının farkındadırlar, ne geleceklerinin karartıldığını bilmektedirler, ne suçluları kafalarında mahkum etmektedirler, ne de büyük bir toplumsal sorumsuzluğun kurbanı olduklarının bilincindedirler. Bu savunmasızlık yaratan özellikler kötülüğe güç vermektedir.

Çocuk gelinler, başlarına gelen felaket yüzünden küçük yaşta ölümle de tanışmaktadır. Kendisi zaten ölüm tehdidi altındadır, uygunsuz herhangi bir çocuksu davranışı hayatına mal olabilir, cinselliğine yönelinmeler, arkasından gelen hamilelikler ve doğumlar sağlık sorunlarına ve ölümlerine yol açabilir, kendi deneysizlikleri kendileri için zaten tehdittir, ve pek de seyrek rastlanmayarak, katil ve suçlu da olmaktadırlar.

Çocukken kadın olan kızların hayatları ve cinsel gelecekleri, failleri ve toplumun büyük bir kısmını ilgilendirmiyor.

Erken yaşta evlilikle yalnız fiiliyatta değil, eşitlik, kağıt üzerinde ve yasalar nezdinde de bozulmuştur. Bugün Türkiye’de her üç evlilikten biri çocuk evliliğidir. Bu, çocuk gelinlerle resmi evliliklerin oranını da sürekli düşürüyor. Ayrıca çocuk evlilikleri hiç bir zaman Nüfüs Müdürlüklerinde kayıtlanmıyor. Çünkü çocukların evlendirilmesi, yasal değildir, yasa dışıdır. Cumhuriyet yasaları çiğnenmektedir. Çocuk gelinler aracılığıyla Cumhuriyet’le savaşılmaktadır!

Çocuk gelinler, çağ dışıdır, ahlak dışıdır, vicdan dışıdır, insanlık dışıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi çocukların evlendirilmesini yasaklıyor. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, on sekiz yaş altını “çocuk” olarak tanımlıyor ve çocukların evlendirilmesini kabul etmiyor.

Bunların doğrultusunda dünya çocuk gelinlere karşıdır. Çocuk gelinlere karşı çıkmamak ve çocuk gelinleri kabul etmek gericiliktir, vicdansızlıktır, ahlaksızlıktır.

Bugüne ışık tutan Dostoyevski, bizi aydınlatmasa da incelikleriyle uyarmaktadır. Küçük yaşta evlenen, evlendirilen kızların mutlu olma şanslarının olmadığını göstermiş, usta daha ne yapsın.

1  Prof.Dr. Tamer Kaya, “Evrim’in Reddedilmesinin Nedeni Acaba Evrimin Kendisi mi?”, Bilim ve Ütopya , sayı 278, Ağustos 2017, s. 28.

2  Eserin Türkçemizde

  • İçli Kız , M. Kemal (?) ve K.M. Vasıf (?)

  • Uysal Kız , D. Sorokin ve S. Aytekin (1945)

  • Bir Yufka Yürekli , Y.N. Nayır (1953, 1957, 1959, 1967, 1973) ve N.Y. Taluy (1957)

  • Uysal Kız , M. Özgül (1999)

adlarıyla farklı çevirileri ve baskıları bulunmaktadır.

3  “Tahrik” veya mağdurun (ya da maktulün) “hatası”, suçu ortadan kaldırmaz, suçun yönünü değiştirmez.

Cinayet davalarında suç öncelikli, “hafifletici nedenler” ikincildir. Oysa son on yıllarda “yer değiştirmelere” tanık oluyoruz.

4  Mehmet Özgül çevirisi, s. 87.

5  Aynı eser , s. 83-84.

6  Aynı eser , s. 99.

7  Prof.Dr. Talat Tevrüz, “Müftülere Nikah Yetkisi Çocuk Gelinleri Artırır”, Aydınlık , 23 Ağustos 2017, s. 2.

8  1934 yılında dünyada kadınların seçme-seçilme hakkına sahip ülke sayısı 28’dir (Tevrüz, aynı yerde ).

Kadınlar, Fransa’da 1944, İtalya’da 1948, Yunanistan’da 1952, İsviçre’de 1974 yılında seçme ve seçilme haklarını kazandılar.

9  Fransız Devriminin ve devrimcilerin kadına eşitlik tanımayan anlayışları ve davranışları konusunda geniş bilgi için bkz. Alp Hamuroğlu, “Büyük Fransız Devrimi ve Kadınlar”, Bilim ve Ütopya , sayı 262, Nisan 2016, s. 43-51.

10  Kız çocuklarının erken evlendirilebileceklerini savunanlardan akıl almaz ayrıntılandırmalar gelmektedir. Örneğin, altı yaşındaki kız çocukları bile evlendirilebilir.

Bunları da sevebilirsiniz