Komplo teorilerini seviyorum, insanın ufkunu açıyor. Bu konuda kitap yazmış
olan Erol Mütercimlere de teşekkür borçluyum, henüz tanışmamış da olsak.
Çünkü zaman zaman kağıda tersten bakmamı hatırlattı.
Şöyle bir “komplo” teorisi kuralım mesela…
Yalçın Akdoğan, bir zamanlar Erdoğan’ın “beynim” dediği bir elemandı. Geri
plandaydı ve onun döneminde “açılım projesi” yürütüldü. Oslo’da da,
Dolmabahçe’de de o vardı. Sonra bakan oldu. Bakan olunca eskisi gibi
“açılım” projesi üzerine çalışamadı, çünkü devletin bir temsilcisi konumuna
geçmişti. Zaten “açılım” filan da kalmamıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan
onu daha yakınında görmek ve bu kez “kapanım” projesine destek vermek
amacıyla yanına aldı ve Başbakan Yardımcısı görevi verdi. Böylelikle Yalçın
Akdoğan artık “Kürt meselesinde” devletin resmi görevlisi olarak hareket
etmek zorundaydı.
Genel Kurmay Başkanı ile de anlaşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, toplu bir
“yıkım” projesine girerek, Güneydoğu Anadolu’ya “kör” bir savaş açtı.
Aslında askerler bunun “iyi bir hamle” olmadığı konusunda uyarıda bulunuyor
ve düzenli orduyla gerilla savaşının kazanılamayacağını iyi biliyorlardı.
Bu kez Erdoğan, askerin yanına özel harekat birliklerini, yani polisleri ve
artık İçişleri Bakanlığı’na bağlı jandarmayı devreye soktu. Ordu daha çok
havadan destek ve Kandil ile uğraşacaktı.
Ama hesaplar tutmadı. Geçen ayın sonlarında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın
ağzından kaçırdığı, konuşma metninde de olmayan “Güney Doğu’nun
kazanılması” sözlerini sarf edince, işin renginin değiştiği de görüldü.
Tehcir ile, kentleri boşaltmak ve yeniden inşa etmeye kalkışmakla bu işin
olmayacağını anlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan için iki seçenek kalmıştı: Ya
eskisi gibi devam edecek ve “şehit haberlerinin” gelmesine kulaklarını
tıkayacak, göçü ve kentlerin boşaltılmasını hızlandıracaktı ya da PKK ile
yeniden masaya oturacak ve “açılım” projesini sil baştan, ama daha farklı
biçimde yürürlüğe koyacaktı.
Savaş halinin sürmesi ve giderek şehit sayısının artması işleri giderek
daha da karamsar hale getirdiğinden, daha önceden ön alıp, “ne olur ne
olmaz, açılım yeniden yürürlüğe girebilir, üstelik bu başkanlık sistemi
için de iyi bir hamle olur,” mantığıyla yeniden Yalçın Akdoğan’ı geriye
çekerek plan hazırlamaya başladı. Yalçın Akdoğan hükümette bu yüzden görev
alamazdı, zira devlet “postunda” olmayan birinin bu işleri yürütmesi
gerekiyordu. Bu iş için en biçilmiş kaftan da, daha önceden de bu işleri
yürüttüğünden deneyim sahibi olan Yalçın Akdoğan’dı.
Bilmem dikkat ettiniz mi, yeniden “açılım” dillendirilmeye başlandı. Gerçi
bu büyük bir netlik ve şeffafıkla dillendirilmiyor, ama alt yapısı
hazırlanıyor gibi. Başka bir yaklaşımla, yani yeniden bir “Habur” rezaleti
olmadan bu işin nasıl yapılacağı artık Yalçın Akdoğan’ın becerisi ve
hamleleriyle netleşecek.
İçeride tüm “huzuru” kendi adına sağlayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için
en büyük, hatta tek sorun Güneydoğu Anadolu’daki “gizli savaş hali”
kalmıştı. Şehit haberleri geldikçe, insanlar yurtlarından oldukça ve
kentler boşaldıkça hoşnutsuzluklar da artmaya başladı.
Tam bu sıralarda Yargıtay 18. Dairesi’nin MHP için Kurultay kararı vermesi
hoşnutsuzluğa tuz biber ekti. Cemaati tamamen olmasa da büyük ölçüde yok
ettiğini düşünen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yargıtay’ın “MHP Kurultay’ı olmaz”
kararını bekliyordu, ama karar oy birliğiyle MHP muhaliflerinin lehine
çıktı ve olası bir erken seçimde MHP’deki kan değişikliği, uzunca süredir
AKP’ye koltuk değnekliği yapan MHP’nin uçup gitmesine neden olacak. Bu da
tam anlamıyla “Başkanlık sitemine” Erdoğan’ın veda etmesi demek. Başkanlık
sistemine veda ise Tayyip Erdoğan’ın sonu demek.
Geriye tek kart kalıyor: Güneydoğu ile “barış” koşullarını hazırlamak ve
oradaki gücünü ve HDP’nin gizli desteğini kendine çevirmek. Buna giderek
eriyen CHP’nin karşı koyma gücü yok. Zaten olası bir erken seçimde MHP’deki
değişikliğin gerçekleşmesi sonucu CHP-MHP at başı seçimi geçerler. İkisinin
toplam oy oranı yüzde 40 barajını aşamaz. Geriye kalan yüzde 60 ise
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve AKP’ye yeter de artar bile.
Ayrıca unutmayalım ki, Yalçın Akdoğan sadece kabinede değil, aynı zamanda
parti yönetiminde, yani MKYK’da da yok. Bunun nedeni üzerinin çizilmesi
değil, yeni görevinde gözden uzak tutulması bence…
Evet, benim komplo teorim de bu…
Baştan kabul: Komplo teorisi…
Gerçekleşir mi? İşte bunu bilmek değil, tahmin etmek bile zor.
Ama burası Türkiye… Sabah gündeminin akşama kadar eskidiği topraklarda
yaşıyoruz.
Kim bilir?