ÖZBEKLİ KADINLAR

Her ne yeteneğin varsa kullan.
Sadece en iyi şakıyan kuşlar ötseydi
ormanlar çok sessiz olurdu.
Henry Van Duke

Büyük ihtimalle yazının başlığını okuduğunuzda Özbekistan ve orada yaşayan Özbekli kadınlar aklınıza gelebilir. O kadar uzaklara gitmeye gerek yok. Bahsettiğim yer, İzmir’in güzel ilçelerinde biri Urla’ya bağlı bir köy. Özbek Köyü. Burası deniz kıyısından uzak, tepelere kurulmuş bir köy. Belki korsanlardan korunmak, belki de su olduğu bu tepeye kurulmuş bir köy. Suyun izlerini çınarlardan, mahalle aralarında bulunan köprülerde bulabilirsiniz. Akdeniz’in tipik yaşantısını burada da görebilirsiniz. Rızkını bir yandan denizden balıkçılık yaparak kazanan Özbekli, bir yandan da tarımla uğraşır. Zeytini toplar, üzüm bağlarında, enginar bahçelerinde çalışır. Ege’liler gibi envai çeşit otları bilip yemelerinin yanı sıra, Özbekli hem salyangozu, hem de denizkestanesi yumurtasını yemeyi sever.

Birkaç sene öncesine kadar köy meydanında geçerken kahvede sadece oturan erkekleri görürdük. Küçük köy meydanında 4 tane kahve vardı. Bazen kahveye oturur köylüyle tarımdan balıkçılıktan konuşurduk. Ama kahvelerde ve köy meydanında kadınlar gözükmezdi. Onlar tertemiz badanalı, çiçekli avlularında sohbet ederler tarlada çalışırlardı. Köy meydanında onları göremezdiniz. Sonraları bir değişiklik oldu. Yavaş yavaş kadınları meydanda görmeye başladık.

Şerife Teyzenin Öyküsü
Değişimin öncüsü Şerife teyze… Şerife Teyzenin şimdi köy meydanındaki kahvelerin birinde Keşkek evi var. Tertemiz kanaviçeli örtülerle bezenmiş masalar, çiçekli terası ve tabii keşkek kaynayan kazanları ile Şerife Teyzenin keşkek evi. Kadınlar Özbek köyünün meydanında pazar kurup, kendi ürünlerini satıyorlar. Kadınlar, kızlar, çocuklar meydanda. Gelin hep beraber onun ağzından bu değişimin öyküsünü dinleyelim:

“Çocukları evlendirdikten sonra, borç harç da bitince kendimi boşlukta hissettim” diye söze başlıyor. “Ne yapabilirim derken bir gün televizyonda bir belgeselde, yeşillik, ağaçlık bir yerde kadınların gözleme yapıp sattıklarını gördüm. Sonrasında yolda karşılaştığım o zaman ki muhtara televizyonda gördüklerimi anlattım. Bizim köyünde meydanında ulu çınarlar var, biz de gözleme yapıp satalım” dedim. Muhtar “olmaz” deyip kestirip attı. Ama benim kafamda hep bu fikir dolanıp duruyordu. Sonraları öğretmen teyze ile karşılaştım. Ona açıldım. Muhtara anlattıklarımı tekrarladım. Beni uzun uzun dinledi. O da ben ihtiyaçlarımı “Aziz Kocaoğlu’na anlatıyorum” dedi. Muhtarlık olmuyorsa, git İzmir’dekilere ihtiyaçlarını anlat dedi, bana yol gösterdi. “Bazı insanlar, bazı insanlara ilham veriyor, dürtüyor” deyip devam etti. Sonraları bizim köyün Sağlık Ocağındaki doktor bana “55 yaş üsttü kadınlardan mamografi taraması için kadınlardan imza topla” dedi. İzmir de Kanser araştırma merkezinde tarama yapılması için imza toplayacaktım. İmza toplarken o öğretmen teyzenin dedikleri aklıma geldi. “Kadınlara bana da bir imza verir misiniz” dedim. “Niye” diye sordular bana “Büyükşehir belediyesine gideceğim, bizim de ihtiyaçlarımız var, onları yapsınlar” dedim.. “Pazar kuralım, yollarda parkeler yarım kaldı, kanalizasyon yarım kaldı. Muhtar pek ilgilenmiyor biz gidelim bunları yapalım” dedim.

Böylesine kendine güvenli, çalışkan ışıl ışıl gözleri ile umulmayacak işlerin altından kalkan Şerife Teyzenin köylü kadınlara bunları söylemesi beni şaşırttı ama çocukluğunu anlatınca ben bile gaza geldi. İçim enerji doldu.

Şerife Teyze Özbek köyünde doğmuştu. Babası çocukken ölmüştü. Buralarda da Ege’nin çoğu köyünde olduğu gibi tütün ekilirmiş. Köylü bir iki ay evlerinden uzakta çadırlarda kalıp, tarlalarda çalışır, tütün kırarlarmış. Şerife Hanımın ilk deneyimi 9-10 yaşlarında çadırlarının fırtına ile uçması ile başlamış. Bir anda evsiz kalan Şerife Teyzenin, başta babanın olmaması ve kardeşlerinin küçük olması onun çabuk büyümesine neden olmuş. Yırtılan çadırı tamir edip, annesinin şaşkın bakışları arasında kardeşi ile birlikte kurmuş. “Anne işte çadır” demiş. Annesi “bunun kapısı nerde” deyince büyük bir bıçakla çadırı kesip bir kumaşla da girişe bir parça ekleyip “işte kapı” demesi ile sorunların altından kalkabildiği belki de ilk hatırladığı deneyimdi. Çocukluğunda ise en büyük eğlencesinin masallar olduğunu, bol bol masal dinlediğini söyledi. “Hayal etmeyi bana masallar öğretti “derken kim bilir o masallarla nesillerden nesillere aktarılan bilgilerin, tecrübelerin pür dikkat dinlenilmesi aklıma geldi.

Bu kısa çocukluk hikâyesinden sonra devam ediyor. ”İmzaları toplarken şimdiki bizim seçtiğimiz kadın muhtarı Işık’ı gördüm Bir yerde oturmuşlar kahve içiyorlardı. “Işığa bana imza verir misin “diye sordum. “Niye” dedi. “İmzayı ne yapacaksın Şerife teyze” dedi. “Böyle böyle imzaları toplayıp büyük şehirden randevu alıp, Büyükşehir Belediyesine gideceğim” dedim. Işık “o zaman imzaları beraber toplayalım sonra da belediyeye beraber gidelim” dedi. Topladığımız imzalara bir dilekçe yazmak gerekiyordu. “Köyün okulunun müdürüne gidip bize dilekçe yazar mısın? dedik. Müdür bilgisayarda dilekçe yazarken bir yandan da gülüyordu. Biz anlattık o da kendine göre bir dilekçe yazdı. Belediyede bir tanıdığı varmış aldık dilekçeyi gittik. Orada çalışan bize bu işin takibinde yanınızda muhtarın olması gerektiğini söyledi. Bunu söyleyen yine bir kadındı.

Muhtarlığa aday olup seçimlere katılıyoruz.
“2006 ‘nın ortalarıydı. Işık bana sen muhtar ol” dedi.” Yok ben olmayayım sen gençsin, muhtar sen ol, ama ben seni hep destekleyeceğim” dedim. O zamanki muhtar bizim isteklerimizi geri çevirince bize tek seçenek muhtarı bizim seçmemiz kalıyordu. Seçimlere 1,5 yıl vardı. Arada bir toplanıyoruz. Kakara kikiri yapıyoruz. Bir baktık 1 yıl geçmiş bile. Sadece 6 ay kalmış. Kız dedim sen muhtar olacan mı? Olacam” dedi. Biz kalktık kapı kapı hanımları dolaştık. Ne yapacaksınız dediler. Herkes belirsiz. Pek bilemiyorlar ama yine de bir ışık var. Seni pek ciddiye almıyorlar. Bir şey yapılırsa onlarda gelecekler yani. Hep kadınlarla yaptık. Erkeklere de söyledik. Ama onlar gülüp geçtiler. Bizim köyde Karının kazdığı kuyudan su çıkmaz diye bir laf vardır. Erkekler kendi kendilerine atasözü yapmışlar. Biz kapı hanımları kapı kapı dolaştık. Muhtarın yandaşları bize gelmişler bir gün. Bize siz muhtar olmayın diyorlar. Neden dedim. Nasılsa kazanamayacaksınız. İşlerin kötüye gittiğini anladılar tabii. Çünkü kadınları sen bi kere tetikledin mi kaç oradan. Neyse biz seçimi kazandık 79 oy farkla onları devirdik. Önce ben bir kutlama yapalım dedim. Hani hanımları toplayıp biz de varız diyelim dedik. Sonra dedik ayrımcılık yapmayalım. Çünkü bize oy veren de var vermeyen de var. Köyü bölmeyelim”. İlk iş Pazar Yeri……

Pazar Yeri
Şerife Teyze devam ediyordu. “Kutlamalar bitince pazar kurma işine kalkıştık. Urla Belediyesine gittik. O zaman ki belediye bizimle ilgilendi ama çok da ciddiye almadılar bizi. İnsanlar kapasiteni bilmiyorlar. Biz onlara da kabul ettirdik. Resmi işlemler yapıldı. Bir gün hanımları toplantıya çağırdık. Gelin bakalım ne yapabiliriz. Hanımlar bir şey yapmak istiyorlar istekliler ama ürkeklerdi biraz. Elimizde bir şey yok ne satacağız diyorlardı. Onlara eliniz de çok şeyiniz var” dedim. ”Evinde zeytinin var, sabunun var, yağın var salçan var reçelin var bulgurun var salçan var. Ne bileyim ekmek yap, dağdan kekik topla sat, nane kurut sat, her şeyi yapabilirsin. En güzel ne yapıyorsan onu sat” dedim. “Sen sarma yapıyorsan sarma sat, ekmek yapıyorsan ekmek sat. Bu arada ben kendimi tamamen unutmuşum. Sen ne yapacan? diye sorduklarında ben şok oldum. Ben bilmem dedim şimdi ben bilmem deyince benim bir şey sakladığımı düşündüler. Gerçekten bilmiyorum. Ama o ara onlar herkes ne güzel yaparsa dedim ya. Ben keşkek güzel yaparım “dedim.

Evet onların şimdi Pazar yerleri var. Rengarenk kadınlar, kendi ürünlerini köy meydanında satıyorlar. Kadınlar meydana çıkınca yaşlılar ve çocuklar, hatta sakat çocuklarda görünür oldu. Hatta boyanan iskemlelerin, pazarda değişik tabelaların sanatçısını sorduğumda köyün yetenekli Bekir’inin eserlerini görür olduk. Köy meydanı renklenmişti. Özbek değişmişti. Darısı diğer köylerin başına……




Bunları da sevebilirsiniz