Gıda Fiyatları Neden Pahalı?

Rusya ile yaşanan krizden sonra özellikle sebze ve meyve fiyatlarının iç pazarda düşeceği algısı ortaya çıkmıştı. Ancak umulan olmadı. Fiyatlar bir türlü düşmedi. Sebze meyveye emeği üretici veriyor, parayı market kazanıyor. “Sebze meyveye emeği üretici veriyor, parayı market kazanıyor.” ifadesi benim değil. Ziraat Odası’nın web sayfasından almış bulunuyorum. Ziraat Odası Başkanı Şemsi Bayraktar’ın açıklamasına göre üretici fiyatları ile market fiyatları arasında 4 kata varan fiyat farkları var. Son tespitlere göre örneğin fiyat farkları portakalda 4.5, maydanozda 4.2, patateste 3.9, elmada 3.4, mandalinada 3.3 , sütte 3 -4 ve ette 2-3 katı geçiyor. 30 Kasım 2015 ile Ocak 2016 tarihleri arasında bile fiyat artışları % 40’ı geçmiş durumda. Gıda fiyatlarındaki artış, enflasyonu da olumsuz tetiklemiş. Bu bağlamda vatandaşlar, ilan edilen enflasyon oranının gerçekleri yansıtmadığını, enflasyon hesaplanmasında gıda fiyatlarının temel alınması gerektiğini ifade ediyorlar. Çünkü orta ve alt gelir gruplarında gelirlerin neredeyse yarısına yakını gıda harcamalarına gidiyor. Gıda fiyatlarının enflasyon oranı üzerindeki etkisini kimileri havanın soğumasına bağlamış ve işin içinden çıkmış. Ancak gerçekte durum böyle mi? Fiyatlar Nasıl Oluşuyor? Türkiye’de meyve ve sebze üretimi 50 milyon tonu buluyor. Bu üretimin yarısı, günümüzde kısaca AVM denilen Alış Veriş Merkezleri’nde tüketicilere pazarlanıyor. Geriye kalan yarısı ise, manav, küçük marketler ve pazarcı esnaf tarafından satılıyor. AVM’ler genel olarak ya tek aracı kullanıyorlar ya da ürünlerini doğrudan üreticilerden alıyorlar. Bununla birlikte hiçbir aracı kullanmamalarına karşılık sebze ve meyve dahil gıdaları en az 3-4 kat daha fazla fiyatla pazarlıyorlar. Toptancı halinde ise fiyat oluşumu şöyle oluyor; Üretici malını halde komisyoncuya getiriyor. Komisyoncu ürün kalitesine göre bir fiyat belirliyor. Bu aşamadan sonra üretici devre dışı kalıyor. Komisyoncu malı tüccara satıyor. Halden ayrılışta üreticinin sattığı üründe % 30-35 fiyat artışı oluyor. Mala, nakliye ücreti ve fire eklendiğinde fiyat artışı % 100’u geçiyor ve bu fiyata, perakendeciler de bir fiyat koyuyorlar. Sonuçta üretici ile ve tüketici arasında fiyat farkı 3-4 katı buluyor. Sebze ve meyve dışında süte ve kırmızı ete gelince .Aynı benzer işleyiş burada da söz konusu. Üstelik süt ve kırmızı ette birim maliyet fiyatları çok yüksek. Birim fiyatı belirleyen en önemli iki girdi var. Bunlardan yakıt fiyatlarının yüksekliğini herkes biliyor. Ancak üzerinde durulması gereken daha önemli konu yem fiyatları. Yem girdisi, mal oluşun % 70’i civarında. Türkiye’de ot fiyatları yağış rejiminin düzensiz ve yağış miktarının yetersizliği nedeniyle Avrupa ülkelerine göre oldukça yüksek düzeyde. Fabrika yemi ham maddesi açısından da dışa bağımlılık var. Ve de süt ve et pazarlamasında fiyat belirleme, üreticinin değil, sanayicinin elinde. Ulusal Süt Konseyi adıyla kurulmuş örgütte sanayici egemen. 1 Temmuz 2014’den beri çiftçinin eline geçen 1 lira 15 kuruşluk birim fiyat hiç artmamış. Kimileri de bunu yeterli görüyorlar. Gıda fiyatlarını kim izliyor? Belki sıradan vatandaşlar bilmez. 9 Aralık 2014 tarihli Resmi Gazete ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı “Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasalarını İzleme ve Değerlendirme Komitesi” kurulmuş. Bu komite, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında Ekonomi, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Merkez Bankası ve Türkiye İstatistik Kurumu temsilcilerinden oluşuyormuş. Komite, tespitler yapıyor ve alınması gereken önlemleri ilgili bakanlığa bildiriyormuş. Önlemler konusunda bilgili olanlar var mı? Uzmanlar en azından yukarıda dile getirilen “Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasalarını İzleme ve Değerlendirme Komitesi” işlevinin yaşama geçirilmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Ne yapmalı? Cevabı kolay değil. Genel bir cevap şu olabilir .Üretici ile tüketici arasında var olan pazarlama kanalı kısaltılmalı. Avrupa Birliği ülkelerinde bunun yolu kooperatifleşmeden geçmiş durumda. tarımsal ürünlerin neredeyse % 100’ünü kooperatifler tüketiciler pazarlıyorlar. Türkiye’de bu oran iyimser bir rakamla % 3-4’ü bulmuyor. Ette ve sütte kooperatifleşmeye bağlı olarak strateji değişikliği de gerekli. Bu görüşü biraz açmakta yarar var. Türkiye iklim ve bana bağlı olarak ot üretimi açısında yukarıda belirtildiği üzere zengin bir ülke değil. Anılan nedenden dolayı, içme sütü dışında yoğurt ve peynir üretimi yanında kırmızı et üretimini sığıra değil, koyun ve keçiye bağlamalı derim. Dünyanın da gündemini yakından ilgilendiren iklim değişikliğinden etkilenen ülkeler arasında Türkiye ‘de olacak ve kuraklık artacak. Bu durumda daha kanaatkar hayvan türleri olan koyun ve keçiye umut bağlamaktan başka çare kalmayacak.

Bunları da sevebilirsiniz