Denizde Durdurmak! Akdeniz Cinayetleri

İçinde bulunduğumuz günlerde “denizyolu”nun yerini karayolu aldı sanılıyor, bu yüzden Akdeniz’de sulara karışan mülteciler neredeyse unutuldu.  Sanki ölümler bitti.  Oysa “deniz trafiği” devam ediyor, sakin sularda boğulmalar, sığ sularda ölümler gene “kader”; dolayısıyla deniz ölümleri de devam ediyor.  Ama fazla öğrenemiyoruz.  (Kaldı ki, karayolu açık falan da değil, binlerce kişi belirli noktalarda bekliyor, ilerlemeleri önlenmiş.)  Eylül ayı ortasından başlayarak dünya medyası Macaristan tren istasyonlarına, yerli medyamız da Edirne’ye odaklandı.  Konu, oraya kaydırıldı.  Bunun üzerinde duruluyor, yerindedir, çünkü karada durdurmak, denizde durdurmaktan farklı, “barışçı” yani, “karada ölüm yok” ya!

Ege sahillerimizden denize açılarak kurtuluş arayan insanlar özellikle ağustos ayı boyunca ve eylül başında basında ve genel olarak medyada büyük facia haberlerine konu olmuştu.  Aslında bu ölümlere cinayet demek daha doğru.  Ancak bu cinayetler Akdeniz’de uzun bir süredir yaşanmaktaydı.  Sorun yaşanan ülkedeki felaketlerden ve ölümden kaçmak gerekiyordu, ve kaçılıyordu, kaçan kurtuluyor dememiz lazım ama kaçan kurtulamıyor, kaçanları “yolda” gene ölüm yakalıyor.

Neden cinayet demek gerek?  İki nedenden.  Birincisi, planların, projelerin ve uygulamaların sonucudur bütün bu kaçışlar, ikincisi, ölümlerin ve “kayıplar”ın önemli bir kısmı “taammüden”dir, kaçış yolu, ölüm yoludur, ölüm yolu yapılmıştır.

Geçen yıllardan bu yana bu deniz ölümleri Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya kaçmak isteyenler yüzünden en çok İtalya sahillerinde ve İtalyan adalarının yakınlarında oluyordu.  Bugünlerde ise en çok Yunan adaları sahillerinde.  “Hedef Yunanistan”ın sahne arkası, ise Türkiye’dir, hem kulisi, hem hazırlıkları ve hem de başlangıç noktasıyla.  Son iki-üç ayda Ege’de 2 bine yakın insanın Yunan adaları yerine denize kurban gittiği biliniyor.  Ancak tahminler bu sayının çok üstünde.

Türkiye’nin oynadığı rol önemli.  Son iki üç yılda yalnız Suriye’den sığınanlar yüzünden Türkiye 6 milyar doların üstünde para harcamış, 2 milyondan çok fazla insana evsahipliği yapmış.  Bu, yalnız bizim “geleneksel misafirperverliğimiz”in sonucu olmadı, aynı zamanda üç yıldır AKP iktidarının ABD’nin isteği doğrultusunda Suriye’de Esat iktidarını yıkmak istemesinden ileri geldi.  Saldırganlığın yuvası olduk.  Kışkırttık.  Bir tanesinin yakalandığı yüzlerce (yoksa binlerce mi?) TIR’la o topraklara top, silah, mühimmat ve bomba gönderdik.  Sınırımızı geçirgen hale getirdik.  Terör ve yıkım ihraç ettik.  Suriye’deki facialarda, karışıklıklarda, iç savaşta, özetle Suriye trajedisinde AKP’nin doğrudan sorumluluğu var.

Ve iki ülke farkı; Türkiye deniz kuvvetleri ve denizcileri “deniz yolcuları”nı kurtarmaya çalışır ve sürekli kurtarırken, Yunanistan ya seyirci, ya önleyici ya da katil (arada, herhalde mecburiyetten, elbette kurtardıkları da oluyor).  Fark nedeni, birinin Doğu, diğerinin Batı olması (malum, Yunanistan “Batı”dır).  İkisi de kendini kurtarıyor, ama bunu yaparken Doğu, insanı koruyor, insanı korumaya çalışıyor, Batı, Avrupa’yı “insandan koruyor”!

İTALYA AVRUPA’YI, AVRUPA İTALYA’YI “KORUYOR”…

Son iki yılda 3 binden çok fazla insanın İtalya sahillerinde ve açıklarında öldüğü belirlenmiş.  “İtalya deniz ölümleri”, yalnız “teknelerdeki çok insan” ve “insan taşımaya uygunsuz tekneler”den ileri gelmiyordu, hedef topraklar olan Avrupa ülkeleri ölümlerin ikinci bir nedeniydi, daha açık söyleyelim, “kıta” kendini “korumak için” insan göçünü önlemeye çalışıyor, bunun için de “umuda yolculuğa çıkmış” teknelerin batmalarını “bekliyordu” ya da tekneleri batırıyordu.  Eğer tekneleri kendileri batırmıyorsa, batmalarının pususuna yatıyordu, nasıl olsa bir kısmı batıyordu.  Bunun sonucu olarak bu kadar çok insan İtalya’ya yaklaşmaya çalışırken denizden çıkamamış.  Daha İtalya’ya yaklaşmadan batan-batırılan teknelerdekiler ise, “bilinmediğinden”, haliyle bunlar, rakam verilen “resmi hesaba” dahil değil.  Aydınlık gazetesi yazarı Necati Mert, “Akdeniz ölümleri”nin Avrupalılar tarafından nasıl ve neden “Akdeniz cinayetleri” olduğunu, hangi Avrupa kurumlarının bu cinayet “görevini” üstlendiğini ve Avrupalıların bu konudaki inanılmaz ve dayanılmaz sessizliğini çok güzel ve tekrarlayarak yazmıştı (2013 sonu yazıları).

Bugüne ve İtalya’ya dönecek olursak, İtalya ve Avrupa havalara bakmaktadır.  Akdeniz mültecilerinin kaçmak zorunda kalışlarındaki sorumluluklarından vazgeçtik, cinayetlerin meçhul olmayan failleri olduklarını da hatırlamamaktadırlar!  Bu evlerinden yurtlarından kaçmak zorunda kalan, “yola” çıkan ve İtalya sahillerine varmak isteyen “deniz yolcuları”nın sayısı 500 bine yakındı (“Uluslararası Göç Örgütü”, İtalya’ya 121.619 sığınmacı gittiğini belirlemiş.[1]  Bunun önemli bir kısmı Suriyeli).

Birçok yerde ve birçok sefer Yunanistan’ın tekne batırdığından söz edilmiştir, ama Yunanistan da “Batı” olduğu için, aynı İtalya gibi, Batıda bundan şimdiye kadar kimse söz etmiş bulunmamaktadır. 

DENİZDEKİ BAŞKA DURDURMALAR…

Aslında buna benzer durumlar ilk kez yaşanmamış.  Özellikle Avrupa tarihinde başka “örnekler” de var.  En iyi bilinenlerin bir tanesi Britanya adaları sahillerinde yaşanmış, bu cinayetleri tarihe İngilizler armağan etmişti.  19. yüzyılın ortasında İrlanda’da bütün adayı kaplayan bir tarım hastalığı sonucu hiç patates ürünü alınamamış[2], İrlandalılar açlık içine düşmüştü.  Adanın nüfusu kıtlıktan ve açlık ölümlerinden yarıya düşerken, İrlanda’dan büyük bir kitlesel kaçış yaşanmıştı.[3]  Elbette kaçmak için ilk düşünülen yer en yakın yer olacaktı.  İrlanda’ya İskoçya sahilleri 50 km., İngiltere kıyıları 100 km. civarında uzaklıktadır.  Manş Denizinin yüzerek geçildiği[4] hatırlanırsa kolayca varılacak ilk ulaşılmak istenen hedefin İngiltere olması doğaldır.  Peki ne yaptı İngiltere?  Önce limanlarını gemilere, sonra kıyılarını bütün teknelere kapattı.  Yetmedi, savaş gemilerini devreye soktu, İrlanda sahillerinden açılan tekneleri batırmaya başladı.  Böylece tarihin büyük ve süreli facialarından biri yaşandı, kaç yıl boyunca kaç geminin ve teknenin batırıldığını, kaç kişinin denizde boğulduğunu, kaç kişinin kurban edildiğini ise kimse hesaplamadı.

AVRUPA’NIN KARANLIĞI, AVRUPA’NIN ZENGİNLİĞİ…

Böyle kasıtlı kitlesel öldürümlerin “Batı”da bir gelenek olup olmadığı konusu tartışmalı olmalıdır, ancak merhamet ve vicdanın henüz icadedilmemiş olduğu, ya da vaktiyle vardıysa da büyük bir kitlesel unutkanlığa uğramış bulunduğu Orta Çağ Avrupasına, “kurumsal cinayetler” ve “yasal işkenceler” damgasını vurmuştu.  İşkence ve cinayet, yalnız değildi, onlara cehalet ve din sömürüsü arkadaşlık ediyordu.  “Masum katiller”, bilinçli aydınlık düşmanlarının hizmetindeydi.  Bugün de aynı durumu yaşıyoruz, ancak bazı “ufak tefek farklar” var; Avrupa’nın Orta Çağında “şartlarla” açıklanabilen kötülük, bugün “gelişmiş” Batının çıkarlarının sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.  Ayrıca, refah toplumlarının kaybedecek şeyleri vardır, “kaybedecek şeyi kalmamış” insanlar ve toplumlarla olanakları paylaşmak ve fedakarlıkta bulunmak, bu yüzden zengin Batıda kimsenin aklına gelmemektedir.  Bencilleşmiş Avrupa, kendi yol açtığı mültecilik sorununa uzaktan ve dürbünle bakmaktadır.

Almanya, on binlerle ifade edilen mülteci kabulüyle bütün dünyanın takdirini toplamıştır (13 Eylül)!  İngiltere’nin almaya razı olduğu mülteci sayısı ise dört bindir, çünkü insanlık orada ölmemiştir!  Ve İngiltere’nin bu lütfu, uzun tartışmaların, şiddetli mücadelelerin ve büyük gerginliklerin sonucudur.  Milyonlarca insanın evini barkını, yerini yurdunu terketmek zorunda kaldığı düşünülürse, bu “fedakarlıkların önemi“ o zaman çok iyi anlaşılacaktır!

Katiller, maktullerin mezarlarında ağlamaktadır!  Sorumlular, dağıttıkları sadakayla övünecekler, evlerine aldıkları yüzde yarımları “iyilikseverliklerinin” kanıtı olarak gözümüze sokacaklardır!

 


[1] Aydınlık, 18 Eylül 2015, s. 2.

[2] Bu beklenmedik ve inanılmaz olayın yaşandığı dönemde (1845-46 yılları) İrlanda’nın temel besin ürünü patatesti.  17. yüzyıl sonunda bütün İrlanda patates tarlası haline getirilmişti.

[3] O zamandan başlayarak İrlanda, dünyada nüfusuna oranla en çok göç veren ülke oldu.  İrlanda’nın şu anki nüfusunun yarıdan fazlası ülke dışında yaşamaktadır. 

[4] Yüzerek geçilen yerdeki genişlik 34 km’dir ve boğaz yüzenlerce saatte 2,5-3 km. hızla 13-15 saatte aşılmaktadır.

Bunları da sevebilirsiniz