Yasasızlık, Yasaya Dönüştüğünde

Bir devlet, ideolojisi ve felsefesi ne olursa olsun yasalarla yönetilir. Bu yasalar gücünü halkın, giderek ulusun iradesinden alır. Yasaların temeli de anayasadır. Tüm yasalar söz konusu bu anayasaya uymak zorundadır. İşte bu nedenledir ki, «adalet mülkün temelidir” ifadesi devletin hukukun üstünlüğüne dayanmasını gerekli kılmaktadır. Hukuk ise, yurttaşların devletle olan ilişkilerini düzenlediği gibi, yurttaşların kendi aralarındaki ilişkilerini de belirler. Eşit yurttaşlık, yürürlükte olan yasaların hiçbir zümre, kişi ve güce ayrıcalık tanımaması ile şekillenir. Aksi takdirde; devlet demokratik niteliğini yitirmekle kalmaz, ülke kaotik olarak bir tiranın zulmü altına sürüklenir. Yani, anayasayı temel alan yasaların uygulanmadığı ülkelerde eşitlik ortadan kalkar ve bu durum giderek yurttaşlara direnme hakkı doğurur.

Demokrasinin temeli yasama, yürütme ve yargı kurumlarının birer kuvvet olarak ayrılığını esas alır. Bu üç güç bağımsızlıklarını koruyamaz duruma getirilirse devlet ya bir tiranın yönetimine veya bir zümrenin çıkarına hizmet etmeye başlar. Böyle bir ülkede ulusal gelir dağılımı bozularak birileri zenginleştikçe, halkın büyük çoğunluğu yoksullaşmaya mahkum olur. Çünkü demokrasiler yurttaşlar arasında eşit hak sahibi olmayı zorunlu kılar. İnsanın en temel hakkı yaşama hakkıdır. Bu hak ise, ekonomik olarak bireyin bağımsız gelişmesine bağlıdır. Ekonomik olarak özgür olmayan birey, giderek demokratik haklarını kullanamaz konuma gelir. Muhtaç insan sadakaya gereksinim duymakla kalmaz, iradesini özgürce kullanma ve ifade etme hakkından da yoksun kalır

Bir zaman ülkemizde Başbakan olan Turgut Özal «anayasayı bir sefer delmekle bir şey olmaz” demişti. Oysa her şey bir’le başlar ve ondan sonra gerisi gelir. Çünkü o andan itibaren yasasızlık yasalaşmaya evrilir.

Bugün iktidarı elinde tutan parti ve O’nun lideri her geçen gün başta anayasa olmak üzere tüm yasaları işine nasıl gelirse öyle uygulamaktadır. Bunun adına da sadece kendisine oy verenleri millet olarak düşündüğünden, «millet iradesi” demektedir. İşte bu mantık 17-25 Aralık yolsuzluklarının üstünü örtmek için hırsızlara kolluk güçlerini kovalatır olmuştur. Adalet ortadan kaldırılmış, iktidar çıkarlarını düzenleyen ve onları koruyup kollayan kadılar yaratılmıştır. Devlet erki çıkar aracı yapılarak yasama asli görevi dışına sürüklenmiştir.

Yasalar, özelikle anayasa, kişilerin kendi anlayışları ile yorumlanamaz. Hukukun temel ilkesi eşitlik ilkesidir. Oysa R.T. Erdoğan seçildiği günden bugüne dek anayasayı kendi işine geldiği gibi yorumlayıp, kendi istekleri doğrultusunda kullanmıştır. Bunu yaparken de «ben anayasayı bilirim ve ona göre davranmaktayım” diyerek yasa dışı davranışlarını aklınca yasalaştırmaktadır. Böylece hukuk siyasal bir araç yapılarak bir partinin iktidarda kalmasına gerekçe yapılmaktadır. Oysa hukuk ve adaletin olmadığı yerde devlet olmaz. Olsa da devletin varlığı soyut bir kavram olarak devam eder. Nitekim bu ülkenin bir bölgesinde ne hukuk ne de adalet vardır.

Bu ülkede 1876’dan beri şöyle veya böyle bir anayasal rejim vardır. Bu bazen meşruti bir şekilde, bazen tek parti yönetiminde ama 1950’den itibaren de kör topal bir demokrasi şeklinde seyretmiştir. Bugün ise, ne yazıktır ki, yasamayı ve yargıyı uhdesine alan bir yürütme, ülkeyi yönetme sevdasına kapılmıştır. Böyle bir yönetimin sürüklenerek gideceği rejim faşizmdir. Çünkü hukukun ve adaletin olmadığı rejim demokrasi olarak adlandırılamaz. Faşizm, insan onuru ile bağdaşmayan, insanları köleleştiren rejimin adıdır. Hak ve hukuktan yoksun insanlar adil olmayan bir devlette köleleşerek insanlığını yitirir.

«Ben yaparım olur” mantığı yasasızlığa atılan ilk adımdır. Hele bu anlayışın içinde devleti kullanarak zengin olma mantığı varsa, orada adalet yok olmuş demektir. Dün Alman Başbakanı’na «sen kaç lira maaş alıyorsun” diye sorduktan sonra «ben geçinemiyorum” diyerek yoksulluk teranesi yapan zamanın Başbakanı, günümüz Cumhurbaşkanı’nın bugün ne kadar mal varlığı olduğu bilinmemektedir. Ve bu sağlanan varlığının açıklamasını yapmayarak hesap vermeyen bir anlayışın adil bir devlet yönetmesi olası değildir. Aile boyu elde ettikleri, ulusun mallarının zenginliklerine kaynak oluşturmuş olmasıdır. Asla hesap vermeyi düşünmediklerinden devlet çarkını kendi kasalarına doğru döndürmekte ve o kasaları doldurmaktadırlar. Adaleti her kesimden yurttaşa eşit olarak uygulamayan bir zihniyet devlet yönetemez. Bugün görüyoruz ki, son 13 senede ülkede yasasızlık yasalaşarak ülke içinde bulunduğumuz kaos ortamına sürüklenmiştir.

Bunları da sevebilirsiniz