Kitlesel yozlaşmanın toplumun her kesimine sirayet ettiğini, üniversite kampüslerinde dolaşırken üzülerek görüyoruz. Bilimsel üretimin, aydınlanmanın, bilme aşkının yuvası olarak bildiğimiz, öyle düşünmek istediğimiz üniversitelerin, bilimle, bilmeyle ilgisinin ne denli kısıtlı olduğunu görmek için üniversitelerin çevresinde dolanmak bile yeterli. Ancak, kampüslerin içine girip; koridorlarda dolaşırken şaşkınlık katlanarak artıyor. Üniversitelerde eğitim düzeyinin düşüklüğü, sistemsizliği, akademisyen-öğrenci ilişkisinin yüzeyselliği ya da seviyesizliği, elbette üzüntünün derinleşmesinin temel sebebi. Ancak, üniversite gençliğinin genellenemez olsa da çoğunluğu yansıttığı aşikar durumu, Türkiye’de bilime olan inanca olduğu gibi, gençliğe, geleceğe yönelik umutların yeşermesine de izin vermiyor. Elbette, kapsamlı bir sosyolojik araştırma gerektiren bu konu hakkındaki tahlillerimiz, 10 yıldır farklı üniversitelerde eğitim almaya devam eden bir doktora öğrencisi olarak gözlemlerimize dayanıyor.
Üniversite öğrencilerinin bizce, pençesinde kıvrandığı «hastalık”lar bulaşıcıdır. Üniversitelere Türkiye’nin farklı sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik kesimlerinden gelmiş öğrenciler arasında farklı şekillerde kendisini göstermektedir. Öğrencinin okuduğu bölüme, geldiği bölümde iletişime geçtiği kişilerin dahil olduğu (ya da olmadığı) sosyal çevreye ve elbette öğrencinin, yaklaşık 20 senedir edindiği davranış kalıplarına, özelliklerine göre farklılıklar göstermektedir. Bu şekilde bakıldığında gayet öznel koşullara tabi olduğu düşünülebilecek bu «hastalık”ların aslında ne denli yapısal olduğu, gözlemleri derinleştirdiğinizde rahatlıkla görülebiliyor.
Atalet Pençesinde Gençlik
Üniversite gençliği olarak tanımladığımız gençlik kabaca 18-24 yaşları arasında, ölçme yetisi şüpheli bir sınav da olsa o sınavda başarılı olarak akranlarından bir adım öne çıkma şansını elde edebilme olanağına sahip genç kitle. Dinamik ve çalışkan olması beklenebilecek ve elbette özdeş üyelerden oluşmayan bu kitlenin, yaşına ve öyle ya da böyle (görece) sahip olduğu olanaklara rağmen tembel olması bu kitleye bakıldığında dikkati çeken ilk özellik. Tembellik, hayatın neredeyse her noktasında kendisini gösteriyor. Öğrenciler, üniversitelerindeki ilk dönemin (varsa) «şaşkın”lığını üzerlerinden attıktan ve ortama alıştıktan sonra, tembelliğin çeşitli halleri ile hemhal olmaya başlıyor. Bazen o kadar bile beklemiyor. Okula gitmeme (ya da çeşitli bahaneler ile gidememe) okula gitme ama derse girmeme, derse girmediği zamanları üretime yönelik etkinlikler yapmak yerine çarçur etme, kafelerde, barlarda, sokaklarda ve benzeri yerlerde kendi zamanının hırsızlığını yapma… Daha nicesi. Kütüphaneye yolu sık düşen biri iseniz, sizde farkındasınızdır. Kütüphanelerin dili olsa da konuşsa dersiniz. Vize, final dönemlerinde, hap bilgileri not uğruna hazımsızca yutmak için kütüphane sıraları dolup taşarken, sonrasında kütüphanelerde inin cinin top attığını… Bu kütüphanelerdeki bu boşluk keşke kütüphanelerin yetersizliğinden olsa dersiniz… Oysa değildir, üniversiteye «tembel” gelen öğrenci, hayatını «tembel” sürdürmeye devam eder.
Şeklin Ardındaki Gençlik
İmaj çağında yaşıyoruz nasılsa. Üniversiteler de, gençliğin ruhunu özgürce yansıtabildiği, kılık kıyafet ve artık saç baş kısıtlaması olmaksızın kendisini sergilebildiği yegane yer. Oysa bizi korkutan da öğrencinin hem dışına yansıyan bu ruhu, hem de ruhunun bu şekle perçinlendiği için kendini aşamaması durumu. Üniversite kampüsleri artık korkutuyor. Gördükçe şaşırmadığınız için üzüntü duyduğumuz tablolar, evet «memleketimden insan manzaraları.” Bir yanda, başı türbanlı, yürürken eteği ayağına dolanan kadınlar, 600’lü yıllardan kalmış gibi şalvarımsı pantalonlar ve bir karış çember sakalı, çarığı ile gezen terörist tipli adamlar, diğer yanda suratının ve yüzünün çeşitli yerleri dövme, piercing gibi kimlik bunalımı ürünleri ya da kibar tabirle «kimlik göstergeleri” ile delik deşik olmuş kadınlar ve adamlar. Bir diğer yanda, raconu papucunun ucu ile keseceğini sanan sivri burun siyah ruganlarını, siyah takımının altına çekmiş mafyatik tipler. Üniversite koridorlarını podyum sananlar. Manken gibi görünmek isterken soytarıya dönenler, niceleri. Bu kadar karışık imaj, yalnızca görüntü kirliliği değil elbette. Şekiller sivrildikçe, inançların, düşüncelerin, ideallerin içi boşalıyor. Öğrenciler Marks anlamadan solcu, Kuran anlamadan Müslüman kesiliyor. Çünkü imajları onlara sosyal aidiyet sağlamaya yetiyor. O sosyal aidiyet, okumadıkları düşünmedikleri, kulaktan duyma ezberledikleri «düşüncemsi” şeyler için mücadele etmeye de itiyor. Bilim için mücadelenin verilmediği sıralarr, gereksiz kavgalara sahne oluyor. Mücadelelerin içleri boşalıyor. Böyle olunca, aslında hem neden hem sonuç belki de, gençlik, avcı zihniyetli gaddar gençlik düşmanlarının ağında, ömrünün en verimli dönemini çarçur ediyor. İnandığı şey uğruna ! Oysa inanmak, afiş asıp, üniversiteye adam getirip dövüşmekten daha fazla emek gerektirmiyor mu? Bu devirde gerektirmiyor. Devir, deviriyor…
«Hazzın” ve «Tabu”nun Gölgesinde Gençlik
Hazzın bin türlüsü, tembellikten arta kalan zamanda, «şekli”nin ona dayattığı şekillerde genci esir alıyor. Sigara, alkol, esrar, bonzai, eroin, kokain, akla gelmeyecek uyuşturucu çeşitleri, gençlerin bedenlerini, zihinlerini, ruhlarını kemiriyor. Gözlerinin altı mor, eli ayağı titreyen gençlere, tuvalette krize girenlere tanık olmak artık şaşırtmıyor. Üniversitelerin fuhuşun her türlüsüne ortam oluşturduğunu düşünmek insanın kanını donduruyor. Üniversiteler, bilmenin hazzını aşılayamadığından mıdır bilmem, sahte hazlara kanıyor gencecik bedenler. Öte yandan ise, çeşitli konulardaki tabular üniversitelerde gençerin zihinlerine perçinleniyor. Örneğin, kadın-erkek ilişkileri konusundaki tabuların her «kesim”den gencin sağlıklı ilişkiler kurarak karşı cinsi tanıma, onunla düzgün bir şekilde anlaşma olanağını kısıtlıyor. Zihinlere yerleşmiş bu tabular, üniversitenin sözde «özgür”lüğü ve her şeyi ortaya seren açıklığı ile kitlelerin tabularını sağlamlaştırmanın yanısıra, kitlelerin birbirine nefret duymasına neden olabiliyor. Tüm tabuları bilim önderliğinde yıkması gereken üniversite, öğrenciği 2. Milenyumda, Orta Çağ’a hapsediyor. Tabi birçok başka unsur nedeniyle, gençler mutsuz, gençler depresyonda, gençler insomnia, gençler yaşlı…
«Tüketim” Gençleri Tüketiyor
Üniversiteler aslında aynı zamanda büyük pazarlar. Üzücü ki, bu pazarda kar asla gençlerin elinde toplanmıyor. Üretimin kalbi olması gereken üniversitelerde gençler, üretmeden tüketmenin peşinde. Teknoloji, para, kılık-kıyafet, alkol, sigara, uyuşturucu, karşı cins vb. tüketmek konusunda yarışılan mecraların başında geliyor kuşkusuz ki. Ancak, bu yarış aslında gençlerin zihinlerini tüketiyor. Sonu gelmeyecek ve kazananı asla olmayacak bu yarış, farklı şekillerde de olsa gençlerin tüm bedenini ve zihinlerini esir almış durumda. Böylece, iyi ilişkiler tükeniyor, dostluklar kurulamıyor, kuruldu sanılanlar maddiyata endeksli oluyor, mutluluk ölçütü yıllanmışlık değil, eskitemeden yenilemek oluyor, insanlık tükeniyor.
Şu yozlaşma diye anlattıklarımız, tam da, piyasayı ayarlayan şu sihirli gizli elin istediği gibi sanki…
Kimdi o sahi???