Birleşik Devletler, Siyonizm ve Küresel Savaş Tehlikesi

ABD’nin son dönemdeki Filistinlilerin haklarını tasfiye etme teşebbüsleri yeni bir şey değil. Filistin halkının kendisine ait bir devlet kurması için İsrail’in Filistin topraklarının herhangi bir parçasından feragat etmeye hiç niyeti yok. Obama hükümeti bunu biliyordu, kendisinden önceki ABD hükümetlerinin de bildiği gibi. Haram al-Sharif ve el-aksa camiine yapılan İsrail saldırıları daha fazla Filistin toprağı ele geçirmeye yönelik Siyonist niyeti açıkça ortaya koyan bir seri olayın sonuncusu. Filistin Devleti kurulmasına razı olması için İsrail üzerinde uyguladığı baskıda ABD çabaları en sonunda başarıya ulaşsa bile işin aslı şu ki Filistin halkı tüm Filistin’i yerleşimci-sömürgecilere kaybetti bile.

Filistin’deki Siyonist devlete ABD’nin koşulsuz desteği 1950’lere dayanıyor. II Dünya Savaşı ve ardından gelen Soğuk Savaş ABD jeopolitik stratejisi için Filistin topraklarında İsrail’in kuruluşunu gerekli hale getirdi. İsrail, ABD silah deposu olarak, güzel bir piyon hizmeti verdi. Bu durum şimdiye kadar Ortadoğu bölgesini altüst ederek ABD ve İsrail çıkarlarına karşı yönde gelişmesini engelledi. Kanıt olarak 1967 Haziran savaşı, 1973 Ekim savaşı, 1978 İsrail’in Lüban’ı işgal etmesi, 1982 İsrail’in Lübnan’ı alması ve 2006 ABD-İsrail ve Lübnan savaşı gösterilebilir. Yakın zamanda ise İsrail’in Suriye’ye müdahalesine tanıklık ettik, ABD, bölgesel ve Batılı güçler ülkeyi tahrip ettiler ama Suriye kamu kurum ve kuruluşlarını tahrip etmeyi başaramadılar.

2006 Temmuz savaşında Condoleezza Rice’ın dile getirdiği ‘yaratıcı kaos’ halihazırda Ortadoğunun büyük bölümünde tam faaliyetde. Arap Devletleri İsrail’in Haram al-Sharif’e saldırısını önlemekte ve Filistin’de iki-devlet çözümüne rağbet eden kendi planlarını empoze etmekte yetersiz kaldılar. Aslında, Suudi Arabistan, Katar ve Arap Birleşik Emirlikleri bölgedeki anti-emperyalist direnişi yok etmek için İsrail, ABD ve diğer Batılı güçlerle işbirliği yaptılar. Buna rağmen, bu direniş günümüze kadar ABD’nin bölgeye tamamen egemen olma temel stratejik hedefinin gerçekleşmesini engelleyebildi.

ABD küresel stratejisi Akdeniz’den Ukrayna’ya ve Moldova’dan başlayarak Orta Asya ülkelerinden geçip Çin sınırına kadar Rus etkisine karşı koymak üzere tasarlanmıştır. Ayrıca Çin’i kuşatmak üzere de tasarlanmıştır. Çin’in Pasifik’de büyüyen etkisine karşı çıkmak için Obama’nın Doğu Asya’yı ziyaret etmesi yeterli değildir. Bu büyük projede Ortadoğunun çok önemli olduğu açıktır.

Ortadoğu’da egemen olmanın olmazsa olmaz şartı bölgede İsrail’in askeri, ekonomik ve politik üstünlüğünün garanti altına alınmasıdır. Bu hedefe ulaşılması Filistin halkının haklarını tasfiye etmeden mümkün değildir. Ancak, ABD bir adım bile atmayan Siyonistlerden uzlaşmasız bir tavır görmekte. Bu durum İsrail ve Filistin arasında yakın zamanda gerçekleşen görüşmelerin başarısızlığa uğraması ile kanıtlandı. 26 Nisan 2014’de Mahmut Abbas, Filistin Ulusal Makamları ile İsrail arasında sağlanan tüm anlaşmaları, özellikle de Filistinli siyasi tutukluların serbest bırakılması koşulunu, İsrail’in ihlal ettiğini açıkladı.

ABD Ortadoğu’da İsrail’in uzlaşmasız tutumunun ötesinde başka önemli engellerle de karşılaşmakta. Güvendiği büyük bölgesel devletler stratejik hedeflerine ulaşması için yardım etmekte aciz kaldılar: şu anda Suriye devleti hala ayakta ve savaşta başarı kaydediyor. Lübnan’da, ABD yanlıları bölgesel devletlerin ve ABD’nin çok güçlü siyasi ve diplomatik desteğine rağmen siyasi işleyişe egemen olamadılar. Önümüzdeki aylarda Türkiye’deki siyasi istikrarsızlığın nasıl gelişeceği henüz belirsiz. Yaklaşmakta olan Başkanlık seçimlerinden sonra Mısır’ın takip edeceği yön de henüz belirli değil. Bunlar halihazırda ABD’nin karşı karşıya olduğu durumlar ile ilgili birkaç örnek. Ancak, ABD için daha da rahatsız edici olan bölgedeki anti-emperyalist halk seferberliği. Görünen o ki ABD’nin halk diplomasisi için yaptığı harcamalar bölgedeki uygulamalarını sevimli göstermeye yetmedi.

Bu muhalefet karşısında , ABD çok yönlü bir ara stratejiye başvurdu; (1) Suriye hükümetinin çatlak verip çökmesi umuduyla istikrarsızlaştırma planlarını uygulamaya devam etmek (2) Suriye sorununda (Cenevre II) ve İran’la (beş-artı-bir görüşmeleri) olduğu gibi politik koşullara bağlı olarak zaman zaman müzakerelere devam etmek (3) durumun daha sonraki dönemlerde kendi lehine döneceği umudu ile Lübnan gibi bazı ülkelerde ödün vermek ve (4) Tunus ve Mısır gibi ülkelerde kendi pozisyonunu güçlendirmek.

Ancak, gelişen olaylar gösteriyor ki, ABD bölgedeki bazı önemli yandaşlarının şu anda olduğu kadar stabil olmayabileceği ihtimalini gözönünde bulundurmalı. ABD daha önce iki durumda ısırıldı; Ben Ali’nin Tunus’u ve Mübarek’in Mısır’ı tarafından. Ürdün’de, yakın zaman önceki Ma’an protestoları, İrbid’deki protestocular tarafından hemen desteklendi ve Karak ve Tafeelah de karanlık gelişmelerin işaretlerini veriyor. Protestolardaki siyasi yapının patlamaya hazır doğası dikkate alındığında durumu değiştirebilecek olaylar hakkında öngörüde bulunmak zor : Müslüman Kardeşler,Selefiler, milliyetçiler ve solcular. Protestoların yayılmasının daha tahrip edici bir şiddeti açığa çıkarması ve bunun Suriye, Irak ve Lübnan’da süregelen şiddet ile hızla etkileşime girmesi yüksek bir ihtimal olarak görülüyor. Filistin ve Suudi Arabistan’ın şiddetin yayılmasının dışında kalacağını düşünmek akıllıca olmayacaktır.

Ortadoğu’da dörtnala giden bu olayları Ukrayna’da olanlarla birleştirdiğimizde ve Obama’nın Pasifik turuna bir bakış attığımızda, savaş tehlikesinin arttığı açıktır. İnsanlığın böyle bir savaştan çıkarı yoktur, kaderi muallaktadır.

Bunları da sevebilirsiniz