Beyinde Biyokimya Devrimi: Henri Laborit (*) ve Patolojik Zihinler

Başlık özünde beyindeki biyokimyasal süreçler devrimini belirtmekte olup ayrıca Henri Laborit’in bu kapsamdaki çalışmalarının zihnin patolojik durumlarının tedavisinde kullanılmakta olduğunu zımnen de olsa içermektedir.

Bu kapsamda yazı nöral ve psişik bozukluk durumlarıyla ilişkili alanlar olan beyin cerrahisi, psikiyatri, biyokimya ve farmakoloji konularına da gönderme yaparak bazı özel psiko-nevrotik patolojiler konusuna değiniyor. Ayrıca metinde bunun yanı sıra insanın sağlıklılığı olarak «normal” psikolojik durumu da ilgilendiren bazı hususlara göndermeler yapılmaktadır.

Öte yandan makalenin sonucu olarak zihnin şahikası olan bilinç denilen gizemin biyolojik yönden daha da derinden anlaşılmasıyla ilgili gelişmelerin yakın gelecekte nasıl bir devrime yol açabileceği konusunda öngörüde bulunulmaktadır.

Denemenin konusunu bu kapsam ile beyin biyokimyasından seçmem kimya kökenliliğimden değil, klorpromazin (CPZ) denen bu ilk psikotropik ilacın Fransız hekimi ve düşünürü olan Henri Laborit tarafından 1950’lerin hemen başındaki keşfinden bu yana geçen süre ile olan ilişkisi nedeniyledir. Bana göre beyin biyokimyası bilimsel alt bir dal olarak olgun bir disipline dönüşmek için gerekli ve yeterli olan 60 yıllık süreyi tamamlamıştır.

Diğer bir deyişle bu zaman miktarı düşünceme göre, genel anlamda bilimsel bir disiplinin olgunlaşması ve sağınlaşması için yeterli ve gerekli süredir; çünkü Arapça kökenden gelen ve insan belleğinin doğal kapasitesinin en uzun bir erimli halinin geleneksel ifadesi olarak kullanılan sittin sene deyimi 60 yıla karşılık gelmektedir.

Bu nedenle konunun artık dar akademik çevrenin ötesinde popüler bir zemindeki toplumsal boyutta da ele alınma zamanının geldiğini düşünüyorum.

Hele, hele 21. Yüzyılın ilk on yılı ile ikinci on yılının ilk yarısında beyni ve zihni neredeyse her yönüyle ve tüm görüngelerden ele alan popüler bilim kitap sayısının dünyada patladığı bir dönemde konunun bilinirliğine biraz olsun katkıda bulunmanın da ayrıca kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu görüyorum.

Bu bakımdan makaleyle, 1950’lerin başında beyin biyokimyasında ortaya çıkan söz konusu bu devrimsel gelişmeye ve sonraki dönemde oluşan bazı devrimsel olaylara değinerek 21. Yüzyıl için hem son derece kritik, hem de kilit öneme sahip bu görüngesine dair biraz da olsa bir aydınlanma sağlama amacını gütmekteyim.

Nitekim, gene bu kapsamda, 21. Yüzyılın insan zihninin çalışmasının açıklanmasına olanak verecek pek çok gelişmeye sahne olan biyolojik bir çağın başlamakta olduğunu Zihin (**) adlı yazımda da belirtmiştim.

Öte yandan bazı düşünürlere göre, 20. Yüzyıl ortasında klorpromazinin keşfiyle başlayan modern bilim tarihinin olaylar zincirindeki yeni bir aşama olan bu bilgi patlaması, nitelik yönüyle gökler mekaniğinde Galileo tarafından dünya dönüyor diye anlatılan Güneş merkezli Kopernikyen Dizge’nin kanıtı kabul edilen ifadenin vurguladığı düşünce devrimi kadar önemlidir.

Psikofarmakotik devrim denen bu olağan üstü gelişmeler zinciri, Henri Laborit’in askeri kökenli anesteziyolog hekim olmasından dolayı ampütasyon ameliyatları için daha etkin bir narkoz maddesi bulmak üzere o sıralar yeni sentezlenmiş olan klorpromazini denerken bunun şizofrenik hastalarda halüsinasyon ve deliryumları ortadan kaldırmakta da çok etkin olduğunu tesadüfen fark etmesi ile başlamıştır. O tarihe kadar şizofren hastalar ve benzeri psiko-nevrozlar elektroşok, lobotomi, psikoanaliz, telkin ve serbest konuşma gibi tedavi yöntemleriyle sağaltılmaya çalışılıyor, ama ender olarak başarılı, hatta çoğu zaman tamamen başarısız olunuyordu.

Oysa CPZ kullanımı iki-üç ay gibi kısa sürelerde hastaların halüsinasyon ve deliryum şikayetlerini azaltan, hatta tümüyle yok eden bir iyileşme etkisi göstermişti. Ancak buna karşın söz konusu belirtilerin ortadan kalkması iyileşme anlamına gelmiyor, çünkü ilaç kesildikten kısa bir süre sonra belirtiler yeniden ortaya çıkıyordu.

Konuyla ilgili ilk aşamadaki araştırmaların derinleştirilmesi sonunda dopamin diye bilinen ilk nörotransmitterin, yani sinirsel ileticinin bulunmasına yol açtı. Bu kapsamda dopamin biyokimyasal bir bileşik olarak beynin bu alanındaki snapslararası iletimi sağlayan özgül etken bir kimyasal mahiyeti ile 1972 yılında tanımlanarak dünyaya duyuruldu.

Sonuçta CPZ, ilk antipsikotik kategorideki nöroleptik ilaç olarak dünya çapında bir yaygınlıkla kullanılmaya başlandı. Ayrıca diğer psikotrop ilaçların da hızla üretilmesine ve yaygınlaşmasına yol açıp zihinsel süreçlerin biyokimyası çağını başlatarak büyük teknolojik keşifler arasında ilk sıralarda yer almayı başardı.

Hemen ardından, 1953’te DNA molekülünün çift sarmal olan yapısının açıklığa kavuşturulmasıyla gelen genetik devrim, sonrada ardından gelen dönemdeki moleküler biyolojinin büyük keşif ve buluşları biyolojik çağın şafak aydınlığının iyice belirmesine yol açmıştır. Bunları tamamlayan bilişim devrimi, robotik, yapay zeka ve nano teknoloji ile de 21. Yüzyıl’ın olağan üstü yeniliklere ve yepyeni anlayışlara yelken açmakta olan bir harikalar çağı ortaya çıkmıştır.

Bu açıdan yapılacak derinlikli bir bakıştan insanoğlunun geleceği için görünen odur ki, harikalar çağı denilen önümüzdeki 50 yıl, çeşitli ve farklı ölümsüzlük biçimlerinin anahtarlarını elinde tutacak olan gizemli «keşif ve icatlara” tanıklık edecek olağan üstü bir dönem olacaktır.

Bu bağlam ile böyle bir geleceğin insan denen varlığının kozmik varoluşuyla ilgili psişik, etik ve deontik sorunları da birlikte getireceği apaçık bir gerçektir.

Bu sorunları daha şimdiden öncelikli olarak tahmin edebilmenin insanın kendisine meydan okuyan bu tehlikeler karşısında alacağı pro-aktif duruş için bir gereklilik olduğunu da öngörerek yazıyı tamamlamak istiyorum.


______________________

(*) Henri Laborit hakkında ayrıntılı bilgi için: http://en.wikipedia.org/wiki/Henri_Laborit

(**) http://kadikoydusunceplatformu.blogspot.com.tr/2014/02/zihin-mustafa-ozcan-1-subat-2014.html

Bunları da sevebilirsiniz