Yazar: Neil Clark
Yazının Özgün Başlığı: Let’s disappoint those hungry for military interventions in 2014 too
Kaynak: http://rt.com/op-edge/us-military-interventions-2014-lobbyists-970/
Çeviren: Ümit Yapıcı – Boğaziçi Çeviri Merkezi
Batı’daki savaş yanlısı kulisler için 2013 yılı pek iyi geçmedi; fakat Amerika’da askeri müdahaleyi destekleyenler başkanın kendi başına savaş başlatma yetkisini kolaylaştırmak için uğraşıyorlar.
Antiwar.com’a göre Amerikan Senatörleri John McCain ve Tim Kaine dünya çapında gelecekte başlatılacak savaşlarda ABD’nin yasal durumunu değiştirebilecek bir tasarıyı Kongre’ye sundular.
Bu tasarı öncelikle Başkanın Kongre’nin onayını almadan ülkeyi savaşa götürme yetkilerini kısıtlayan 1973 Savaş Yetkileri Yasası’nı (War Powers Act) feshetmeyi amaçlıyor. Birbiri ardına gelen tüm devlet başkanlarının tasarıyı göz ardı etmiş olmasına karşın eğer McCain ve Kaine amaçlarına ulaşırlarsa tasarı tamamıyla ortadan kalkacak. Ayrıca onun yerine Kongre ile daha büyük bir «müzakere” sürecine girilecek ve ciddi anlaşmazlıklara mahal vermeyecek bir kanunun 30 gün içerisinde oylamasına geçilecek. Fakat tüm bunların ötesinde, tasarı «insani” görevler ve gizli operasyonlar için istisnalara yer veriyor.
McCain şunları söylemektedir: «Kongre’nin savaş başlatması anayasal bir hak olmasına karşın, 1942’den bu yana hiç savaş kararı çıkmadı. Yine de ülkemiz o zamandan beri küçük ve büyük ölçekli düzinelerce askeri müdahalede bulundu” ve devam ediyor: «bunun sebebi çok açık: savaşın doğası giderek daha farklı bir hal alıyor.”
2013 yılında McCain, Başkan Obama’yı Kongre’nin onayını almadan Suriye’yi bombalama hususunu yeniden gözden geçirmesi noktasında uyarmıştı. Bu nedenle yaptıklarını bu bağlamda düşünmek gerekiyor. ABD’nin gerçekten ihtiyacı olan şey, devlet başkanlarının 1973 Savaş Yetkileri Yasasını daha fazla çiğnemek yerine ona bağlı kalmasıdır, ki aşırı sertlik yanlısı McCain’in istediği de tam olarak bu. McCain ve Kaine’nin tasarısı Batının askeri müdahalelerini destekleyen grupların başarısızlığından bir yıl sonra ortaya çıkması bu nedenle tesadüf değil.
On yıl önce -Ocak 2004’te- siyasi teşkilatlanma içerisinde yer alan ABD askeri kurumları, lobicileri ve destekçileri geçtiğimiz 12 ayda yaşanan gelişmelerden büyük memnuniyet duyuyorlardı. Uzun zamandır lobi faaliyetleri yürüttükleri Irak’a yönelik savaş sonunda gerçekleşmişti. ABD’nin başını çektiği istilanın öngördükleri gibi gitmemesine ve savaşın resmi sebebi olarak gösterilmesine rağmen herhangi bir kitle imha silahı bulunmaması bile sonucu değiştirmedi. Saddam Hüseyin ve Baas Partisi zorbalıkla iktidardan indirildi ve böylece uzun vadeli stratejik amaçlarına ulaştılar.
Ocak 2014’e gelindiğinde ise artık işler çok farklı. Son 12 ay ABD’deki savaş yanlıları için korkunç bir yıldı. Geçen sene Suriye’ye saldırıyı bir şekilde gerçekleştirebileceklerini ve böylece İran ile ilişkileri kötüleştirerek Batı’ya İslam Cumhuriyeti’ne karşı darbe indirmesi için bahane verebileceklerini ümit ediyorlardı.
«Amerikan başkanının ulusal çıkarlar doğrultusunda hareket etmesi gereken zamanlar var, ama bu zamanlarda atılması gereken adımlar, hukuk devleti olmamız ve Anayasa ile güçler ayrılığı doğrultusunda yönetilmemiz gerçeğiyle çelişiyor bana kalırsa” diyor John McCain ve Başkan Obama’yı Kongre’nin onayı olmadan Suriye’yi bombalamaması için uyarıyor.
Fakat Suriye’ye yönelik yine Eylül ayı içerisinde gerçekleşen ABD kaynaklı askeri harekat usta Rus diplomasisi ve Batı ülkelerindeki geniş çaplı toplumsal muhalefet nedeniyle rafa kalktı. Savaş lobisinin korktuğu gibi, 2014 yılının başlangıcında iktidarda olanlar sadece Başkan Esad ve Baas partisi değildi, aynı zamanda birçok isyan Suriye Arap Ordusu tarafından bastırılıyordu. Şam’daki «rejim değişikliği” projesi başarıya ulaşmadı ve yakın zamanda da gerçekleşecek gibi görünmüyor. «Liberal müdahaleciler” için işin daha kötüsü, ABD/İngiltere ortaklığı odağını yavaşça Suriye’den çekiyor gibi görünüyor. Aralık ayında ABD ve İngiltere, Suriye’nin kuzeyindeki isyancılara sağladıkları tüm «öldürücü nitelikte olmayan” desteği geri çekeceklerini ilan etti.
ABD ve İngiltere’deki büyük çoğunluk, Suriye’yle savaşın askıya alınmasıyla rahatladı. Fakat Amerikan şiddet yanlısı çevreler bu duruma pek de sevinmedi. Bu çevrelere yakın bir senatör olan Cumhuriyetçi Lindsey Graham ile birlikte John McCain, Suriye’deki kimyasal silahlara ilişkin ABD/Rusya anlaşmasını «Amerika açısından provokatif bir zayıflık yasası” olarak duyurdu. Yeni-muhafazakar köşe yazarları da Obama taciz etme sürecine katıldı. Yeni-muhafazakar siyasi eleştirmen William Kristol Weekly Standard’ta Amerikan başkanının Marks’tan etkilendiğini, ama bu Marks’ın Alman filozofu olan Karl değil Amerikan komedyen Groucho olduğunu yazdı.
«Beşar Esad’ın halkına gaz sıkmasının üzerinden üç hafta dahi geçmeden, Obama bu zulmü bizden önce paylaştığı için o kadar mutluydu ki daha fazla duramayacağını açıkladı ve bu komedideki arkadaşı Vladimir Putin ile birlikte Birleşmiş Milletler’e gitti.” diye yazdı Kristol.
Washington Post’tan Jennifer Rubin durumu «Topu Kongre’ye ve sonrasında da Rusya’ya atarak Obama güç kullanımını etkili biçimde tartışma dışına iterek Ruslar’a ve Esad’a ana kuralları belirleme fırsatı tanıdı. Ahlaki ve jeopolitik açıdan bu durum Ortadoğu’ya hatta daha da ötesine kadar uzanacak bir bozgun” olarak nitelendirdi.
İngiltere’de ise partisi hayati Parlamento seçimlerinde hükümete karşı oy kullanan Emekçi lider Ed Miliband Suriye’ye saldırı için diğer bir ihtimal olarak göze kestirildi.
Tarihçi Andrew Roberts «Yeni İngiltere”nin ‘iğrenç ve ahlaksız bencilliğini’ eleştirirken onunla birlilkte halk da savaşı desteklememekle suçlanıyor.
«Sıklıkla Twitter’da, Facebook’ta ve bloglarda görüyoruz ki yeni nesil, İngiltere’nin gelişmeleri dışarıdan takip eden başka bir küçük güç olmasını istiyor; tıpkı Norveç, Japonya, İsveç ve İrlanda gibi… Son yarım bin yılın ahlaki olarak en aptal, en korkak ve rahatına düşkün nesline hoş geldin deyin” diye de belirtiyor Roberts.
Hükümet Bakanı Micheal Gove çok kızdı ve mecliste «tam bir utançsınız” diye müdahaleye karşı oy kullananlara bağırdı.
Tek hataları ABD kaynaklı Suriye’ye yönelik askeri eylemlere yön vermeleri değildi. İran’la da bir uzlaşma zemini vardı. Amerikan yeni-muhafazakarları yeni başkanları altındaki İslam Cumhuriyeti’nin «soğuktan içeri” gelmelerinden korkuyorlardı ve Kasım ayında en büyük kabusları İran’la tarihi bir nükleer anlaşması yapılmasıyla gerçeğe dönüştü çünkü bu anlaşma Batı’nın askeri müdahale şansını en azından yakın gelecekte fazlasıyla düşürüyor.
George W. Bush yönetimindeki BM’deki Amerikan büyükelçisi John Bolton, savaş yanlısı görüşlerine karşın «yeni-muhafazakar” etiketini reddediyor ve anlaşmayı «sefil bir teslim olma” olarak niteleyip «Bir İsrail askeri müdahalesi artık Tahran’ın kaçınılmaz biçimde daha fazla nükleer silaha sahip olmasını ve onu takip edecek olan silahlanmayı engellemenin tek yolu” diyerek noktaladı.
Amerikan siyasi analist ve Fox News daimi yorumcusu William Kristol «Açıkçası kavramın olağan anlamı pek de problem değil. Sadece bir uydurma. Bu, sadece Obama yönetiminin İran ile uğraşmasını önlemenin bir yolu” diyerek üzüntüsünü dile getirdi.
Wall Street Journal’de yazan gazeteci Bret Stephens anlaşmanın başka bir Münih olmadığını iddia ediyor ve bunun açıkçası Hitler’e 1938’de Südet Krizi’nde yardım eli uzatan ve pek iyi şöhreti olmayan anlaşmadan çok daha kötü olduğunu ekliyor.
«Eğer Cenevre’deki silah bırakmanın 1930’lardaki yankılarını duyuyorsanız, bunun sebebi, zamanında Batı’nın şimdikilerden tek eksiği şemsiyeler olan insanlar tarafından yönetiliyor oluşudur” diye iddia ediyor.
Atlantik boyunca, bu yılın başlarında ulusal televizyonda İran’ın «nötrleştirilmesini” savunan ve İslam Cumhuriyeti’nin İngiltere için tehdit olmasını paylaşmamasından dolayı İngiliz Question Time’ı «inanılmaz biçimde cahil” olarak niteleyen İngiliz gazeteci Melania Philips, bu anlaşmayı «terörist ve soykırımcı İran rejimi” için bir «silah bırakma” olarak etiketledi. «Dünya kurtuldu mu? Bunu söylemek çok zor. Nükleer şantaj ve savaş için son bir geri sayım” isimli yazısında Philips, bu anlaşmayı «sadece dünyadaki bir numaralı terörizm kaynağının iğrenç amaçları için bir de nükleer silahlar geliştirmesini sağlar” diye öfkelendi.
ABD ve İngiltere ana akım medyasındaki ve ulusal yasamadaki temsil seviyesinden dolayı her şeyi yazamasak da, ki bu sahip oldukları halk desteğine oranla çok orantısız, siyasetteki ve medyadaki «insancıl müdahale” destekçilerinin 12 ay öncesine göre çok daha zayıf durumda olduğu gerçeği gizlenemez.
Artık dış «müdahaleleri” halka satmak şimdi, yani kemer sıkma çağında, 2003’te olduğu kadar kolay değil. Batı dünyasındaki insanlar 2003’te Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu gibi sonradan yanlış oldukları anlaşılan iddialar yüzünden yüksek bedelli savaşlara sürüklenmekten bıktı.
Ayrıca ABD ve İngiltere’de yeni-muhafazakarlar ve «liberal müdahaleciler” ile diplomasiyi savaşa yeğleyen ve artık iki kutuplu bir dünyada olmadığımızı idrak eden «gerçekçi” bir dış politikayı destekleyen siyasi yürütmenin diğer üyeleri arasında bir ayrılık meydana geldi.
2013 yılında askeri müdahale yanlıları istediklerini alamadı ve bunların hayal kırıklıklarını görmek çok kolay. Irak’a çok fazla ölüm ve yıkım getiren insanlar şimdi Suriye üzerinden bize duygusal açıdan şantaj yapıyor ve bunun dürüstçe «müdahale etmeme”den ve Batı’nın «hiçbir şey yapmamasından” kaynaklanan korkunç bir mülteci krizi olduğunu iddia ediyorlar.
Doğrusu Suriye anlaşmazlığı çok uzadı Çünkü Batı ve bölgesel müttefikleri hükümetin şiddetle düşürülmesi için çırpınan «isyancı” grupları silahlandırarak, parasal yardım sağlayarak ve destekleyerek zaten müdahale ettiler. Suriye’deki ateşe su dökmek yerine, Batı ve müttefikleri petrol döktü. Her ne olursa olsun, illegal biçimde göstere göstere 1 milyona yakın insanın ölmesine neden olan Irak Savaşı’nın kışkırtıcılarından ders almaya ihtiyacımız yok.
Unutmayın ki eğer Amerikalı aşırı şiddet yanlıları Suriye ve İran’daki emellerine ulaşmış olsalardı, şimdi Üçüncü Dünya Savaşı’nın beşinci ayına giriyor olacaktık. Savaş lobisi elinden geleni yaptı, ama çok şükür bu sefer galip gelemediler. Ümit edelim ki 2014’de de başarıya ulaşamasınlar.
Bu yazıda geçen demeçler, görüşler ve fikirler yalnızca yazarın kendisine aittiir ve RT’yi temsil etmek zorunda değildir.