Kaynak: http://english.pravda.ru/opinion/columnists/03-11-2013/126056-russia_leader-0/
Yazar: Timothy Bancroft-Hinchey
Makalenin özgün başlığı: International relations: Russia rises as world leader
Çeviren: Deniz Altunlu-Boğaziçi Çeviri Merkezi
ABD Başkanları´nın konuşmalarında ´dünyaya liderlik etme´ ihtiyacına yönelik göndermeler boldur; kendi halkının belirli bir yüzdesi dışında kimse tarafından seçilmemişler tarafından küstah ve mütecaviz bir yaklaşımdır bu. Hal böyleyken, günümüzde Amerika´nın ´liderliği´ neler getirmiştir, ABD´yi ve müttefiklerini nereye taşımıştır, uluslararası toplumun yüreklerindeki ve zihinlerindeki konumu nedir?
1975´in Helsinki Nihai Anlaşması, veya bilinen diğer adıyla Helsinki Bildirgesi belki de, kuşaklarca ve milyonlarca ezilen insana eğitim, sağlık hizmeti ve düzgün kamu hizmeti getirir, onları emperyalist zulmün boyunduruğundan kurtarırken bir yandan Batı´yla dostça ilişkiler arayan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri´nin duruşunun görünen yüzüydü.
1989´a gelindiğinde SSCB, denizaşırı gelişim projelerine ortalamada 250 milyar dolar harcıyor, emperyalizmin ve kolonyalist politikaların kaynaklarını sifonladığı, iktidara yoz politik figürleri yerleştirerek kaynak akışının tek yönlü istikametini -dışarıya- sağlama aldığı ülkelerde temel hizmet hakkını güvenceye alan politikalar uyguluyordu.
Yetmiş yıl geriye gidelim, Rus Devrimi´nin geri toplumları endüstriyel gelişimin ön hatlarına ilk kez getirmeye başladığı, ücretsiz barınma ve kamu hizmetleri, ücretsiz veya büyük ölçüde sübvanse edilmiş iletişim, sübvanse edilmiş toplu taşıma, ücretsiz ilk ve ortaöğrenim, ücretsiz yüksek öğrenim, ücretsiz sağlık hizmetleri, ücretsiz diş bakımı, sıfır işsizlik, sokaklarda emniyet, devlet güvenliği, toplumsal hareketlilik, endekslenmiş emekli maaşları, temel gıda maddeleri, boş zaman etkinlikleri, ücretsiz spor tesisleri, ücretsiz kültürel tesisler… tüm bunları sağladığı o zamanlarda Batı´nın gerçek karakterini görüyorduk zaten.
Amerika Birleşik Devletleri´nin, baş finosu İngiltere´nin ve ardından başta Avustralya olmak üzere Londra´nın eski sömürgelerinin ve Washington´un peşinde sürünüp ayaklarını yalayan o iğrenti verici yalakalar takımının -isimleriyle Fransa´nın ve değişen derecelerde NATO sürüsünün- tini özünde Anglo-Saksonik´tir, dünyaya yayılmalarına yol açan bir seyahat tutkusu ve tepeden inmeci ve tepeden bakan bir yaklaşımla kültürel değerlerini dayatma üzerine temellenmiştir ve bunun sonucunda bu uluslar haritadaki çizgileri çizen taraf olurlar.
Sovyet Devrimi biçim kazandığı an orada bitiverdiler, olabilecek en şok edici tecavüz eylemini göstererek Rus İç Savaşı´na müdahil oldular, Beyaz Ordu´yu silahlandırdılar, kan dökümünü kışkırttılar. Sovyet halkları Devrim´i istediği için kaybetti. 1989-1991 arasında siyasi liderlik tek taraflı olarak bir deney -parasalcı piyasa ekonomisi- uygularken, Sovyet Anayasası´nda uluslara Birlik´ten kendi iradeleriyle çekilme seçeneğini veren maddeyi kullanmak isteyip istemediklerini halklara soran olmadı.
Bu deneyle birlikte Varşova Paktı´nı bozma çağrıları geldi; NATO üyesi devlet liderleri Varşova Paktı´nın sonlandırılması halinde NATO´nun doğuya doğru yayılmayacağına dair sözleri şaibeli bir biçimde verdiler. Pakt bozuldu, NATO sözünde durmadı. Polonya´ya, Çek Cumhuriyeti´ne, Slovakya´ya, Romanya´ya, Bulgaristan´a, Baltık Devletleri´ne nüfuz ederek, Rusların boğazını kıskaca almaya hazır bir mengene gibi Rus toprakları etrafında bir halka oluşturdu. Elbette, herhangi boyutta bir NATO askeri yığınağı güneşi kapatacak kadar yoğun bir füze salvosuyla yok edilir, başka bir salvoyla da o topraklarda asker toplanmasına izin veren ABD Paleolitik Çağ´a geri yollanırdı. Ancak mesele şu ki NATO yalan söyledi.
Tüm yalancılar gibi NATO´nun da sakladığı bir şeyi var. 1919´da belliydi bu, o zamandan beri sayısız emperyalist girişiminden, baskıcı Faşist rejimler yerleştirmesinden, ilerici politikaları tehlikeli diye etiketlemesinden belli. Bugün NATO´dan alınan “tehlikeli” etiketinin aslında bir insancıllık madalyası olduğunu görüyoruz, öyle ki NATO´nun karaladıkları en iyi toplumsal politik sicillere sahip olanlar.
SSCB´nin varlığında, NATO´nun kötülüğüne bir karşı ağırlık bulunuyordu; 1989-1991 sonrasında, Rusya kendine gelene kadar yirmi yıllık bir ara oldu. Şimdi dümende Putin ile, Rusya´yı sözünü geçirirken görüyoruz, diğer yandan Washington kendi geliştirdiği politikaların batağında debeleniyor – Irak bugün düşkün bir devlet ve Başkan Hüseyin´in yönetiminde olduğundan çok daha kötü durumda, Muammer Kaddafi´nin 2011´de bir BM ödülü alan ve insani gelişme endekslerinde Afrika´nın lideri olan Libya da keza öyle.
Taliban her bakımdan bir başarısız CIA deneyiydi, Condor Planı Latin Amerika´yı ABD´ye karşı döndürdü. Küba iyi yürekli, fakir küçük adam olarak karşımıza çıkıyor, adadaki insan hakları sicili en kötü olan aktörün -ABD ve Guantanamo Körfezi işkence kampı- dayattığı insanlık dışı ekonomik ablukaya karşın toplumsal yönden ilerici politikaları başarıyla yerleştiriyor ve hatta dışarıya mükemmel eğitim ve sağlık hizmetleri politikaları ihraç ediyor.
CIA´in işkence uçuşları, Abu Ghraib´in ardından şimdi Suriye´de, Batının teröristlere desteği geniş bölgeleri istikrarsızlaştırıyor, Batının sevgili “asileri” çocukların kafalarını kesmek dahil en korkunç insan hakları ihlallerinde bulunuyor ve bu sevgili teröristler kimyasal silahlar kullanıp suçu Başkan Esad´a atmaya çalışıyor.
Fransa, İngiltere ve ABD´nin oluşturduğu FUKUS İttifakı´nın Başkan Esad´ı suçlu göstermek için çalıştığı ayların ardından erkenden hüküm bildirmesi ve Rusya´nın NATO´nun sıradaki küçük savaşını ustalıkla durdurmayı başarması, Washington ve finolarının ve Moskova´nın bugün uluslararası toplumun yüreklerindeki ve zihinlerindeki konumlarını göstermek adına çok şey söylüyor.
Birincisi yalnızca özgürlüklerini korumak için mücadele eden masum insanların katliamıyla dolu ortak tarihlerini vurgulayan, açgözlü, müdahaleci, ahlaki değerlerin zerresinden yoksun savaş çığırtkanları olarak kendini gösterirken, BRIC bloğu ve Birleşmiş Milletler´in Paris, Londra ve Washington´dan, FUKUS İttifakı´ndan iyice bıkıp usanan sayısız üye devlet tarafından desteklenen diğeri uluslararası toplumun dengeli ve sorumlu bir üyesi olarak beliriyor.
Bugün Soğuk Savaş´ın Batı tarafından SSCB´nin gri bir resmini yapma çabasıyla ilgili olduğunu anlayabiliyoruz, ancak Batı´da bu girişim bozguna uğramıştır. Sovyet değer ve ülküleri -kardeşlik, barış, egemenliğe saygı, militarizm yerine gelişim- yaşamaya devam ediyor ve yetmiş yılı aşkın bir süre başarıyla uygulanan toplumsal ve ekonomik sistem, süper zengin şirket elitist zümresi sürekli artan kar marjları karşısında neşeyle ellerini ovuştururken sofraya yemek koyma, enerji faturalarını ödeme, ev bulma, işine tutunma mücadelesi veren günümüzün ezilen toplumları için bir umut ışığı olarak parıldamayı sürdürüyor.