Perugina

Zamanın içerisinde yolculuk yapmak kadar güzel bir şey yok. İnsan ne kadar çok mesafe olsa bile, hayal gücüyle gittiği yerlerin içerisinde bulabiliyor hemen kendini. Yine öyle zamanların birinde, özlediğim ülkenin, özlediğim bir şehrin içinde buluyorum kendimi. Gözlerimi kapatıp adım adım ilerliyorum kentin sokaklarında. Perugia’dayım, antik kentin dar sokaklarında adım adım çikolatanın kokusunu takip ediyorum, hala tadı damağımda bir lezzetle, daha nicelerine ulaşabilmek için…

Bazı kentler vardır, büyülüdür… Bana göre Perugia bunlardan biridir. Gözlerimi kapattığım an, her defasında Piazza Grande ( Büyük Meydan) de olmak insanı heyecanlandırıyor. Orayı her hayal ettiğimde, küçük ama sevimli evimi hatırlarım, dostlarımı ve paylaştıklarımızı, şimdi hepsi burnumda tütüyorlar desem doğru olacaktır… Küçük, dar sokakların büyük caddelere bağlandığı bir şehir Perugia, İtalya’nın diğer şehirleri gibi pek bilindik değil, ama benim için bir zamanlar evim idi. İtalyanlar genel olarak şık insanlardır . Kafe ve restoranlar, masalar açık havada bile olsalar beyaz örtülü ve kumaş peçetelidirler. Cadde ve sokaklarda genellikle parke taşlar kullanılıyor. Arıza durumunda kolaylık sağlıyorlar, yağmur suları aralarından sızarak yeraltı sularını besliyor, yazın da serin oluyorlar. Asfalt çağına girmemiş kentlerdeyim ne güzel. Gezerken, düşünürken hafızamda kalan bir cümleyi paylaşıyorum: 1933´te yapılan IV. Uluslararası Mimari Kongresi´nde «şehircilik sorunlarıyla uğraşan mimarın ölçütü insandır” deniyordu. «Yapı sanatı bireye yönelmeli, ona mutluluk sağlayacak bir yaşam alanı düzenlenmeli, yaşamı kolaylaştırmalı… Bireyin hakları ve toplumun hakları birbirini desteklemeli, güçlendirmeli ve yapıcılık düzeyinde buluşmalı.” Bu çağın insanı, mutluluğu öbür dünyada değil yeryüzünde arıyor. Batı´nın altı yüzyıllık bir gelişim sürecinde vardığı aşamaya biz, sıkıştırılmış bir zaman sürecinde vardık. Bu durum, toplumumuzda sarsıntılar yarattı. Batı taklitçiliği ve gelenekçilik diye yapay bir ayırımla kimlik bunalımına sürüklendik. İtalya’da hakim olan düşünce şu şekilde ; «Ekonomik kalkınmayla çağın yakalanabileceği görüşü ve aşırı bir teknoloji hayranlığı” Çikolata bahane…Nice sağlıklı mutlu güzel günlerimiz olması dileğiyle…

Çikolata Atölyesiyle tanışma…

(2011)

Parke taşlarla döşenmiş dar bir yokuştan şehrin diğer bölümüne yürüyorum, yönümü bilmiyorum, tek rotam içimdeki ses sadece. Sokaklarda kayboluyorum, kendimi bir ortaçağ romanında hissediyorum adeta. Havada mis gibi bir çikolata kokusu var, sanıyorum ki doğru yoldayım. Büyük tahta kapılı, İtalyan mimarisine uygun taş bir binanın zemin katında bir çikolata atölyesinde buluyorum kendimi. Sempatik bir İtalyan ailesi karşılıyor beni. İtalyanca konuşunca sevinerek şaşırıp içeri buyur ediyorlar beni. Unutulmaz lezzet şöleni ve masalsı bir yapım aşamasıyla çikolata dünyasında etrafıma bakınıyorum. Gökkuşağı renklerinde çikolata kalıplarındaki, süte karışmayı bekleyen keskin kakao kokusuyla bütünleşiyorum. Perugina çikolataları, Baci, 90 yıllık tarihi boyunca İtalyan lezzetinin, kalitesinin, zarafetinin ve romantizminin eşsiz temsilcisi, İtalyan romantizminin kısa adı. Perugia ‘nın en şık sokaklarında, rengarenk kutularla bezenmiş vitrinleriyle beni karşılayan vitrinleri hayal ederek, tadına baktığım çikolataların lezzetiyle ayrılıyorum atölyeden. Sıcak kahvenin en güzelleriyle birlikte gittiğim her yerde tadına baktım. Uğradığım dükkanlardan çeşit çeşit alıp valizime koymayı da unutmadım.

Eski yeni buluşmaların hoşnutluğu içerisinde şu anda olmak çok güzel. Büyülü bir kenti unutmak zihnimin en büyük acımasızlığı olur diye düşünüyorum ve zihnim bana kötülük yapmadığı için mutluyum. Hayatta güzel kareler biriktirmek, anılarımızı onlarla süslemek gibisi yok. Daha nice güzel anlar ve karelerim olması ve sizlerle paylaşabilmek dileği ile…

Bunları da sevebilirsiniz