Ortadoğu´da Olanlar

Ortadoğu yangın yeri, ortasında koca bir kan gölü…
Bizler, o yangın yerinde olmayan ve kanlarıyla o gölü derinleştirmeyenler, şanslıyız. (!)
Şanslı kafalarımızdan çıkan onlarca ses, her kafadan ayrı bir ses… Televizyonlarda, sosyal medyada ayrı, konu komşu sohbetinde, kulak misafirliğinde ayrı… Herkes konuşuyor. Herkes ayrı bir şey söylüyor.
Bütün sesler kulaklarımızda yankılanıyor, zihnimizin içinde çınlıyor sesler, gözlerimizin önünden gitmiyor manşetler. Okuduklarımız, izlediklerimiz, duyduklarımız ve elbet söylediklerimiz… Beylik laflar, beylerin, efendilerin söyledikleri. Ya da gerçekler, düşüncelerin vicdana geldiği… Ama sesler kulaklarımızda…
«Mısır´da darbe oldu. Mısır´da devrim oldu.”, «Mısır´da Müslüman kanı dökülüyor.”, «Mısır´da çoluk çocuk demeden halk katlediliyor. Neden? Çünkü demokrasi istediler.”, «Mısır´da demokrasi yoktu. Hayır vardı.”, «Lübnan´da iki Türk pilot kaçırıldı.”, «CHP heyeti Irak´ı ziyaret etti.”, «Toplanması planlanan Kürt kongresi ertelendi.”, «Suriye, BM heyetine izin verdi.”, «Suriye´de Esad kimyasal silah kullanıyor. Hayır, teröristler kullanıyor.”, Suriye halkını kurtarmamız lazım, bu uluslararası toplumun sorumluluğu.”, «İran, İsrail´i vururuz dedi.”, «Lübnan Hizbullahı ABD´yi tehdit etti.” ,«Dışişleri bakanları toplandı.”, «Yoğun telefon diplomasisi sürüyor.”
Havada uçuşan haberler, haberler, haberler. Peki ya gerçekte neler oluyor? Akan kan kimlerin? Ve kimlerin akan kanı kimlerin ağzına sakız oluyor??
Bizler bunca gürültünün arasında, aklımızın ve vicdanımızın sesini duyamıyoruz bazen. Bu gürültüyü çıkaranlar da akıl ve vicdandan kopuk zırva sözler zaten. Çekilen acılar büyük, atılan çığlıklar tiz ve akan bazı göz yaşları diğerlerinin aksine oldukça gerçek. Ama denklem basit. O kadar basit ki, tarih onlarca benzerini gözümüze sokma gereği bile duymasa yeri. Gerçek ortada: Birileri Ortadoğu´yu keyfine göre şekillendirmeye çalışıyor, diğer birileri de buna direniyor. Olan insanlık onuruna oluyor. İnsanlık onuru can çekişiyor.
Denklem bu kadar basit olsa da, birçok bileşeni var. İşte rehberi tarih olmayanlar, bu birçok bileşene bakıp Ortadoğu´nun geçmişte benzeri görülmemiş bir kaosa sürüklendiğini, mevcut tüm kalıpların bu karmaşayı açıklamakta yetersiz kaldığını, aklın kifayetsiz, vicdanın kör olduğunu söylüyor.
Ortadoğu´da Olanlar ve Bitenler
Eh tabi onca şey olup bitiyor Ortadoğu´da… Irak işgal edildi, üçe bölündü. Irak´a demokrasi geldi. Hepimize müjde (!) Ama bir kötü yanı var bu demokrasinin. Ne hikmetse her gün onlarca insan ölüyor hala Irak´ta.
Araplar teker teker ayaklandı. Tunus´ta, Mısır´da iktidar değişti. ABD sürece seyirci kalamadı niyeyse. Gerekli önlemleri alarak, diktatörlerin yerine ılımlı İslamcı demokrat dostlarının iktidar olması için var gücü ile çabaladı. Ama nafile elbette. Ne Tunus halkı ne Mısır halkı geldi bu oyuna. Tekrar sokaklara döküldüler. Msır´da da Tunus´ta da durum ortada. Libya´da iktidar değişimi NATO eliyle olmak zorunda kaldı. Malum ! Libya petrol zengini, şansa bırakmak olmazdı. Olmadı da. Kaddafi´nin sokak ortasında neredeyse canlı yayında linç ettirilmesi suretiyle işlem tamamlandı.
Tunus´taki ilk ayaklanmalar çıktığında hemen her televizyon kanalında, gazete sayfasında aynı şeyden bahsediliyordu: Domino etkisi. «Bu eylemlilik bütün Arap dünyasına yayılacaktır.” diye konuşuyordu uzmanlar. Bir bildikleri vardı her halde. Dedikleri gibi oldu çünkü. Eylemlilik yayıldı. Hem de yabancı eller tarafından itina ile… Özellikle de Suriye´ye. Suriye iki yıldır garip bir olayın içinde debeleniyor ve hala direniyor. Garip. Besleme teröristler, kaydedilen kanlı ölümler, tecavüzler, göçler, kimyasal silah söylemleri, bölgesel egemenlik ilanları, Akdeniz açıklarına çekilen Rus ve ABD donanmaları, Türkiye´ye açılan kamplar, yerleştirilen patriotlar. Daha nicesi. Suriye kapısında o domino taşına vuran kimse artık, hayli ah etmiş olmalı. «Arap Baharı” Suriye´ye girdi çıkamadı.
Mevzi Savaşı
Yukarıda saydıklarımız, onlarca olay arasında diğerlerinden daha fazla ön plana çıkan bazıları sadece. Ortadoğu´nun her günü bir kitap. Ortadoğu´da bir mevzi savaşı (war of position) sürüp gidiyor. Kavram, Gramsci üzerinden Robert Cox aracılığı ile uluslararası ilişkilere aktarılmış. Bu kavramı ilerleyen zamanlarda «Kavramlarla Politik Dünya” yazılarının bir parçası olarak detaylı şekilde ele almayı düşündüğümüzden şimdilik kısaca, hegemonya ve karşıt hegemonya oluşturma süreci olarak tanımlayabiliriz.
Ortadoğu´daki mevzi savaşının temel tarafları emperyalizm ve emperyalizme direnenler. Ortadoğu´da yerleşik «meşru” siyasi aktörler, «gayri meşru siyasi aktörler”; Ortadoğu dışında ama bölgeyle ilgisi olan aktörler; yerel, ulusal, uluslararası medya kuruluşları, bilinçli ya da biliçsiz olarak Ortadoğu halkları ve diğer halklar esas olarak bu eksende bölünmüş durumda. Her iki taraf da homojen bir bütün değil ve elbette güce, kısa ve orta vadeli çıkara göre saf değiştirenleler, ortalıkta gezininler, rengini belli etmeyenler de var.
«Emperyalizm” tarafında kabaca (kendi aralarında da iç çekişmeleri olan) mali sermayedarlar onların hükmettiği emperyalist devletler, onların yardakçıları komprador burjivazi denetiminde çoğunlukla «ılımlı islamcı” ya da «harbi islamcı” özellikle sünni kukla hükümetler, bu kukla hükümetler ve emperyalist devletlerle nişanlı terörist örgütler ve vaktiyle zaten egemenlerin çıkarı için oluştutulmuş uluslararası hukukun «gerekli” hükümleri bulunuyor. Amaçları ortada. Mali sermayenin egemenliğini sürdürecek her tür mekanizmanın işletilmesi, iktidarlarının devamı, iktidarlarının ve mali sermayenin devamlılığını garanti altına alacak sınır değişikliklerinin yapılması, insan dahil olmak üzere değerli her kaynağın «verimli” şekilde metalaştırılması (sömürü de diyebiliriz). Söylemler, emperyalist bloğun hangi bileşeni olduğuna göre değişiyor elbette. Kamuoyu tepkisini hesaba katmak zorunda olan aktörler (daha ziyade iktidara seçimle gelmiş olanlar) en çok «insan hakları”, «demokrasi”, «barış” diyor. Ölümü göze alacak insana sırtını dayayanlar ise, Allah, peygamber/şeriat, cihad. Söylemlerdeki çelişki çok bariz ve bloğun dayanıksızlığına da işaret ediyor aslında. Bir yandan yer yüzündeki insana, halkın yönetimine ve barışa vurgu yapılmak zorunda kalırken, öte yandan metafizik, ilahi adalet ve savaş vurgulanıyor.
Emperyalizme direnenler bloğu da oldukça farklı birçok aktörü içeriyor. Bunlar arasında emperyalizme karşı olmayı etkin bir politika olarak belirlemiş anti-emperyalist aktörler olduğu gibi, yalnızca emperyalizmin doğrudan sonuçlarına karşı çıkan daha edilgen aktörler de olduğundan anti-emperyalist blok demek yerine emperyalizme direnenler demeyi daha doğru bulduk. Emperyalizme direnenlerin başında emperyalistlerin hedef aldığı ülkelerin yönetimleri, halkları, hedef ülkelerde emperyalist denetimin kurulması çıkarlarına zarar verecek olan büyük devletler, bu ikisi ile yakın ilişkisi olan Batı´nın terörist dediği örgütler (Lübnan Hizbullahı gibi), akıl ve vicdan sahibi, ana akım medya dışında basın organı takip etme alışkanlığı bulunan bütün insanlar, ve uluslararası hukukun «gerekli” hükümleri. Bu bloğun da amacı ortada. Emperyalistlerin açtığı ve yalnızca bir tarafın kazanacağı bu mevzi savaşının kazananı olmak. Gasp edilen ya da gasp edilmesi çok muhtemel varlıklarını korumak. Birileri kilometrelerce uzaktan parmağını şıklatıp on binlerin heba olması uğruna cebini doldurmak, koltuğunu sağlamlaştırmak derdindeyken, bölgesini, ülkesini, halkını ve elbette yine de iktidarını korumak. Eğer haklı bir savaş varsa, en haklısı emperyalizme karşı yapılanı… Söylemler yine farklılaşmakla birlikte en çok vurgu, eşitlik, egemenlik, iç işlerine saygı kavramlarına.
Mevzi savaşı, ekonomik, askeri, siyasi, kültürel tüm öğelerin yerine göre etkin olarak kullanılması gereken uzun soluklu bir süreç. Aslında yapısal bir durum. Dönem dönem her iki cephe de zaferler ve yenilgiler alıyor. Ancak tarihsel tecrübeler uzun vadeli ekonomi projeksiyonları, insan aklının ve vicdanının layık olduğu yaklaşım er ya da geç emperyalist bloğun bu mevzi savaşını kaybedeceğini gösteriyor. Emperyalist cephenin çatırdamasının ilk sinyalleri ekonomik verilerle çözümleniyor. ABD´nin siyasi ve ekonomik gücünün aşınması, yeni ve canlı ekonomik odakların sivrilmesi ve daha birçok veri emperyalist cephedeki aktörlerin yıprandığına işaret ediyor. Ama yenilip de ülkeyi terk ederken her yeri ateşe veren düşman askeri gibi değdikleri yeri yakıyorlar. Belki bunlar son çırpınışlar. Oysa ölen, tepişen fillerin altında kalan fareler değil, kana, küle ve göz yaşına hapsedilmiş bugün ve yeniden dirileceği günü bekleyen insanlık onuru…

Ortadoğu yangın yeri, ortasında koca bir kan gölü…

Bizler, o yangın yerinde olmayan ve kanlarıyla o gölü derinleştirmeyenler, şanslıyız. (!)

Şanslı kafalarımızdan çıkan onlarca ses, her kafadan ayrı bir ses… Televizyonlarda, sosyal medyada ayrı, konu komşu sohbetinde, kulak misafirliğinde ayrı… Herkes konuşuyor. Herkes ayrı bir şey söylüyor.

Bütün sesler kulaklarımızda yankılanıyor, zihnimizin içinde çınlıyor sesler, gözlerimizin önünden gitmiyor manşetler. Okuduklarımız, izlediklerimiz, duyduklarımız ve elbet söylediklerimiz… Beylik laflar, beylerin, efendilerin söyledikleri. Ya da gerçekler, düşüncelerin vicdana geldiği… Ama sesler kulaklarımızda…

«Mısır´da darbe oldu. Mısır´da devrim oldu.”, «Mısır´da Müslüman kanı dökülüyor.”, «Mısır´da çoluk çocuk demeden halk katlediliyor. Neden? Çünkü demokrasi istediler.”, «Mısır´da demokrasi yoktu. Hayır vardı.”, «Lübnan´da iki Türk pilot kaçırıldı.”, «CHP heyeti Irak´ı ziyaret etti.”, «Toplanması planlanan Kürt kongresi ertelendi.”, «Suriye, BM heyetine izin verdi.”, «Suriye´de Esad kimyasal silah kullanıyor. Hayır, teröristler kullanıyor.”, Suriye halkını kurtarmamız lazım, bu uluslararası toplumun sorumluluğu.”, «İran, İsrail´i vururuz dedi.”, «Lübnan Hizbullahı ABD´yi tehdit etti.” ,«Dışişleri bakanları toplandı.”, «Yoğun telefon diplomasisi sürüyor.”

Havada uçuşan haberler, haberler, haberler. Peki ya gerçekte neler oluyor? Akan kan kimlerin? Ve kimlerin akan kanı kimlerin ağzına sakız oluyor??

Bizler bunca gürültünün arasında, aklımızın ve vicdanımızın sesini duyamıyoruz bazen. Bu gürültüyü çıkaranlar da akıl ve vicdandan kopuk zırva sözler zaten. Çekilen acılar büyük, atılan çığlıklar tiz ve akan bazı göz yaşları diğerlerinin aksine oldukça gerçek. Ama denklem basit. O kadar basit ki, tarih onlarca benzerini gözümüze sokma gereği bile duymasa yeri. Gerçek ortada: Birileri Ortadoğu´yu keyfine göre şekillendirmeye çalışıyor, diğer birileri de buna direniyor. Olan insanlık onuruna oluyor. İnsanlık onuru can çekişiyor.

Denklem bu kadar basit olsa da, birçok bileşeni var. İşte rehberi tarih olmayanlar, bu birçok bileşene bakıp Ortadoğu´nun geçmişte benzeri görülmemiş bir kaosa sürüklendiğini, mevcut tüm kalıpların bu karmaşayı açıklamakta yetersiz kaldığını, aklın kifayetsiz, vicdanın kör olduğunu söylüyor.

Ortadoğu´da Olanlar ve Bitenler

Eh tabi onca şey olup bitiyor Ortadoğu´da… Irak işgal edildi, üçe bölündü. Irak´a demokrasi geldi. Hepimize müjde (!) Ama bir kötü yanı var bu demokrasinin. Ne hikmetse her gün onlarca insan ölüyor hala Irak´ta.

Araplar teker teker ayaklandı. Tunus´ta, Mısır´da iktidar değişti. ABD sürece seyirci kalamadı niyeyse. Gerekli önlemleri alarak, diktatörlerin yerine ılımlı İslamcı demokrat dostlarının iktidar olması için var gücü ile çabaladı. Ama nafile elbette. Ne Tunus halkı ne Mısır halkı geldi bu oyuna. Tekrar sokaklara döküldüler. Msır´da da Tunus´ta da durum ortada. Libya´da iktidar değişimi NATO eliyle olmak zorunda kaldı. Malum ! Libya petrol zengini, şansa bırakmak olmazdı. Olmadı da. Kaddafi´nin sokak ortasında neredeyse canlı yayında linç ettirilmesi suretiyle işlem tamamlandı.

Tunus´taki ilk ayaklanmalar çıktığında hemen her televizyon kanalında, gazete sayfasında aynı şeyden bahsediliyordu: Domino etkisi. «Bu eylemlilik bütün Arap dünyasına yayılacaktır.” diye konuşuyordu uzmanlar. Bir bildikleri vardı her halde. Dedikleri gibi oldu çünkü. Eylemlilik yayıldı. Hem de yabancı eller tarafından itina ile… Özellikle de Suriye´ye. Suriye iki yıldır garip bir olayın içinde debeleniyor ve hala direniyor. Garip. Besleme teröristler, kaydedilen kanlı ölümler, tecavüzler, göçler, kimyasal silah söylemleri, bölgesel egemenlik ilanları, Akdeniz açıklarına çekilen Rus ve ABD donanmaları, Türkiye´ye açılan kamplar, yerleştirilen patriotlar. Daha nicesi. Suriye kapısında o domino taşına vuran kimse artık, hayli ah etmiş olmalı. «Arap Baharı” Suriye´ye girdi çıkamadı.

Mevzi Savaşı

Yukarıda saydıklarımız, onlarca olay arasında diğerlerinden daha fazla ön plana çıkan bazıları sadece. Ortadoğu´nun her günü bir kitap. Ortadoğu´da bir mevzi savaşı (war of position) sürüp gidiyor. Kavram, Gramsci üzerinden Robert Cox aracılığı ile uluslararası ilişkilere aktarılmış. Bu kavramı ilerleyen zamanlarda «Kavramlarla Politik Dünya” yazılarının bir parçası olarak detaylı şekilde ele almayı düşündüğümüzden şimdilik kısaca, hegemonya ve karşıt hegemonya oluşturma süreci olarak tanımlayabiliriz.

Ortadoğu´daki mevzi savaşının temel tarafları emperyalizm ve emperyalizme direnenler. Ortadoğu´da yerleşik «meşru” siyasi aktörler, «gayri meşru siyasi aktörler”; Ortadoğu dışında ama bölgeyle ilgisi olan aktörler; yerel, ulusal, uluslararası medya kuruluşları, bilinçli ya da biliçsiz olarak Ortadoğu halkları ve diğer halklar esas olarak bu eksende bölünmüş durumda. Her iki taraf da homojen bir bütün değil ve elbette güce, kısa ve orta vadeli çıkara göre saf değiştirenleler, ortalıkta gezininler, rengini belli etmeyenler de var.

«Emperyalizm” tarafında kabaca (kendi aralarında da iç çekişmeleri olan) mali sermayedarlar onların hükmettiği emperyalist devletler, onların yardakçıları komprador burjivazi denetiminde çoğunlukla «ılımlı islamcı” ya da «harbi islamcı” özellikle sünni kukla hükümetler, bu kukla hükümetler ve emperyalist devletlerle nişanlı terörist örgütler ve vaktiyle zaten egemenlerin çıkarı için oluştutulmuş uluslararası hukukun «gerekli” hükümleri bulunuyor. Amaçları ortada. Mali sermayenin egemenliğini sürdürecek her tür mekanizmanın işletilmesi, iktidarlarının devamı, iktidarlarının ve mali sermayenin devamlılığını garanti altına alacak sınır değişikliklerinin yapılması, insan dahil olmak üzere değerli her kaynağın «verimli” şekilde metalaştırılması (sömürü de diyebiliriz). Söylemler, emperyalist bloğun hangi bileşeni olduğuna göre değişiyor elbette. Kamuoyu tepkisini hesaba katmak zorunda olan aktörler (daha ziyade iktidara seçimle gelmiş olanlar) en çok «insan hakları”, «demokrasi”, «barış” diyor. Ölümü göze alacak insana sırtını dayayanlar ise, Allah, peygamber/şeriat, cihad. Söylemlerdeki çelişki çok bariz ve bloğun dayanıksızlığına da işaret ediyor aslında. Bir yandan yer yüzündeki insana, halkın yönetimine ve barışa vurgu yapılmak zorunda kalırken, öte yandan metafizik, ilahi adalet ve savaş vurgulanıyor.

Emperyalizme direnenler bloğu da oldukça farklı birçok aktörü içeriyor. Bunlar arasında emperyalizme karşı olmayı etkin bir politika olarak belirlemiş anti-emperyalist aktörler olduğu gibi, yalnızca emperyalizmin doğrudan sonuçlarına karşı çıkan daha edilgen aktörler de olduğundan anti-emperyalist blok demek yerine emperyalizme direnenler demeyi daha doğru bulduk. Emperyalizme direnenlerin başında emperyalistlerin hedef aldığı ülkelerin yönetimleri, halkları, hedef ülkelerde emperyalist denetimin kurulması çıkarlarına zarar verecek olan büyük devletler, bu ikisi ile yakın ilişkisi olan Batı´nın terörist dediği örgütler (Lübnan Hizbullahı gibi), akıl ve vicdan sahibi, ana akım medya dışında basın organı takip etme alışkanlığı bulunan bütün insanlar, ve uluslararası hukukun «gerekli” hükümleri. Bu bloğun da amacı ortada. Emperyalistlerin açtığı ve yalnızca bir tarafın kazanacağı bu mevzi savaşının kazananı olmak. Gasp edilen ya da gasp edilmesi çok muhtemel varlıklarını korumak. Birileri kilometrelerce uzaktan parmağını şıklatıp on binlerin heba olması uğruna cebini doldurmak, koltuğunu sağlamlaştırmak derdindeyken, bölgesini, ülkesini, halkını ve elbette yine de iktidarını korumak. Eğer haklı bir savaş varsa, en haklısı emperyalizme karşı yapılanı… Söylemler yine farklılaşmakla birlikte en çok vurgu, eşitlik, egemenlik, iç işlerine saygı kavramlarına.

Mevzi savaşı, ekonomik, askeri, siyasi, kültürel tüm öğelerin yerine göre etkin olarak kullanılması gereken uzun soluklu bir süreç. Aslında yapısal bir durum. Dönem dönem her iki cephe de zaferler ve yenilgiler alıyor. Ancak tarihsel tecrübeler uzun vadeli ekonomi projeksiyonları, insan aklının ve vicdanının layık olduğu yaklaşım er ya da geç emperyalist bloğun bu mevzi savaşını kaybedeceğini gösteriyor. Emperyalist cephenin çatırdamasının ilk sinyalleri ekonomik verilerle çözümleniyor. ABD´nin siyasi ve ekonomik gücünün aşınması, yeni ve canlı ekonomik odakların sivrilmesi ve daha birçok veri emperyalist cephedeki aktörlerin yıprandığına işaret ediyor. Ama yenilip de ülkeyi terk ederken her yeri ateşe veren düşman askeri gibi değdikleri yeri yakıyorlar. Belki bunlar son çırpınışlar. Oysa ölen, tepişen fillerin altında kalan fareler değil, kana, küle ve göz yaşına hapsedilmiş bugün ve yeniden dirileceği günü bekleyen insanlık onuru…

Bunları da sevebilirsiniz