İzmir´i kim yaktı?..

Her şeyden önce bu karmaşık, kritik, gittikçe siyasal ve uluslararası düzeyde popülerleşen netameli konuya açıklık getirmeye çalışırken, bazı temel bilgi ve belgeler ışığında akademik titizlik göstermek durumundayız.. Çünkü 1922 İzmir Yangını, 1915 Ermeni Soykırımı iddialarına eklenip, (1915 – 1923) tarihsel parantezleri arası bir toplu suçlama ile 2015 yılı dolaylarında Türkiye’ye karşı gerçekleşecek bir büyük taarruzun kilit temalarından biri yapılmak istenmektedir. Biz bu yüzden akademik titizlik üzerinde durarak işe başlayalım. Şöyle ki:

1- Eğer bir rastlantı veya kaza sonucu bir yangın çıkmamış ise, hele yanan bir koca şehir ise, yangının kötü niyetli büyük bir organizasyon tarafından çıkarıldığını kabul etmemiz gerekir. Nasıl ki, koca bir şehrin yangınını söndürme görevini üstlenmiş olan İtfaiye Teşkilatı büyük bir organizasyon gerektirir ise, o yangını çıkarmak işi de yine büyük organizasyon işidir.

2- İzmir Yangını, tarihi bir olaydır, tarihin derinliklerinde sıkışıp kalmıştır. Bu yüzden tarihçi bilimselliği ve titizliği ile ele alınması gereken bir trajik olaydır. Uluslararası çıkar çevrelerinin daima adil olmayan geleneksel tutumlarına terk edilecek ve tarihçi olmayan politik yazarlarca masa başından kurcalanacak ve hüküm verilecek bir olay değildir.

3- 1922 İzmir Yangını ile, 1917 Selanik Yangını garip bir şekilde benzeşmektedir, bu Ege’nin iki yakasında ki benzer kentlerin kaderinde benzer çağrışımlar yapmaktadır. 1917 Selanik Yangını, birkaç yıl önce şehri ele geçiren Yunanistan’a büyük bir ferahlık getirmiş, çünkü sadece Türk, Müslüman, Musevi ve Dönme (Sabetayist) mahallelerini kül eden yangın büyük bir azınlık savuşturma harekatı olarak şüpheci ve eleştirel zihinlere kazınmıştır. 1922 İzmir Yangınında ise tersi olmuştur, Türkler Selanikli bir Başkumandan önderliğinde kenti kurtardıklarından birkaç gün sonra çıkan yangın sonucunda bu şehirde kendilerine karşıt Ermeni ve Rum azınlıklardan kurtulmuşlar, kendileri ile uyumlu yaşayan Hıristiyan Levantenler ve Museviler kentte yaşamaya devam etmişlerdir. Bu iki şehrin yanışı, tarihin o dönemdeki zamanın ruhunun «pek zalim” olduğuna dair önemli bir delildir. İzmir Yangını, Selanik’in rövanşı mıdır?.. Yoksa her iki kenti, aynı ekip mi yakmıştır?.. Yoksa bambaşka dinamikler mi söz konusudur?.. Zihinlerde sorular pek çok!

TARİHÇİ TİTİZLİĞİ ŞART

2010 yılında Amerika’da Steven Spielberg ile Tom Hanks tarafından çekilen «The Pacific” isimli televizyon dizisinde, 9 Eylül 1922’de İzmir’i kurtaran İstiklal Ordusu’nun İzmir’i bilerek ateşe verdiği yansıtılıyordu. Bu dizide iddia edilen yanlış tarihi bakışın paralelinde Türkiye’de kalem oynatan Zülfü Livaneli, Hadi Uluengin, Etyen Mahçupyan, Engin Ardıç, Hasan Bülent Kahraman, Emre Aköz, Ergun Babahan ve Ayşe Hür, yine birçok kalem sahibi, tarihçi olmadıkları halde, bu yargısız infazı hemen politik yazılarıyla onayladılar.

Bu haksız ve mesnetsiz siyasal içerikli iddiayı ABD’de yaptığı araştırmalarla çürüten ve yıllar öncesinden ilk karşı çıkan Prof.Türkkaya Ataöv, tarihçi Mustafa Armağan, İzmir APİKAM-Ahmet Piriştina Kent Arşivi Müzesi Müdürü tarihçi Doç.Dr.Oktay Gökdemir, «Küllerinden Doğan Şehir İzmir” isimli kitabın yazarı tarihçi Murat Köylü, Ege Üniversitesi öğretim üyelerinden ve konunun önemli takipçisi Prof.Dr. Engin Berber, «tarihçi” olduklarından doğru tarihi tespitler yapmışlar ve iftira rüzgarına karşı çıkmışlardı, yine tarihsel roman ustası Mehmet Coral da «Ateşin Gelini” ile «İzmir-13 Eylül 1922” isimli kitaplarında titizlikle konuyu inceledi ve yukarda saydığım tarihçilere paralel görüşler ve yeni belgeler sundu. (Bu konuda değerli tarihçi Mustafa Armağan’ın «İzmir’i kim yaktı?” (17 Eylül 2006), «İzmir’i Ermeniler mi yaktı?” (24 Eylül 2006), «İzmir’i Türklerin yaktığını bütün dünya biliyormuş!” (1 Ekim 2006), «İzmir Yangını, tarihin demokratikleşmesi için bir fırsat..”(8 Ekim 2006) başlıklı yazıları, son derece önemlidir ve yaftalamadan tarihçi titizliği ile tartışmanın bir örneğini sunmaktadır konu ile ilgilenenlere ve dünya kamuoyuna. Yine Prof.Dr.Engin Berber’in konu ile ilgili son seri yayınları da doyurucu ve bilgilendirici bir içerik taşımaktadır.)

«The Pacific” dizisinin sonu ibret vericidir. Gerçek tarihçilerin ve benim naçizane itiraz yazılarım ile Uğur Dündar’ın haber proğramları sayesinde Star Televizyonu’nda yaptığım konuşmalar sonucunda, diziyi Türkiye’de oynatan CNBC-E Televizyonu kamuoyuna bir açıklama yaptı. Dizideki «İzmir’i Türkler yaktı” şeklindeki ifadenin tarihsel gerçeği yansıtmadığını, dizi senaryosunun dayandığı romanda orijinalinde olmayan bu diyaloğun garip bir şekilde bilinmeyen kişilerce (!) diziye monte edildiğini fark ettiklerini kamuoyuna açıklayarak, dizideki o diyaloğu kaldırdıklarını belirttiler. Bu tarihin, dedikoduya galebesinden başka bir şey değildi. CNBC-E’yi kutladık. Bu konu tıpkı yangının başlatılması gibi her türlü provokasyona açık, bilgi kirliliği ile dopdolu bir düğümdü sanki. Bu yüzden titiz tarihçilik şarttı.

HİÇ BİR MİLLET SUÇLANAMAZ

İzmir Yangını konusunda hiçbir millet suçlanamaz.

«Türkler yaktı, Yunanlılar yaktı, Ermeniler yaktı” şeklinde kurulan cümlelerle başlayan her iddia, daha baştan çökmeye mahkumdur.

Çünkü milletler masumdur..

Ermeni Tehciri’nde (veya katliamında veya soykırımında) Ermeni halkı ne kadar masumsa, o dönemde yaşayan Türk veya Doğu Anadolu’da yaşayan Müslüman halklar da o derece masumdur. Olaylarda suçlu olan yöneticiler, onların silahlı güçleri, vahşi feodal aşiret önderleri ve kan kokan insanlık dışı ideolojik düşünceleridir.

İzmir Yangını bu bakımdan ulusal suçlama haline getirilemez.

Hangi terör örgütü, hangi çete, hangi vahşi ordu artığı, hangi kana susamış yönetici bunu yaptı?.. İşte bunu araştırmak gerekir. İzmir Yangını konusunda 30 yıldır araştırma yapan ve sözlü tarih çalışmaları gerçekleştiren bu satırların yazarı da, «İzmir’i Ermeni terör örgütü yaktı” sonucuna varırsa, bundan «Ermeniler yaktı” iddiasının çıkmasına şiddetle karşıdır. Önce bu biline..

Hele şükür, bu konuda elimizde binlerce sayfalık güvenlik (polis) tutanakları, dava dosyaları ve adli soruşturmalar, hüküm kayıtları tümüyle var ki, Balkan ve Birinci Dünya Savaşları süresince İzmir ve çevresinde büyük bir organizasyon halinde terör faaliyetleri yapan «İzmir İhtilalci Ermeni Komitesi” isimli, ünlü Taşnak’ın bir fraksiyonu olarak çalışan ve 1900’den itibaren şehir içinde ve tüm ilçe ve beldelere kadar yayılan ihtilal, terör, suikast, soygun, gasp, darp ve cinayet suçlarıyla Osmanlı’nın İzmir yönetimine silahla direnen ve saldıran bir büyük organizasyonun varlığını belgeleyebiliyoruz. (Bakınız: İzmir Ermeni İhtilal Komitesi ve Terör, Hayri Mutluçağ, Belge Yayınları, Sultan Abdülhamit Dönemi Hususi Tahkikat Komisyonu Raporları İzmir Bölümü, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Sıra No.9640)

Ve bu organizasyonun Eylül 1922’nin ilk günlerinden itibaren şehir Türklerin eline geçerse «bu şehri yakacaklarına” dair beyanlarının uluslararası belgelere geçtiğini, çeşitli raporlarda belirtildiğini yine biliyoruz.

Yine bildiğimiz en önemli tespit, Türk Ordusu 9 Eylül 1922’de şehre girerken bu Ermeni Terör Örgütü’nün şehrin içinde bulunduğudur, asla Yunan Ordusu’nun peşine takılıp Çeşme yönünde şehri terk etmemişlerdir. Bu konuda Batılı, Türk ve Yunan belgelerinde tek satır bilgi yoktur.

Burada kişisel bir anımı sunacağım. İzmir’in işgali ve kurtuluşunu yaşamış olan Meserret Hanı mücellidi (ciltçisi) büyük dayım rahmetli İzzet Altınkalem Efendi, bana çocukluğumda korkunç bir anısını anlatmıştı. Ermeni mahallesi Basmane’den başlayan 1922 büyük yangınında kendi evini kundaklayan bir Ermeni’nin, çatıya çıkarak karısına silah zoruyla emir vererek teker teker çocuklarını ateşe attırdığını, sonra karısına ateşe atlama emrini verdiğini, en sonunda elinde nargilesiyle kendisini ateşe fırlattığını anlatmıştı. Tüm aile gözlerimiz faltaşı gibi açılmış halde bu anıyı dinlemiştik. Türk nefreti o kadar büyükmüş ki, birlikte yaşanabileceğine asla inanmıyorlardı herhalde.. Ancak 600 yıl, nasıl birlikte yaşamışlardı?. Herşey, 3,5 yıllık Yunan işgali esnasında mı değişmişti?..Bu değişikliğin suçlusu Türk komşuları mı, yoksa işgali gerçekleştiren Yunan Ordusu muydu?.. Yoksa dini inançlar mıydı, milli duygulanmalar mıydı, sıradan mal-mülk-ırz-namus paylaşımı mıydı?.. İncelenmeye değer!

SOYKIRIM YASA TASARISI’NA DİKKAT

Şimdi bir hatırlatma..

2010 yılında ABD Meclisi’ne sunulan son sözde Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısı’nın ilk maddesindeki «1915-1919 yılları arasında” ibaresinin, son anda «1915-1923 yılları arasında” ibaresine dönüştürülerek oylandığını ve kabul gördüğünü hatırlayalım.

Demek ki bu yeni ve ilginç değişiklik, sözde Ermeni Soykırımı’nı 1915 ile sınırlandırmayıp, tüm İstiklal Savaşı’nı kapsayacak, dahası İzmir’in Türklerce yeniden ele geçirilişini de kucaklayacak, hatta İzmir Yangını’nı da içine çekecek şekilde genişletmektedir.

Bunun anlamı, İzmir Yangını mevzuu, «yeni bir sözde soykırım maddesi” olarak uluslararası alana çıkartılmaya hazırlanmaktadır.

«13 Eylül Soykırımı” şeklinde bir süredir dış dünyada ve Türkiye içinde bazı çevrelerin kalıcı bir şekilde belleklere yerleştirilmesi için azami gayret sarf ettikleri yeni bir sözde soykırım iddiası, böylece ünlü 1915 sözde soykırımı ile birleştirilmektedir.

GERÇEK NEDİR?

Bu olayın başlangıcı, 1992 yılında Washington’daki Ayasofia Katedrali’nde Ermeni-Rum Ortodoks Kiliseler Birliği tarafından düzenlenen ayinde, İzmir’in Türkler tarafından ele geçiriliş tarihi olan 9 Eylül’ün «İzmir Soykırımı” olarak ilan edilmesidir.

Bu tarihten 15 gün sonra ABD Temsilciler Meclisi’nde Rum lobisi yanlısı 3 üye, 9 Eylül 1922’de İzmir’i ele geçiren Türklerin Mustafa Kemal önderliğinde şehri yakarak, yıkarak 450.000 Hıristiyanı yok etmelerinin 75.yıldönümü nedeniyle bir suçlayıcı karar tasarısını imzaya açtı.

O tarihte kabul görmeyen bu karar tasarısının ekinde başta Ermeni yazar Marjorie Housepian Dopkin’in «Smyrna 1922- The Destruction of a City (The Kent State University Press, 1966)” isimli, kesin yanlı, Müslüman Türkleri daima suçlayıcı olan propaganda kitabı olmak üzere bir çok düzmece belge ve anı dokümanları sunulmuştu. Günümüze kadar uzanan «İzmir’i Türkler Yaktı” sistemli propagandasının başlangıç işaret fişeği tam bu noktadır. Ermeni akademisyenlerin bir karargahı olan Colombia Üniversitesi öğretim üyelerinden Dopkin’in kitabı, «İzmir 1922 – Bir Kentin Yıkımı, Belge Yayınları, 2012, İstanbul” ismiyle dilimize çevrilmiştir. Kitabın yayıncısı, değerli dostum Ragıp Zarakolu, bu kitaba yazdığı önsözde «İzmir Yangını, mazlum Ermeni halkının üzerine yıkılmaya çalışıldı resmi tarih tarafından. İzmir Fatihi olarak daha sonra siyasal parsa toplamak isteyen Sakallı Nurettin Paşa, İzmir yangınının baş failiydi” demektedir. Zarakolu, ne yazık ki olayı tek yönlü okumaktadır.

Oysa, aynı propagandanın 1922 yılı 9 Eylül sonrasında yenik Yunan Devleti tarafından derhal özellikle Batılı ülkeler nezdinde başlatıldığını biliyoruz. İzmir Yangını’nın gürültüsünün ardında başka bir savaşın hazırlığı vardır. Gerçekte geniş bir «Trakya Karşı Saldırısı” hazırlığına yangının kılıf olarak kullanıldığını tarihi belgeler apaçık göstermektedir.

Yunanistan, Mustafa Kemal Ordularının İzmir’i ele geçirir geçirmez, İngiltere, Romanya ve Sırp Hükümetlerine başvurarak, İzmir’i yakan Türklerden Balkanları korumak için büyük bir saldırı planı için yardım istemiştir. Bu gerçeklerin bilinmesinde fayda vardır.

Tam bu noktada sorulacak tek soru şudur: Güzel İzmir’i kim yakmıştır?..

Bu soruya verilecek dört yanıt vardır:

1- İzmir, kendi kendine yanmıştır!

2- İzmir’i, 30 Ağustos büyük yenilgisinden sonra, her yeri, her şehri, her kasabayı, Uşak’ı ve çevresini, Manisa’yı ve tüm kasabalarıyla çevresini, yaka yaka İzmir’e ulaşan Yunan Ordusu yakmıştır! Veya, kaderlerine isyan eden yerli Rumlar, panik sonucu kendileri şehri kundakladılar..

3- Şehri kanlı bir savaş sonucu ele geçiren intikamcı Türkler, İzmirli Hıristiyanlardan kurtulmak için İzmir’i yakmışlardır. Ya Mustafa Kemal gizlice kundakçılara emir verdi. Ya da, Mustafa Kemal’den habersiz biçimde radikal Sakallı Nurettin Paşa, kendi çekirdek kadrosu ile şehri kundakladı.

4- İzmir’i, Ermeni terör örgütü yakmıştır!

YUNAN ORDUSU MU YAKTI?

Bu yanıtlardan ilk ikisi doğru olamaz. İzmir Yangını’nın bir büyük organizasyon işi olduğu uluslararası yangın raporlarına geçmiştir.

Yine 9 Eylül sabahı erken saatlerde şehri terk eden Yunan Ordusu’nun, 13 Eylül günü öğle saatlerinde çıkan İzmir yangını ile bir ilgisi olamaz.

Geride bırakılan bir kundaklama örgütünün de, bunu silahlı Türk yönetimine geçmiş bir şehirde yapabilmeleri imkansız görülmektedir. Hele can derdinde ordularının peşine takılmak için ileri atılan yerli Rumlar yangınla yaygın biçimde uğraşamazlar.

Gerçekte Yunan ordusunun hemen yanı başında her Ege şehrini yakmaya sevk edilmiş askeri kundaklama birlikleri vardır, ama bu birlikler, Yunan Ordusunun peşinde şehri çoktan terk edip, deli gibi Çeşme’ye doğru tabana kuvvet kaçmaktadır. Şehir içindeki Rum şoven örgütlerinin de önceden ciddi biçimde hazırlanarak yangını başarabilmeleri zordur, çünkü onlar hiçbir zaman Türk Ordusu’nun İzmir’e kadar girebileceğine inanmamışlardır.

Bu gerçeği, 1994 yılında tam 9 Eylül günü, Yunanistan’ın en büyük özel televizyon kanalı Mega Kanal’da Niko Ghinis yönetimindeki «İzmir Yangını” proğramında ayrıntıları ve belgeleriyle sunucu Dina Ikonomu’ya açıkladım. Aynı proğramda benim ardımdan o günlerde sağ olan ve yangını bire bir izlemiş olan merhum Şeyhül Muhabirin (Muhabirler Şeyhi, üstad gazeteci) Rauf Lütfü Aksungur da Yunanlılar ve yerli Rumlar’ın yangınla ilgilerinin olmadığını kişisel anılarına dayanarak anlattı. Bu açıklamaları az sonra TRT televizyonunda da yaptık. Yunanistan’da ve Türkiye’de önemli ölçüde yankı yapan açıklamalarımız sonucunda, Türkiye televizyonlarında «İzmir’i Yunanlılar yaktı” iddiaları önemli ölçüde söndü.

TÜRKLER Mİ YAKTI?

Peki şehri Türkler mi yakmıştır?..

Her şeyden önce şehre giren ve ilk demeçlerini veren, yangın üzerine görüşlerini açıklayan başta Mustafa Kemal ve önde gelen ordu ve bürokrasi mensuplarının ifadelerine göre, kazanılan bir şehri yakmanın, kazanılan bir şehirdeki en zengin semtleri feda etmenin, kazanılan bir şehirde vahşet gösterilerek dünya kamuoyu nezdinde küçük düşmenin hiçbir anlamı yoktur.

Şehir, eğer yeniden kazanılmış ise, Hıristiyan semti de dahil olmak üzere baştan sona bir Türk şehridir artık..

Savaşı kazanan bir ordunun, körfezdeki Batılı savaş donanmasının ve Batı gözlemcilerinin burnu dibinde ne yangın çıkaracak heves ve mecali, ne de yangını söndürecek becerisi o koşullarda yoktur.

Bu bakımdan şehri Türklerin yaktığı iddiası, bire bir kesin belgeler ortaya serilmedikçe apaçık bir iftiradır. Örneğin şehrin Hıristiyan asıllı İtfaiye Müdürü, uluslararası kamuoyuna «Şehri Türkler yaktı” diye bir rapor sunmuş ise, bu belge dikkate alınır. Ama böyle bir belge yoktur, ama tam tersine resmi raporlar vardır. Şehri Türklerin yaktığına dair iddialarında ısrarcı olanlar, Falih Rıfkı Atay’ın «Çankaya” kitabındaki tek bir parağraflık kanaata (belgeye değil) dayanmaktadırlar. Kitabın ilk baskısında olan, diğer baskılarında olmayan bu cümle Türk tarafını üstü örtülü suçlamaktadır. Söyle ki:

«- İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangında sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Yunanlı kundakçılar mıydı? Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı aktarmak istiyorum. . Bu işte Nurettin Paşa’nın hayli marifeti olduğunu söyleyenler çoktu. İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Harpte Ermeniler, tehcir edildiği vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, yine bu korkuyla yakmıştık. Bunda bir aşağılık duygusunun da tesiri var. Bir Avrupa parçasına benzeyen bir köşe, sanki Hıristiyan ve yabancı olmak, mutlaka bizim olmamak kaderinde idi. İzmir’i arsa halinde bırakmak şehrin Türklüğünü korumaya kafi mi gelecekti?”.

Falih Rıfkı Atay’ın bu parağrafındaki Yunanlı kundakçıların varlığı, Nurettin Paşa’nın marifeti gibi iddialar kesin belge ve görgülere değil, dedikodulara dayanmaktadır. Ama en akıl almaz iddia, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Anadolu’daki kendi şehir ve kasabalarını ateşe vermesidir ki, bu noktada yazarın uçtuğuna kanaat getirmemek elde değildir.

Atay’ın Çankaya kitabının ilk baskısındaki bu parağrafına ve özellikle Ermeni olan Batılı yazarların (Marjorie Housepian Dobkin, Herve Georgelin, Dora Sakayan, Harry Yesayan, Marie Carmen Smyrnelis, Giles Milton vs.) kitaplarına dayanan uluslararası suçlayıcılar, Türkiye’de bunlardan etkilenen bazı yazar ve kanaat önderleri, akil adamlar, en üzücü olanı sona saklıyorum, ne yazık ki, yine İzmir çevresinde yaşayan ve fikirlerini bu yönde ısrarla yayma gayretinde olan işadamı ve yayıncı Bülent Şenocak, yayıncı Hakan Taşkıran, blog yazarı Talat Ulusoy gibi kişiler, şehrin yakılması konusunda önceleri genel olarak Türkleri, özel olarak Mustafa Kemal Paşa’yı yayınlarında, söyleşi ve konuşmalarında sorumlu tutmuşlardır.

Son zamanlarda ise Sakallı Nurettin Paşa günah keçisi yapılmıştır.

Çünkü Sakallı Nurettin Paşa, hem vatansever, hem de İslamcı kimliği ile tanınan Osmanlı kökenli muhafazakar bir Mirliva’dır. Onu suçlamak herkesin kolayına gelmektedir. Şimdi sormak lazım, Başkumandanın, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’nın, Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa’nın, şehre ilk giren ve bayrakları çeken 15.Süvari Kolordusu Kumandanı Fahrettin Paşa’nın ve diğer tüm istiklal ordusu kumandanları ve erkanlarının gözü önünde, ama onlardan gizli olarak bir Mirliva kendi başına özel gizli örgütüne dayanarak, bir koca şehri nasıl kundaklayarak yakar?.. Akıl var, izan var diye sormak gerekir.

Sakallı Nurettin Paşa, bilinen kimliği nedeniyle (eylemi nedeniyle değil) günah keçisidir.. Ama bu konuda onu suçlayan somut tek delil yoktur, hep şehir efsaneleri vardır. «Duman olan yerde, ateş olur” mu diyelim?.. Hukukta böyle bir tanım yoktur!

ERMENİLER Mİ YAKTI?

«Şehri Ermeniler yaktı” şeklinde bir iddia da geçerli olamaz, çünkü bir milleti, bir azınlık kesimi, işinde gücünde, kendi halinde bir halkı bütünüyle suçlamış oluruz.

Ama kesin uluslararası belgelere göre, Ermeni mahallesi Basmane’den başlayıp şimdiki fuarı ve Kahramanlar’ı kapsayarak, Alsancak semtini yutarak sahile uzanan ve şehrin dörtte üçünü kül eden; 13 Eylül 1922’de başlayıp 3 gün süren büyük yangında, şehri «Ermeni teröristleri” yakmıştır.

Örgüt mensupları, bunu zaten şehre Türkler girmeden önce birçok kesime, hatta İtfaiye Müdürüne, apaçık şekilde «Şehri yakmadan Türklere teslim etmeyeceklerini” belirtmişlerdir.

Şehri, Ermeni teröristlerinin yaktığına dair 3 uluslararası belgeyi burada ifade etmek yeterlidir. Oysa daha yüzlerce belge, bu 3 önemli temel belgeyi doğrulamaktadır. Bu üç belge şunlardır:

1- Greskoviç Raporu.

2- Prestiss Raporu..

3- Dumesnil Raporu.

Paul Greskoviç, yangın sırasında İzmir İtfaiye Müdürü’dür. Ancak Osmanlı Devleti’nin bir görevlisi sanılmasın. İzmir’in Hıristiyan kesimini sigorta eden Batılı Sigorta Şirketleri Konsorsiyumu’nun kurduğu İtfaiye Teşkilatı’nın müdürüdür.

Avusturya asıllı bir Hıristiyan olan Paul Greskoviç, yangın sırasında tuttuğu resmi notlarını İstanbul İşgal Kuvvetleri Kumandanları’ndan Amiral Bristol’a tevdi etmiştir. Bu rapor, «ABD Kongre Kütüphanesi Amiral Bristol Koleksiyonu” evrakları arasında «38 Genel Yazışmalar” dosyası içindedir. Rapor, Ocak 1923 tarihinde Kongre Kütüphanesi’ne intikal etmiştir. Bu evraktan dünya kamuoyunu ilk haberdar eden Prof.Türkkaya Ataöv’e burada şükranlarımı sunarım. Bu belgelerin Türkiye basınında ilk yayınlandığı tarih, 24.9.1986, Milliyet Gazetesi, «Düşünenlerin Düşüncesi” sütunudur. Ataöv’ün İleri Yayınları’ndan basılan «Ermeni Belge Düzmeciliği” kitabı, bu konuda en ciddi araştırmaları kapsar. Kutluyoruz.

Paul Greskoviç Raporu, 13 Eylül 1922’de İzmir’in Ermeni Mahallesi olan Basmane’den, tam 25 ayrı kundaklanmış binadan büyük patlamalarla çıkan müthiş yangının, rüzgarın tersine esmesi neticesinde, Kadifekale’den Bayraklı’ya doğru, tüm Hıristiyan mahallesini 3 gün içinde yine rüzgarın şiddeti sebebiyle yakıp kavurduğunu belirterek, yangını Ermeni çetelerinin çıkardığını apaçık belirtmiştir.

Raporundaki birçok tespit arasında şu tek cümle yetmez mi?

«- İtfaiye efradı yangın kulesinde nöbet beklerken Ermeni Kilisesinde ve diğer yüksek mevkilerde kiremitlerden, Ermenilerin faaliyetlerini dürbün ile gördüler ve bana söylediler. Ermeni Kilisesinin çan kulesinden parolalı muhabereler olduğunu da gördüler. Üç gün zarfında Ermeni mahallesinden Tepecik mahallesine kadar çıkan yangınların adedi ve bu yangınlarda müşahede ettiğim ahval, itfaiyenin 30 senelik istatistik cetvelinde görülmemiştir.”

Denizden şehrin içine doğru esen İzmir’in klasik rüzgarı (imbat) sayesinde şehrin bir kesiminde toplanmış Türk, Müslüman ve Yahudi mahallelerinin yakılması planlanmıştı. Kader, o tarihte rüzgarı ters yönde fırtına şeklinde 3 gün boyunca estirince, hesapta olmayan kesim, yani Hıristiyan mahalleleri yanmıştır. Provokasyon böylece ters tepmiştir.

ABD RAPORUNDA YANGIN

Yine «Amiral Bristol Koleksiyonu – 38 Genel Yazışmalar Dosyası” içinde bir önemli belge daha vardır.

ABD’nin Ortadoğu Yardım Komisyonu (Near East Relief) Başkanı Mark O. Prestiss, yazdığı raporda birebir yaşadığı yangın hakkında Paul Greskoviç’in görüş ve tespitlerine tamamen katıldığını ve kendi raporuyla da yangın çıkaran unsurların Ermeni çetelerini işaret ettiğini belirtmektedir.

Greskoviç ve Prentiss raporları, eğer başlarına bir internet saldırısı gelmemiş ise, internetten İngilizce olarak bulunabilir.

Yine körfezde bulunun Fransız gemisinde görevi başında olan Fransız Amirali Dumesnil, 28 Eylül 1922 tarihli raporunda şehri Ermeni kundakçıların yaktığını derinlikli analizlerin sonucunda açıklamaktadır. Amiral’in raporunda 4 numaralı saptama ibret vericidir:

«Rum ve Ermeni mahallelerinde çok sayıda cephane ve çok miktarda yanıcı ve patlayıcı malzeme depoları vardı. Bir hayli zaman öncesinden beri, bütün Hıristiyanları moralman baskı altında tutmak için, İzmir’in Türklere bırakılmaktansa tahrip edileceği fikri üzerine propaganda yapıldığı tespit edilmişti. Bu şekildeki söylentiler binlerce defa başta bizim Genel Konsolos olmak üzere Fransızların kulağına gelmişti”.

Bu raporun tafsilatı için Doğan Kitap’tan çıkan Mehmet Coral’ın «13 Eylül 1922’de İzmir’i Kimler Yaktı – Ateşin Gelini” kitabına bakılabilir. Rapor, APİKAM-İzmir Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesinde bulunmaktadır. Doç.Dr.Oktay Gökdemir tarafından ülkemize kazandırılmıştır.

Şimdi sormak lazım..

Şehri, Türkler, Sakallı Nurettin filan yaktı diye kalem oynatanlar, bir kere bile olsa bu yabancı raporlardan niye söz etmezler?.. Böyle gazete makalesi mi olur?.. Böyle yazar mı olur?..

GAZİ’NİN TELGRAFI

Yangından birkaç gün sonra Başkomutan Gazi Mustafa Paşa adına Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey’in Batılı devletlerin Müttefik Komutanlığı’na gönderdiği, 17 Eylül 1922 tarihli önemli ve acil damgalı mektubu da, yangını araştıranlar için bir belge hüviyetindedir (Bilal Şimşir, «Atatürk ile Yazışmalar”, Kültür Bakanlığı, 1981):

«- Amiral Dumesnil’e..

İzmir Yangını hakkında aşağıdaki yorum yapılmıştır. Ordumuz şehre girdikten sonra alınması gereken tüm önlemler tarafımızdan alınmıştır. Ancak Rum ve Ermenilerin, Türk Ordusu İzmir’e girerse şehri yok etme kararı için önceden planları olduğunu öğrendik. Konuşmalarda bu konu, Metropolit Hrisostomos’un bulunduğu kilisede, ‘Müslümanları ve İzmir’i yakmanın dini bir görev olduğu’ yönünde telkinde bulunulmuştur. Tahrifatın büyüklüğüne bakıldığında, bunların çok iyi organizasyon içinde oldukları gözükmektedir. Bu olayı onaylamak için çok sayıda görgü tanığı ve belge ele geçirilmiştir. Askerlerimiz her şeyi ile bu yangını söndürmek için çalışmışlardır. Artık bundan sonra resmi bir soruşturma başlatılmıştır. İzmir’de bulunan çeşitli uluslardan mütevellit muhabirler de bu konuyu araştırmaktadırlar. Hıristiyan nüfusa iyi bir bakım, yaralananların tedavisi ve mültecilerin yerlerine iadesi işlemleri devam etmektedir”.

ZAMAN HER ŞEYİ GÖSTERECEK

Şehri, Türklerin yakmayabileceğine dair nice belgeden bir tanesini sunalım:

«Donanma Bakanı’na: Hıristiyanların, terk etmeden önce kendi evlerini ateşe vermiş olabilecekleri, iç bölgeleri tahliye ederlerken kendi köylerini yaktıkları gerçeği göz önüne alındığında ihtimal dahilinde gözükmektedir… Amiral Mark L. Bristol, 27 Mart 1924”.

Bunlara benzer elimizde, daha onlarca belge, yüzlerce anı, sayısız bilgi vardır..

Ama tam tersine kişisel anılar ve yazılı ifadeler de vardır..

Titiz tarihçi, bu bilgi yığını ve kirliliği içinden gerçeği aramak ve bulmak zorundadır.

Bir kitapta rahmetli Gülfem Kaatçılar İren’le yapılan sözlü tarih çalışmasında, bu çok yaşlı hanımefendinin «İzmir’i biz yaktık” dediği nakledilir. Bu cümle, birçok kitaba, internet sitesine ve Ermeni bloglarına girdi. 27 Mayıs 1960 sonrası dönemde Eski Ticaret Bakanlarından Cihat İren’in eşi olan bu dostumuz hanımefendiyi ziyaret ettiğimizde bu cümleden haberi olmadığını bize ısrarla söyledi, biz de bunu noter ifadesi ile belgeledik.

Tarihi çarpıtma çalışmaları ustaca yapılmaktadır.

Gerçek budur!

Ama uluslararası bir intikam operasyonu karşısında bütün bu gerçeklerin bir anlamı var mı acaba?..

Tek yanlı araştırmalar, yapılacak dev bütçeli Hollywood filmleri, yurt dışında veya içerde tek yanlı yazılacak acılı romanlar, bestelenen ve ünlü şarkıcılarca büyük meydanlarda söylenecek ağlatıcı şarkılar, uluslararası yasa tasarısı kulisleri, uluslararası lobi çalışmaları, dahası bizzat Türkiye halkının beynini yıkama iç operasyonları, hatta İzmir Yangını propagandalarını ülkemize yönelen klasik terör saldırılarının bir yeni psikolojik dayanağı yapma çalışmalarına, bu bilimsel gerçeklerin bir faydası olacak mı acaba?..

Toprağı bol olsun, sevgili İzmirli Hıristiyan dostum Ressam Jak Edizel, yıllar önce teybime dokuz yaşındayken İzmir’in Ermeni kökenli eşkiyalarca nasıl ateşe verildiğini, evlerinin yanışını, yangından kaçarken bir Türk askerinin nasıl onu koruduğunu, kucağına aldığını ve «vantilatör” denilen elle oynatılan bir oyuncak verdiğini, yıllar sonra kendisi ressam olunca «Akıncılar” ismini verdiği tabloda İzmir’e giren Türk süvarilerin resmederken en öndeki askeri, yangında kendisini kucağına alan askere benzettiğini heyecanla anlatmıştı, çok ileri yaşında. Ben de sağlığında bunları yayınladım (Bakınız, Yaşar Aksoy, «Jak Edizel’in Anıları”, Yeni Asır, 18 Şubat 1990). Yıllar sonra Jak Edizel’in Kanada’da yaşayan film senaristi ve yönetmeni kızı Loren Edizel, yazdığı ve Türkçeye de çevrilen «İzmir’in Hayaletleri” romanında (Şenocak Yayınları, İzmir, 2008), kentin yanan kesiminde çekilen acıları pek güzel anlattı, küçük yardımlarımdan dolayı bana da teşekkür etmiştir..

Herkesin, her kesimin, işgalin başladığı 15 Mayıs 1919’dan başlayıp 1922 yangını sonrasına kadar sonsuz acılar çektiği apaçıktır. Herkes bu beladan nasibini aldı. Peki gerçekte kim suçluydu?..

Bu toprakları işgal edenler mi, işgale karşı silaha sarılanlar mı?..

Ne yazık ki..

Gerimizdeki zamanın gerçeği, zamanla şekil değiştirebiliyor.

Peki önümüzdeki zaman neyi ispatlayacak?..

İntikam için uydurulan yalanların zaferini mi?..

Çıplak gerçeği mi?

Peki hangi gerçeği?..

Gerçeğin de, «birçok yüzü” olabileceğini unutmayalım.

Yeter ki, yeniden yazılmaya çalışılan tarih, yeni düşmanlıklara kaynaklık etmesin!

Önemli olan intikam değil, sonsuz ilahi barıştır!

Yalnızca masum Müslümanlara değil, tek bir masum Hıristiyan’a, tek bir masum Musevi’ye bile zarar vermeyen, aydınlatıcı, nefret söylemlerini söndürücü bir araştırmacı tarih yazıcılığı, geleceğimizi yazabilmeli..

«Gerçek Tarih” bu olsa gerek!..

2015’E HAZIR OLALIM

Burada bir eklemeyi zaruri olarak yapmak durumundayım. Ben resmi tarihçi değil, titiz ve bilimsel tarihçiliği «tarihçi bir anneden” sabırla öğrenen ve bunu bir ömre yayan bir gazeteci ve araştırmacıyım, daima gerçeğin yanındayım. İzmir’i Türklerin ve Atatürk’ün yaktığına dair en küçük bir işaret ve belge bulsam hiç tereddütsüz yayınlarım. Bu konuda şehri 9 Eylül’de Yunan Ordusundan geri alan Türk kesiminin bir suçu olacağına dair yazılı veya mantıki hiçbir delile rastlamadığımdan, büyük bir haksızlığa karşı çıkmak için 1985’ten itibaren konuyu sürekli araştırdım, sonunda konu ile ilgili hazırlamakta olduğum kapsamlı kitabımdan önce bu özet araştırmayı yayınladım.

Tam bu noktada «İzmir yangını yalnızca akademisyenlerin ilgi alanına girer, başkaları bu işe karışmasın” şeklindeki kariyerist yaklaşımı da komik buluyorum. 2015 Yılı’nda Büyük Ermeni Diaspora Taarruzu’nda İzmir Soykırımı (!) gündeme gelince, akademik çalışmaların bitirilmesini mi bekleyeceğiz, yoksa her uluslararası platformda, New-York’tan Paris’e, Berlin’den Atina’ya, Edirne’den Kars’a, gerçeği, yalnızca gerçeği söylemek için mücadele alanlarına mı atılacağız?

Biz ikinci yolun ısrarlı yolcularıyız!..

(Bu yazı, İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği 2012 Hasan Tahsin Gazetecilik Yarışması’nda Araştırma Dalı’nda birincilik ödülünü kazanmıştır. 15 Mayıs 2013 tarihli ödül töreninin İzmir Yangını’nın planlandığı ve kundakçıların yuvalandığı Basmahane Aya Vukla Kilisesi’nde gerçekleşmesi tarihin garip bir cilvesi olarak kayıtlara geçmiştir.

İzmir Yangını konusunda en doyurucu görsel belgesel Yaşar Aksoy’un sunucu-konuşmacı olarak katıldığı iki bölümlük ve Ulusal Kanal’da yayınlanan «İzmir Yangını” isimli proğramlardır ve her 13 Eylül günü tekrar yayınlanmaktadır. Tavsiye ederim. )

Bunları da sevebilirsiniz