Barak Obama’nın Orta Doğu Gezileri

Filistin topraklarında işgal ve etnik temizlik devam ederken Başkan Obama´nın Mart ortasında İsrail´i ziyaret etmesi ve ABD´nin Siyonist devlete olan desteğini yinelemesi bekleniyor. Tam da bu nedenle Obama´nın ziyaretinin özellikle de ABD´nin Irak işgali zihinlerde tazeliğini korurken ve ABD´nin süreegiden Afganistan fiyaskosu bu kadar açıkken bölge insanlarının olumlu etkileneceğini düşünmek oldukça zor gözüküyor. Sadece 12 Temmuz 2006´da İsrail´in Lübnan işgaline 27 Aralık 2008 ve 14 Kasım 2012 deki Gazze işgallerine verilen desteği hatırlamak ve Arap ayaklanmalarıyla başlayan ve halen süren keşmekeşi düşünmek ABD´nin Orta Doğu bögesinde oynadığı olumsuz rolü teslim etmek için yeterli olacaktır.
Obama’nın İsrail’e gidişi tüm bu arka planla birlikte dikkate alındığında şu soru karşımıza çıkıyor. Obama neyi başarmayı umut ediyor? Bunun yanıtı verilirken Obama’nın önceki Orta Doğu gezilerini hatırlamak önemli olabilir.
Obama 6 Nisan 2009’da Türk Parlamentosuna seslenirken Türkiye’nin «Avrupa’nın önemli bir parçası olduğunu vurgulamış «laik demokrasisini” övmüş ve ABD ile güvenlik ve ticaret konusundaki uzun geçmişine referans vermişti. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine destek vermiş, İsrail-Filistin çatışmasının çözümünde, Irak’ta istikrar sağlanmasında ve ABD ile İran arasında bir uzlaşının elde edilmesinde Türkiye’nin desteğini ararken onun «Doğu ile Batı arasındaki köprü” rolünün altını çizmişti.
Obama 4 Haziran 2009’da Kahire’de «Müslüman Dünyaya” seslenirken Ankara’da dile getirdiği temanın aynısını «Amerika’nın İslam’la bir savaşının olmadığını ve hiçbir zaman da böyle bir şeyin olmayacağını yinelemişti. Daha sonra demokrasiden, (İsrail’in nükleer silah varlığından söz etmeden) nükleer meseleden, Irak ve Afganistan’dan askerlerin çekilmesinden, «aşırı uçların şiddet kullanımından” dini özgürlüklerden, kadın haklarından ve ekonomik kalkınmadan söz etmişti. Ama en kritik nokta İsrail-Filistin çatışmasıydı. Obama ABD ile İsrail arasındaki «çözülemeyecek” bağdan söz eder ve İsrail’i «Yahudi vatanı” olarak tanımlarken bu topraklarda Filistinliler´e karşı uygulanan ırkçılığı göz ardı ediyordu. İsrail’e yerleşimlere son vermesi çağrısında bulunuyor ancak uluslararası hukukun gerektirdiği üzere onların yıkılmasından söz etmiyordu. Filistinliler´in «bir vatana sahip olma yolunda” çektiği acıların farkında olduğunu belirtirken iki devletli çözüme desteğini yineliyordu. Ancak böylelikle aslında Filistinliler´in geri dönüş hakkını ortadan kaldırıyordu. Üstelik Obama’nın Filistin Ulusal Yönetimi’ne «yönetme kapasitesini geliştirmesini” salık verirken bu kapasitenin gelişmesini engellemede İsrail’in rolünden bahsetmemesi en azından samimiyetten uzak bir davranıştı. Sadece Mübarek gibiler ve onların destekçileri Obama’nın «Müslüman Dünya” ya verdiği öğütlere hayranlıkla kendini kaptırdı. Arap kitlelerinin bu aldatıcı söyleme tepkilerini ise ayaklanmalarda okumak mümkün.
ABD ve müttefiklerinin Libya ve Suriye’de İslamcı teröristlerle yaptığı işbirliği Obama’nın 2009’da demokrasi, özgürlük, şiddete başvuran aşırı uçlar ve kadın hakları hakkında söylediklerinin hepsine darbe vurdu. ABD’nin Müslüman Kardeşler ve Arap dünyasındaki diğer İslamcılarla olan işbirliği Tunus’ta ve Mısır’da ayaklanan kitlelerin taleplerini boşa çıkararark ABD yanlısı İslamcılar´ın yönlendirdiği rejimleri karşımıza çıkardı. Görünen o ki, «yumuşak” İslamcılar´ı ifade eden Türk modeli nihayet birkaç Arap devletinde ortaya çıktı ve ABD desteğiyle gelişmeye hazır. Ne var ki, Tunus ve Mısır sokakları bir kez daha yangın yerine döndü ve ABD ve bölgedeki müttefiklerinin niyetlendiği şekilde Suriye devletini dağıtmaya çalışan cihatçı savaşçılar henüz başarıya ulaşamadı.
Bu gelişmeler ayaklanmalar öncesinde bölgede sahip olduğu egemen pozisyonunu tekrar elde etme çabası içinde olan ABD’yi emperyal rotasını tekrar değerlendirmeye tabi tutmaya zorladı. Obama’nın beklenen ziyareti Amerikan stratejik hedeflerine ulaşmak için yeni bir vizyon oluşturma çabası içinde yerini buluyor. Bu süreçte Israil’in ABD’nin planlarına katkıda bulunma hatta etkileme karşılığında onunla sıkı bir pazarlığa oturacağı beklenebilir. Sonuçta Obama’nın «Müslüman Dünyaya” gerçek mesajı İsrail’den verilecek ve hatıralarımıza barış ve insan haklarıyla ilgili ifadelerle üstü örtülmüş konuşulmayan hakimiyet söylemleri olarak kazınacaktır.
Ancak hakimiyet kurma çabaları karşısında verilen direniş henüz bitmemiştir ve üçüncü bir Filistin intifadası yakında gelişebilir. Uzaktaki bu gürültünün giderek yaklaşan seslerini duymak mümkün.

Filistin topraklarında işgal ve etnik temizlik devam ederken Başkan Obama´nın Mart ortasında İsrail´i ziyaret etmesi ve ABD´nin Siyonist devlete olan desteğini yinelemesi bekleniyor. Tam da bu nedenle Obama´nın ziyaretinin özellikle de ABD´nin Irak işgali zihinlerde tazeliğini korurken ve ABD´nin süreegiden Afganistan fiyaskosu bu kadar açıkken bölge insanlarının olumlu etkileneceğini düşünmek oldukça zor gözüküyor. Sadece 12 Temmuz 2006´da İsrail´in Lübnan işgaline 27 Aralık 2008 ve 14 Kasım 2012 deki Gazze işgallerine verilen desteği hatırlamak ve Arap ayaklanmalarıyla başlayan ve halen süren keşmekeşi düşünmek ABD´nin Orta Doğu bögesinde oynadığı olumsuz rolü teslim etmek için yeterli olacaktır.

Obama’nın İsrail’e gidişi tüm bu arka planla birlikte dikkate alındığında şu soru karşımıza çıkıyor. Obama neyi başarmayı umut ediyor? Bunun yanıtı verilirken Obama’nın önceki Orta Doğu gezilerini hatırlamak önemli olabilir.

Obama 6 Nisan 2009’da Türk Parlamentosuna seslenirken Türkiye’nin «Avrupa’nın önemli bir parçası olduğunu vurgulamış «laik demokrasisini” övmüş ve ABD ile güvenlik ve ticaret konusundaki uzun geçmişine referans vermişti. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine destek vermiş, İsrail-Filistin çatışmasının çözümünde, Irak’ta istikrar sağlanmasında ve ABD ile İran arasında bir uzlaşının elde edilmesinde Türkiye’nin desteğini ararken onun «Doğu ile Batı arasındaki köprü” rolünün altını çizmişti.

Obama 4 Haziran 2009’da Kahire’de «Müslüman Dünyaya” seslenirken Ankara’da dile getirdiği temanın aynısını «Amerika’nın İslam’la bir savaşının olmadığını ve hiçbir zaman da böyle bir şeyin olmayacağını yinelemişti. Daha sonra demokrasiden, (İsrail’in nükleer silah varlığından söz etmeden) nükleer meseleden, Irak ve Afganistan’dan askerlerin çekilmesinden, «aşırı uçların şiddet kullanımından” dini özgürlüklerden, kadın haklarından ve ekonomik kalkınmadan söz etmişti. Ama en kritik nokta İsrail-Filistin çatışmasıydı. Obama ABD ile İsrail arasındaki «çözülemeyecek” bağdan söz eder ve İsrail’i «Yahudi vatanı” olarak tanımlarken bu topraklarda Filistinliler´e karşı uygulanan ırkçılığı göz ardı ediyordu. İsrail’e yerleşimlere son vermesi çağrısında bulunuyor ancak uluslararası hukukun gerektirdiği üzere onların yıkılmasından söz etmiyordu. Filistinliler´in «bir vatana sahip olma yolunda” çektiği acıların farkında olduğunu belirtirken iki devletli çözüme desteğini yineliyordu. Ancak böylelikle aslında Filistinliler´in geri dönüş hakkını ortadan kaldırıyordu. Üstelik Obama’nın Filistin Ulusal Yönetimi’ne «yönetme kapasitesini geliştirmesini” salık verirken bu kapasitenin gelişmesini engellemede İsrail’in rolünden bahsetmemesi en azından samimiyetten uzak bir davranıştı. Sadece Mübarek gibiler ve onların destekçileri Obama’nın «Müslüman Dünya” ya verdiği öğütlere hayranlıkla kendini kaptırdı. Arap kitlelerinin bu aldatıcı söyleme tepkilerini ise ayaklanmalarda okumak mümkün.

ABD ve müttefiklerinin Libya ve Suriye’de İslamcı teröristlerle yaptığı işbirliği Obama’nın 2009’da demokrasi, özgürlük, şiddete başvuran aşırı uçlar ve kadın hakları hakkında söylediklerinin hepsine darbe vurdu. ABD’nin Müslüman Kardeşler ve Arap dünyasındaki diğer İslamcılarla olan işbirliği Tunus’ta ve Mısır’da ayaklanan kitlelerin taleplerini boşa çıkararark ABD yanlısı İslamcılar´ın yönlendirdiği rejimleri karşımıza çıkardı. Görünen o ki, «yumuşak” İslamcılar´ı ifade eden Türk modeli nihayet birkaç Arap devletinde ortaya çıktı ve ABD desteğiyle gelişmeye hazır. Ne var ki, Tunus ve Mısır sokakları bir kez daha yangın yerine döndü ve ABD ve bölgedeki müttefiklerinin niyetlendiği şekilde Suriye devletini dağıtmaya çalışan cihatçı savaşçılar henüz başarıya ulaşamadı.

Bu gelişmeler ayaklanmalar öncesinde bölgede sahip olduğu egemen pozisyonunu tekrar elde etme çabası içinde olan ABD’yi emperyal rotasını tekrar değerlendirmeye tabi tutmaya zorladı. Obama’nın beklenen ziyareti Amerikan stratejik hedeflerine ulaşmak için yeni bir vizyon oluşturma çabası içinde yerini buluyor. Bu süreçte Israil’in ABD’nin planlarına katkıda bulunma hatta etkileme karşılığında onunla sıkı bir pazarlığa oturacağı beklenebilir. Sonuçta Obama’nın «Müslüman Dünyaya” gerçek mesajı İsrail’den verilecek ve hatıralarımıza barış ve insan haklarıyla ilgili ifadelerle üstü örtülmüş konuşulmayan hakimiyet söylemleri olarak kazınacaktır.

Ancak hakimiyet kurma çabaları karşısında verilen direniş henüz bitmemiştir ve üçüncü bir Filistin intifadası yakında gelişebilir. Uzaktaki bu gürültünün giderek yaklaşan seslerini duymak mümkün.

Bunları da sevebilirsiniz