Obama’nın İkinci Dönemi

Başkan Obama’nın 21 Ocak’ta gerçekleştirdiği ve gelecek 4 yıl için cesur ve hırslı bir programın ana hatlarını veren yemin töreni konuşması siyasal gözlemcilerin de ifade ettiği üzere Başkan’ın bugüne kadar yaptığı en etkili konuşmalardan biri oldu. Ancak buna dayanarak Amerikan iç ve dış politikasında özlü değişiklikler beklemeli miyiz?

İç siyaset alanında Obama ekonomik iyileşmenin başlamış olduğunu belirterek «orta sınıfa” refah ve yoksullara da «yardım” sözü verdi. Sosyal güvenliği, sağlık alanında sigorta ve yardımın yanı sıra ekonomik gelişmenin manivelaları olarak inovasyon ve bireysel girişimcilik üzerinde durdu. Eşcinsel ve göçmen haklarına destek verdi ve ABD’nin tolerans, fırsat ve adalet üzerinde yükseldiğini vurguladı.

Dış politika alanında savaşla geçen on yılın sona ermekte olduğunu ve ABD’nin küresel ittifakların arkasındaki güç olduğunu açıkladı. ABD’nin demokrasiye olan desteğini vurgularken devletler arasındaki anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözülmesi ve ABD’nin savunduğu değerlerin küresel barışa da yol göstermesi gereğinden bahsetti. Ancak konuşmasında Suriye’den, İran’dan ve «Arap Baharı”ndan söz etmemesi bazı uzmanların düşünmek istediği gibi mutlaka ABD’nin savaş tehdidinin gündemden düştüğü ya da yok olduğu anlamına gelmiyor.

Bir kere bu Obama’nın stratejisini ana hatlarıyla özetlediği kısa (yaklaşık olarak 19 dakikalık) bir konuşmaydı. İkincisi, dış politikanın bir etki aracı olarak savaşın kullanılması, uzaktan kumandalı insansız hava araçlarıyla yapılan saldırılar, gizli sabotajlar ve vekalet yoluyla savaşmak varken illa yüzbinlerce askeri gerektirmiyor. Suriye’deki savaş bu tür yöntemlerin bazılarına mükemmel bir örnek sunuyor.

Obama’nın ortaya koyduğu hedeflerin ne kadar cesur ve hırslı olduğuna bakılmaksızın sorulacak kritik soru aslında şu: Obama bu hedeflere ulaşabilir mi?

İç siyaset alanında ABD’yi ve aslında tüm Batı’yı vuran ekonomik kriz Obama’nın 21 Ocak 2013’te ana hatlarıyla açıkladığı refaha giden yolda ilerlemenin imkansız değilse bile zor olduğunu ortaya koyuyor.

Üstelik Cumhuriyetçiler’in ağırlıklı olduğu Kongre, Obama’yı yoksullara yardım gibi konulardaki vaatlerinden vazgeçirmek için çok yoğun bir baskı uygulayabilir. Unutulmamalı ki Obama’nın göçmenler konusunda birinci dönemdeki girişimi Cumhuriyetçiler’in itirazlarına maruz kaldığı oranda bir orta yol bulma çabası içinde sulandırıldı ve hala da pazarlık konusu olmaya devam ediyor.

Çok daha önemlisi bugün Amerikan Devleti ile şirketler arasında hızla artan içiçe geçme (federal hükümetin son mali ve ekonomik krizde şirketleri kurtarma girişimlerinde görüldüğü üzere) sonucunda Eisenhower’ın atıf yaptığı «Askeri-Endüstriyel Kompleks” adeta bir çocuk oyunu gibi duruyor oysa ortaya çıkmaya başlayan neo-faşist devletin yarattığı tehlike fevkalade gerçek. Halihazırda ABD’de yürürlükte olan kanunlar zaten bireysel özgürlükleri kısıtlamakta. Gelişmekte olan ulusal-güvenlik devleti Obama’nın açıklamalarında söz ettiği hedeflerle çatışıyor.

Uluslararası alanda ise devam eden ekonomik kriz, «ulusal çıkarlar” söz konusu olduğunda ABD’yi askeri maceralara itebilir. Amerikan ordusunun angaje edilmesi de mutlaka gerekli olmayabilir, ABD uzaktan kumandalı insansız hava araçlarıyla yapılan vuruşlar, özel taşeron şirketlerin kullanımı ve muhalifleri, komşu ülkelerden silah ve para aktararak silahlandırma gibi dolaylı savaş stratejileriyle de bunu yapabilir. ABD küresel hakimiyet mücadelesinde kritik doğal kaynaklara ve pazarlara erişim sağlamak için gruplar ve rejimlerle ittifaklar kurma çabasını da sürdürüyor.

Ortadoğu’daki gelişmeler örneğin İsrail’in uzlaşmaz tutumu nedeniyle süren İsrail-Filistin çatışması istikrarsızlık unsuru olmaya devam edecek gibi gözüküyor. Diğer taraftan konuya müdahil bir dizi devlet düşünüldüğünde Akdeniz’deki petrol ve gaz arama faaliyetleri yangını daha da körükleyecek gibi. Ortadoğu’da İslamcı unsurların artan aktivitesi ise bu ortamı daha da kötüleştiriyor. Bunun son örneklerini Tunus, Libya ve Mısır oluşturuyor.

Bu çalkantılı ortam dikkate alındığında ne Obama’nın ne de bir başkasının Ocak konuşmasında bahsedilen zor işleri uygulaması mümkün. Peki, bu kaosun tam ortasında bölgenin insanları ne yapabilir?

Yanıt: Bölge devletlerindeki ilerici seküler güçler arasında bir koalisyon kurulması. Batı’nın hegemonyasına karşı durmak için bir program gerekli. Kuşkusuz bu ne kolaylıkla ne de çabucak elde edilebilecek bir şey. Böylesi büyük bir görev çok tartışma ve planlama gerektirecek ancak bu yolda ilk adımın atılması ve bu adımın bir an önce gerçekleşmesi gerekiyor.

Prof. Dr. Ibrahim G. Aoude

Hawaii Üniversitesi-Manoa

Etnik Çalışmalar Bölümü Başkanı

Bunları da sevebilirsiniz