İzmir Yangını hakkında, 9-16 Eylül tarihleri arasında Egeli Sabah’ta yayımlanmış bir dizi-röportajda dile getirdiğim görüşlerimin ikinci kısmı aşağıdadır:
Soru: Bazılarınca iddia edildiği üzere, İzmir Yangını’ndan «sakallı” lakaplı Nurettin Paşa sorumluğu var mı?
E. Berber: Nurettin Paşa dini duyguları güçlü bir muhafazakâr; benmerkezci ve intikamcı kişiliğe sahip bir subaydı. Gayri Müslimlerden hoşlanmadığı da bir sır değildir. Kurtuluş Savaşı’nın kazanıldığı günlerde, Mütareke Dönemi’nin Ankara karşıtlığı ile bilinen nazırlarından Ali Kemal’in İstanbul’dan kaçırılarak İzmit’te; İzmir Rum Metropoliti Hrisostomos’un ise, vilayet konağı önünde (veya Kemeraltı Çarşısı’nda) linç ettirilmesi, Nurettin Paşa tarafından tezgâhlanmıştı. Merkez Ordusu Komutanı iken, asayiş ve inzibatı sağlamak için aldığı sert önlemler anımsandığı ve Yunanlılarca yakılıp-yıkılmış kent ve köylerin sefil ve perişan halde gezinen Türk sakinlerini bizzat gördükten sonra, İzmir Yangını’nı da tezgâhlamış olabileceği akla geliyor. Nitekim Falih Rıfkı’nın da aklına gelmiş. ‘Nurettin Paşa’nın kısa görüşü acı biten iki olaya neden olmuştur. Biri İzmir’in büyük yangını, diğeri Gazi Kemal’in bu yangın münasebetiyle yerleştiği otelden, Latife Hanım’ın Göztepe’deki evine yatılı misafirliktir’ diyen Fevzi Paşa’da, açıkça Nurettin Paşa’yı işaret etmiştir (Süleyman Külçe, Mareşal Fevzi Çakmak, Askeri Hususi Hayatı, Birinci Cilt, 1953, s. 236). Ancak sırf birilerinin aklına geldiği ve bunu söyleyip yazdıkları için, Nurettin Paşa’yı İzmir Yangını’ndan sorumlu tutmak ilmen doğru olmadığı gibi, insafsızlıktır. Ben üç sebepten ötürü, Nurettin Paşa’nın İzmir Yangını’ndan sorumlu tutulamayacağını düşünüyorum.
1. Paşa’nın böyle emrettiğini gösterir resmi bir belge ortalıkta yoktur. ‘Kendisini ele verecek bir şey yapar mı? Sözlü emir vermiştir’ denebilir. Denebilir ama varsayımlar üzerine geçmiş bilgisi inşa etmek mümkün değildir. Böyle belge yaratıp yazmak suretiyle üretilmiş metinlere ‘pehlivan tefrikası’ denir ki, bunların akademik değeri yoktur, sadece zihni kirletir.
2. Nurettin Paşa, kişiliği ve Gayri Müslimlere olumsuz bakışından ötürü hedef tahtası yapılmaya son derece uygun bir isimdi. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, Aydın Valisi (İzmir’de) ve 17. Kolordu Komutanı olarak görev yaparken Rumlarca, Aydın Rumlarının katledilmesi için, Aydın’daki Jandarma subaylarına gönderdiği iddiasıyla iki belge ortaya çıkarılmış, Osmanlı Hükümeti Paşa’yı görevlerinden alarak İstanbul’a çağırmıştı. Paris Barış Konferansı’nca, 15 Mayıs 1919 günü ve sonrasında, İzmir ve civarında olup bitenlerden Yunan Ordusu’nun sorumluluğunu araştırmak üzere bölgeye gönderilen Uluslararası Tahkikat Komisyonu, söz konusu iki belgenin düzmece olduğunu ortaya çıkarmıştı (Bu konuda ayrıntılar ve Yunan Tarihçi Neoklis Sarris ile polemiğim üzerine bkz. Engin Berber, Yeni Onbinlerin Gölgesinde Bir Sancak: İzmir 15 Mayıs 1918-15 Mayıs 1919, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999, s.s. 20-22).
3. Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa, yangın başladıktan bir gün sonra, yani 14 Eylül akşamı, Garp Cephesi Komutanlığı’na bir harp raporu gönderir. Paşa bu raporunun ilk maddesinde şöyle diyor: ‘İzmir şehrinde başlayan yangın şu an devam etmektedir. Söndürülmesine çalışılmakta olup, yakında önünün alınması muhtemeldir. Yangının söndürülmesi için Ermeni Mahallesi’ne gidenlere, bazı binalardan bomba ve silah kullanılmıştır. Yangının Ermeni ve Rumların milli teşkilâtının tertibiyle olduğu ve bunların İngiliz Konsolosu’ndan son iki gün zarfında gördükleri teşvik ile yaptıkları istihbar edilmekte ve de bu husus bazı yabancılar tarafından teyit olunmaktadır. Yangında evleri yanan bütün Hıristiyanlar ve ecnebi tebaası, yangının Ermeniler tarafından kasten yapılmakta olduğunu söylemektedirler. Yangın faillerinin birkaçı ölmüş ve bir miktarı da suçüstü halinde yakalanmıştır’ (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, 17/64, Vesika No: 1453). Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi’nin bu belgeyi, İzmir Yangını konusunun yerli yabancı birilerince hiç suiistimal edilmediği 1960’lı yıllarda yayımlamış olduğunu hatırlatmak isterim. Nurettin Paşa’nın, henüz yangın devam ederken, ileride sorumlu tutulurum kaygısıyla bu harp raporuna gerçek dışı ifadeler koyduğunu iddia edebilecek olanlara, ancak öküzün altında buzağı aramayı bırakın diyebilirim.
Soru: Peki, İzmir Yangını’nı Yunan Ordusu, Rumlar ve Ermenilerin çıkardığı neye dayanarak öne sürülüyor?
E. Berber: Çok sayıda belgeye. Bunların en bilineni, İzmir Sigortaları İtfaiye Şefi Grescovich’in, ‘İzmir Sigortaları İtfaiye Kumandanı Mösyö Greskoviç’in İzmir Büyük Yangını Hakkındaki Raporu (İstanbul: Hüsnü Tabiat Matbaası, 1339)’ başlıklı olandır. O tarihlerde İzmir Körfezi’ne demirli Fransız savaş gemilerine komuta eden Amiral Dumesnil’in taraf olduğu iki görüşmenin tutanakları (ilki: 11 Eylül’de Nurettin Paşa, ikincisi: 15 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa ile yapılmıştır) ile Fransız yetkililerine göndermiş olduğu çeşitli telgraf-raporlar da önemlidir ki, bunlar Enis Tulca tarafından derlenerek yayımlanmıştır (Documents Francais Sur L’Occupation Grecoque Anatole, Center for Strategic Research, Some Papers, 4, s.s.165-173). Near East Relief isimli bir Amerikan yardım kuruluşu adına İzmir’de bulunan ABD Mühendisi Mark Prentiss’in 1923 Ocağı’nda Amiral Bristol’a sunduğu, günümüzde Kongre Kütüphanesi’nin, Bristol Belgeleri (Bristol Papers) başlıklı fonunda bulunan rapor ile İzmir’deki İngiliz Konsolosu H. Lamb’in 20 Eylül tarihli bir raporunu bunlara ilave etmek gerekir. Ayrıca yayımlandığı halde nedense pek kullanılmayan, Harp Tarihi Vesikaları Dergisi’nin 68. sayısındaki bir dizi vesika ile İzmir’i kurtaran Türk birlikleri arasındaki yazışmaları içeren ATASE Arşivi (Ankara) ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki çok sayıda klasör ve fonda biriktirilmiş belgeler, konunun aydınlatılması açısından son derece önemlidir.
O günlerde İzmir’de görev yapmış bazı gazetecilerce, özellikle Fransız olanlar, yapılmış haberler ile anılar ve günlükler de unutulmamalı. Falih Rıfkı’nın ‘Çankaya’ kitabından söz ederken, anılara eleştirel yaklaşılması ve ihtiyatı elden bırakmamak gerektiğini söylemiştim. Ancak günü gününe, başka bir deyişle yaşadıkça yazılan günlüklerin, anılara oranla daha güvenli başvuru kaynakları olduğu, sosyal bilimcilerin hemfikir oldukları bir konudur. Bu bağlamda, 10 Eylül günü Askeri Vali olarak İzmir’de görev başı yapan, Birinci Kolordu Komutanı İzzettin Paşa’nın (Çalışlar) günlüğünün (On Yıllık Savaş, Org. İzzettin Çalışlar’ın Not Defterlerinden Balkan, Birinci Dünya ve İstiklal Savaşları, İstanbul: Türkiye İş Bankası, 1993) ‘Büyük Taarruz, Zafer ve İzmir’e Giriş’ başlıklı bölümünde yazdıkları son derece önemlidir. Yer darlığı nedeniyle çağdaş çalışmaları sıralamak istemiyorum.
Soru: İlk olarak neden Grescovich’in raporundan söz ettiniz?
E. Berber: Çünkü Grescovich’in kaleme aldığı bu raporun, bir belge olarak çok önemli olduğuna olduğunu düşünüyorum. Grescovich, İzmir’de yangın poliçesi düzenleyen sigorta şirketlerin ortaklaşarak kurdukları bir itfaiye teşkilatının başında bulunuyordu. Türklere ve Türk makamlarına değil, çoğu yabancı sermayeli olan sigorta şirketlerine hizmet ediyordu. Osmanlı tebaasından olmadığı gibi, Türk de değildi. Bu sebepler, verdiği raporu güvenilir yapmaya fazlasıyla yeterlidir. ‘Report of Mr. Grescovich, Commender of the Smyrna İnsurance Fire Brigade on the Great Fire in Smyrna’ ismiyle İngilizcesi de basılmış olan bu rapor (Constantinople: Printing House Hunsu-Tabiate, 1922), aynı zamanda poliçe sahiplerinin, Avrupa’nın değişik ülkelerinde açtıkları davalarda, sigorta şirketlerini tazminat ödemekten de alıkoyan belgeydi. Sebep-sonuç ilişkisi kuran kronolojik anlatımı; yer ve zaman konusunda gösterdiği özenle bu raporun, İzmir Yangını’ndan Türklerin sorumlu olduğunu öne sürenlerce, bir kaynak/belge olarak neden hakkıyla değerlendirilmediği veya görmezden gelindiği anlaşılmaktadır. Esasen sadece bu davranış biçimi bile, Grescovich raporunun değerini tüm çıplaklığı ile ortaya koymakta olup, ilave söze gerek yoktur.
Soru: Bildiğim kadarıyla siz bir süre Yunanistan’da da araştırmalar yaptınız. Yunan kaynaklarını gördünüz. Yunan kaynakları İzmir Yangını’ndan kim veya kimleri sorumlu tutuyor?
E. Berber: Evet, doktora tezime malzeme toplamak için, bir bursla iki yıl kadar Atina’da kaldım. Arşiv ve kütüphanelerden topladığım Yunanca malzeme içinde, Yunan işgalindeki İzmir’in son günlerine ışık tutan belge ve bilgiler de var. Bu belge ve bilgilerin bir kısmını, ‘Sancılı Yıllar: İzmir 1918-1922’ başlığıyla yayımlanmış doktora tezimde (Ankara: Ayraç Yayınları, 1997) kullanmıştım. İzmir Yangını 13 Eylül tarihinde başladığı için, Yunan işgal makamlarına ait resmi evrak içinde, bu konuyla alakalı herhangi bir belge yok. Yangınla ilgili Yunanca malzeme daha çok, Yunanistan’a göçmüş bazı İzmirli Rumların kaleme almış olduğu metinlerdir. Olup bitenlerden ötürü, nefret söyleminin egemen olduğu bu metinlerin çoğu, fotokopi olarak kişisel arşivimde bulunmaktadır. İzmir Yangını’ndan söz eden, Yunanca yazılı çağdaş çalışmalar da, başvuru kaynağı olarak aynı metinleri kullanmaktadırlar. Özetle söylemem gerekirse, Yunan Ordusu’nun kundakçılığından hiç söz etmeyen bu metinler, yangının Ermeni Mahallesi’nden başladığı ve sorumlunun Türkler olduğu konusunda ağız birliği etmektedir. Yeri gelmişken, Yunan Ordusu’nun kundakçılığını itiraf etme dürüstlüğü gösteren, Yunanlılarca kaleme alınmış bir-iki kitabın olduğunu da söylemek isterim. Jeffrey Eugenides’in, Pulitzer Ödüllü ‘Middlesex’ isimli romanı (Çev. Solmaz Kâmuran, İstanbul: İnkılâp, 2002, s. 58), bunlardan biridir.
Soru: Yunan işgali yıllarında Anadolu ve İzmir Yangını’nı konu alan bir TV programında, ‘Yunan Ordusu’nun kundakçılığına dair elimizde çok delil var’ diyorsunuz. Bu delillerin ne olduğunu açıklar mısınız?
E. Berber: Bakınız en önemli delil, Yunan Ordusu’nun işgal ettiği arazide, bazen içindeki Türk/Müslüman sakinleriyle birlikte yaktığı yerleşim merkezlerini görüp fotoğraflamış tanıklardır. Yakın geçmişte bir milletvekili, ‘Yunan tarihinde Ege’de Türklerle bir savaş yok. Bizim tarihimizin en önemli savaşlarından biri Yunanlılara karşı verilmiş olan savaştır. Biz Milli Güvenlik Akademisi’nde oralardaki şehitlikleri dolaştık. Bütün şehitlikler temsili’ diyerek, yalan söylemekten çekinmemişti. Seçilmiş olsun olmasın içimizden bir başkası, ‘Yunan tarafını barış konferansında zor durumda bırakmak için, bu yerleşim merkezlerini Türk Ordusu yaktı’ veya buna benzer bir yalan söylerse hiç şaşmam. Ben yine de Halide Edip’in, Falih Rıfkı ve Mehmet Asım ile birlikte hazırladıkları fotoğraflı: ‘İzmir’den Bursa: Hikâyeler Mektuplar ve Yunan Ordusu’nun Sorumluluğu’na Dair Bir İnceleme’ ve ‘Türkün Ateşle İmtihanı’ başlıklı kitaplarına bakılması gereklidir diyorum. Yunan Ordusu başlangıçta, işgale direnen yerleşim merkezlerini cezalandırmak için yakıyor ya da topa tutarak tahrip ediyordu. Sakarya Savaşı’ndan sonra ise, çekildikleri bölgede kalan köyleri de yakmıştı. 1922 yılında İstanbul’daki Hüsnü Tabiat Matbaası’nda Fransızca basılmış: ‘Atrocities Greques en Asie Mineure’ başlıklı bir kitabın dış kapağına dolmakalem ile yazılmış ve fotokopi edilmiş örneği arşivimizde bulunan, 17 Ocak 1922 tarihli şu kısa not, böyle olduğunu tartışmaya mahal bırakmadan itiraf etmektedir: ‘Midilli’denim, adım Yoannis Eleftheriu Danglis, 7. Tümen, 23 Alay, 3. Tabur, 11. Bölüktenim. Bir süredir Sakarya cephesinden geri çekiliyoruz. Komutanlık ordunun köyleri yakması emrini verdi. Tümenin 10 numaralı emrin alınmasından sonra, köyleri yakmakla görevli Yunan Ordusu’na mensup özel mangaların ateşe verdiği köyleri bizzat gördüm’ (Engin Berber, Sancılı Yıllar: İzmir 1918-1922, s. 471). İzmir’deki İngiliz Konsolosu H. Lamb, 6 Eylül günü Londra’ya gönderdiği telgrafta, ‘Yunanlılar hala geriliyorlar ve geçerken her şeyi yakıyorlar’ diyordu (Bilal Şimşir, İngiliz Belgeleri ile Sakarya’dan İzmir’e «1921-1922”, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1989, s. 373). Son olarak, Birinci Türk Kolordusu Komutanı İzzettin Paşa’nın günlüğüne bakalım. 2 Eylül 1922: ‘Düşman durmaksızın çekiliyor… Kaçarken köyleri yakıyor, tahrip ediyorlar’. 6 Eylül 1922: ‘Kula’dan Salihli’ye geldik. Düşman Salihli’yi tümüyle yaktı’. 7 Eylül 1922: ‘Sabahleyin Ahmetli’ye geldik. Düşman devamlı yakıyor ve kaçıyor. Zulümden başka bir şey yaptığı yok. En güzel kasaba ve köylerimizi yakıyor. Manisa da yanıyor. Bu hallerine çok üzülüyoruz’. Sanırım daha fazla söze gerek yok.
Soru: TBMM daha önce, Bursa’yı yakmaması için Yunan Ordusu’nu uyarmıştı. İzmir için de böyle bir uyarısı oldu mu?
E. Berber: Gereğini yapması için TBMM Reisini, yani Mustafa Kemal Paşa’yı görevlendirdi. Şöyle ki, 7 Eylül 1922 günü, Meclis Reis Vekili Dr. Adnan (Adıvar) imzasıyla uygar dünyaya çağrıda bulunan şu nota açıklandı: ‘Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin silahsızlandırıldığı bir sırada, yurdun içlerine kadar sokulmuş olan Yunan Ordusu’nu Anadolu’dan atmak maksadıyla ve ulusal sınırları içinde ülkenin bağımsızlığını sağlamak için kurulmuş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yaratığı ordu sayesinde düşmanı tamamen bozguna uğratmıştır. Yenilerek çekilmekte olan düşman ordusu, hiçbir askeri zorunluluk olmaksızın kötülüklerini sürdürmekte, kentleri köyleri yıkmakta, Müslüman halkı genel ve dini binalara doldurarak yakmakta, yüzyıllık tarihi değeri olan bütün sanat anıtlarını yıkmaktadır. Eskişehir, Afyonkarahisar, Uşak, Alaşehir ve çevrelerinin yıkılıp yakılması, Elen tahribatına tanıktır. Bu vahşeti haber alan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 7 Eylül 1922 günlü oturumunda sonsuz üzüntüsünü belirtmiş, bu durumu görüşmüştür. Sanat şaheserlerine sahip bulunan ve askerlerimizce kurtarılmaları kaçınılmaz olan Bursa ve İzmir’de de benzer vandalca hareketleri önlemek amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi adına uygar dünya önünde Elen Hükümeti’nin bu hareketini protesto etmesi ve bu cinayetleri halkımızın hiçbir zaman unutmayacağını bildirmesi için reisini görevlendirmiştir’.
Soru: Bunca belge ve bilgiye rağmen, neden İzmir Yangını’ndan hala Türkler sorumlu tutulmak isteniyor? Bu ısrar neden?
E. Berber: Eylülün 18. günü tamamen söndürülebilen İzmir Yangını, kentin Türkler ve Yahudilerin yaşadığı kısmı hariç tümünü yok etmiştir. Büyüklüğü 260 hektara yaklaşan yangın mahallinin, sadece İzmir’in değil Anadolu’nun da en zengin ve mamur kısmı olduğunu anımsatmak isterim. İzmir İstatistik Müdüriyeti’nce 1923 Martı’nda açıklanan verilere göre, yangında İzmir’de mevcut 42.495 haneden 14.004’ü tamamen yanmış, geriye sadece kentin kenarları ile ortası yanmış koca bir delik kalmıştı (1923 Senesi İzmir Vilayeti İstatistiği, 1. Kitap, Yayına Hazırlayan: Erkan Serçe, İzmir: İBB Kültür Yayını, 2001, Sunuş). Avrupa’dan ithal lüks eşyalarının satıldığı büyük mağazalar, yabancı şirketlere ait depolar ve finans kurumları da yangın mahallindedir. Bu mahaldeki gayrimenkul ile ticari emtia, nakit para, hisse senedi ve mücevherat gibi taşınır değerlerin ne kadarının, yangına karşı sigorta edilmiş olduğunu tespit etmek mümkün değilse de, önemli bir kısmının sigortalı olduğunu varsaymak yanlış olmaz. Elinde yangın poliçesi bulunanların, daha doğrusu yangın poliçelerini yangından kurtarabilenlerin Avrupa’da açtığı onlarca dava, böyle olduğunu göstermektedir. Bu davaların hiçbiri, poliçe sahiplerinin yani davacıların lehine sonuçlanmış değildir. Dava tutanaklarına henüz ulaşılamadığından, mahkemelerin davalı sigorta şirketlerini neden tazminat ödemeğe mahkûm etmediklerini bilemiyoruz. Ankara Hükümeti, 1923 Mayısı’nda, zararı ödemediği gibi diğer yükümlülüklerini de yerine getirmeyen sigorta şirketlerinin Türkiye’deki hesaplarına el koyup inceleme başlatmışsa da, bundan bir sonuç alınamadığı anlaşılıyor (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Dosya: 1782, Fon Kodu: 30..10.0.0, Yer No: 167.165..2.).
İzmir Yangını’ndan bu yana, tam 90 yıl geçti. O günlerde yangın için sigorta poliçesi düzenlemiş şirketlerin bazıları kapanmış; şirket evliliği yoluyla isim değiştirmiş veya bir başka sektörde yoluna devam etmektedir. Söylemek istediğim şudur: Elinde bir yangın poliçesi olan/olmayan sigortalılar ve de hiçbir zaman sigorta yaptırmamış mağdurların/yangınzedelerin, kayıplarını (yasal faizlerle birlikte) tazmin edebileceği tek muhatap, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Konuyla ilgili bir tasarının ikidir, ABD Senatosu’nun alt komitesine getirilerek, Türkiye’yi sorumlu tutan bir karara dönüştürülmek istenmesi bundandır. Ben İzmir Yangını’ndan Türk Ordusu ve Türklerin sorumlu olduğunu öne süren ısrarcılığın arkasında, sigorta şirketlerinden uğradıkları zararları tazmin edememiş büyük şirketlerin (yasal varisçilerinin) olduğunu düşünüyorum. Konuyu ABD Senatosu’na ve aynı ülkedeki televizyon dizilerine kadar sokanlar, sıradan mağdurlar olmasa gerek. İktisaden bu denli güçlü olanların, Türkiye dahil dünyanın her yerinde yardakçı ve/veya tetikçi bulması pek zor olmuyor.