2012 Londra olimpiyatlarında elde edilen başarısız sonuçlar bir anda ülke gündeminin yüzünü sportif etkinliklere çevirmesine neden oldu. Ancak her zamanki gibi yaşananların ardından yapılan tartışmalar adeta bir saman alevi gibi parladı ve bir sonraki başarısızlıklara kadar tarihin tozlu sayfalarına ertelendi. Aslında ülke olarak asıl sorunumuz tıpkı siyasette ve gündelik hayatımızın her alanında olduğu gibi spor alanında da yaşananları çok hızlı bir şekilde unutmamız ve yapmamız gerekenleri yapmama konusunda ısrarlı olmamız. Londra olimpiyatlarında yarışan sporcularımızın hali bir kez daha gösterdi ki, yeterince yarışma deneyimine sahip olmayan sporcularımızın başarılı olabilme şansları son derece düşük. Daha fazla çalışmaları, çalışmak zorunda olduklarını sadece kendilerinin değil, onları eğitecek antrenör ve yöneticilerin de görmeleri ve bu doğrultuda gereken önlemleri almaları gerekiyor. Çünkü modern anlamda spor giderek daha fazla tüketim döngüsü içerisinde yer alıyor ve bu alanda mücadele edecek olan sporcuların yeni dönemin kendine özgü kurallarına adapte olmaları gerekiyor.
Olimpiyat oyunları, tüm sporcular açısından dünyanın vitrini konumunda ve burada yarışıp başarılı olmak, madalya kazanmak sporcular açısından sadece maddi değil aynı zamanda manevi açıdan da büyük bir tatmin yaratıyor. Sporcular artık sadece spor sahalarında yaptıkları ya da yapmadıklarıyla değil, hayatlarının geri kalan her aşaması ile medyaya konu olmakta ve birer rol modeli haline getirilmektedirler. Geçmişte sporcuların performansı ön planda iken yeni dönemde performans kadar onlara atfedilen imajlara uygun saç şekilleri, gözlükleri, tırnaklarına sürdükleri ojeleri, giydikleri kıyafetlerine kadar pek çok şey de etkili olmaktadır. Olimpiyat oyunlarını bu gözle yeniden düşündüğünüzde artık endüstriyel bir spor ve bu spora özgü sporcu tipinin yaratıldığını görebilirsiniz. Tabii ki bu yaratımın gerçekleşebilmesinin yolu, bu gösteriyi geniş kitleler ile buluşturacak olan medya ve reklamcılık sektöründen geçecektir. Şöhretler üzerinden yaratılan imajlar, reklamcılık endüstrisi ve sponsorluk anlaşmaları aracılığı ile tüketim ideolojisinin spor üzerinden yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmaktadır. Özellikle çocuk ve gençler için bu yıldızların, yaşam tarzı, tüketim alışkanlıkları, kullandıkları markalar, çok yakından takip edilmekte ve ‘onlar gibi’ olmanın yolları, medyanın yapmış olduğu yayınlar aracılığı ile bu kitleye aktarılmaktadır. Görsellik çağında kitlelerin duygularının ortaya çıkartılmasında ve tüketime yönlendirilmelerinde yıldızlara büyük iş düşmektedir. Bu durumun farkında olan tüketim endüstrisi, popüler kültürün farklı alanlarındaki yıldızları kullanmak suretiyle kitleler ile buluşmaktadır. Özellikle sportif alandaki medyatik kahramanlar tıpkı birer pop yıldızı gibi karşılanmakta ve kabul görmektedirler. Yıldız sporcular/futbolcular yeni dönemde ticari birer meta haline gelmişlerdir ve kapitalist sistem tüketimi, bu idoller üzerinden geniş kitlelere pazarlama yoluna gitmektedir. Yıldız oyuncular, var olan ekonomik sistemin işleyişine katkıda bulunurlarken aynı zamanda sistemin ideolojik yapılanması açısından da büyük önem taşırlar. Sporun endüstrileşme süreci ile beraber bazı spor dallarındaki sporcuların diğer sporculara nazaran daha fazla ön plana çıktığı/çıkartıldığı bir dönem içerisinde bulunmaktayız. 2012 Londra olimpiyatlarında hiç kuşkusuz bu alandaki en medyatik sporcu 100 ve 200 metrelerde kazandığı altın madalyalar ve elde ettiği olimpiyat şampiyonluğu unvanını üst üste iki olimpiyatta da sürdüren Jamaikalı atlet Usain Bolt olmuştur. Ancak Bolt’un sportif performansı kadar medyatik performansının da son derece yüksek olduğu gerçeğine dikkat çekmek zorundayız.
Yaratılan yıldız endüstrisi, popüler kültürün her alanında olduğu gibi spor alanında da açık ve gizli bir takım işlevleri yerine getirmektedir. Spor, geniş kitleler için eğlendirme, gündelik sorunlardan uzaklaşma gibi işlevleri yerine getirmenin yanı sıra yıldız oyuncuları aracılığıyla taklit edilebilecek rol modelleri de yaratmakta ve bu rol modelleri üzerinden var olan bir takım değerlerin toplumsal yapıya aktarılması gerçekleştirilmektedir. Küreselleşme sürecinde bireysel kimlikler ve farklılıklar ön plana geçirilirken, tüketim ve tüketimi sağlayacak olan düzenekler büyük önem kazanmakta ve hayatın her alanı ‘metalaştırılmakta’dır. Olimpiyat oyunları gibi küresel etkinlikler geçmişte ideolojilerin savaş alanı olarak kullanılırken günümüzde tüketim ideolojisinin yayılmasına yıldız sporcular üzerinden destek vermektedir. Başarının ön plana çıkartıldığı ve rekorların kutsandığı yeni dönemin beraberinde bunları sağlayacak sporun ruhuna aykırı bir takım etkinlikleri de getirmesi kaçınılmazdır. Son olimpiyat oyunları da bu yolla başarılı olmak isteyen ve doping kullanan sporcuları bir kez daha tüm dünyaya göstermiş oldu. Ancak burada üzerinde ısrarla durulması gereken nokta, spor dünyası içinde doping kullanımı konusundaki anlayışın neredeyse kanıksanmış bir hale bürünmesi ve pek çok sporcu açısından özellikle atletizm, halter ve yüzme gibi alanlarda doping kullanımının neredeyse zorunlu olarak görülmesidir. Bu anlayışla mücadele etmek giderek güçleşmektedir çünkü son dönemde teknolojik gelişmeler ilaçların yanı sıra ‘gen’ler üzerinden yaratılan doping gelişmekte ve bu yöntemin alışıldık doping testleri ile tespit edilebilmesini neredeyse imkansız kılmaktadır.
2020 olimpiyatlarına İstanbul’da ev sahipliği yapma girişiminde bulunan ülkemiz açısından yaşananların iyi tahlil edilmesinde büyük yarar bulunmaktadır. Ülkemiz ne yazık ki bir spor ülkesi değildir ve sporu yaşamın her alanına yayma konusunda bir spor politikasına da sahip değildir. Olimpiyat oyunlarını ilk kez bir Müslüman ülkede düzenleme onurunu kazanmak ve bu doğrultuda yeni tesisleri sporumuza kazandırmak gibi ulvi (!) gerekçelerin iyi analiz edilmesi ve olimpiyatlar gibi gerçekten maddi açıdan büyük harcamaların yapıldığı organizasyonların ülke tanıtımı açısından yaratacağı getiriler kadar, ülke ekonomisine getireceği yüklerin de iyi hesaplanması gerekmektedir. Komşumuz Yunanistan’ın 2004 oyunları için yaptığı harcamalar ve bunun karşısında ülke ekonomisine getirileri ortadır. Yazımızın son bölümünde olimpiyat oyunlarında yaşadığımız hüsranı ve yapılabilecekleri ele almaya çalışacağız.
Olimpiyatlarda Milli Hüsran
2012 Londra olimpiyatları 114 sporcu ile en yüksek katılımını gerçekleştirdiğimiz oyunlar olduğu için medyada geniş bir şekilde yer aldı. Yükselen güç Türkiye imgesinin sporun vitrini olarak kabul edilen Olimpiyat oyunlarında da en iyi şekilde temsil edilmesi gerektiği düşüncesi siyasal iktidar tarafından da desteklendi. Oyunlara gitmeden önce sporcularımıza yönelik organizasyonlar düzenlendi ve hatta Başbakan oyunların açılışında bizzat sporcularımızın yanında yer aldı. Tüm bu yaşanan gelişmeler ise sporcularımızın üzerindeki psikolojik baskıyı biraz daha arttırdı. Bir an önce madalya kazanma baskısına, medyanın yapmış olduğu yayınlar ile yaptığı vurguyu arttırması kadar siyasal bir baskı da eklemlendi ve sonuç maalesef istenilen başarıların bir türlü gelmemesi oldu.
Son yıllarda büyük bir ekonomik güç olarak dikkat çeken Türkiye´nin, kendisini sportif alanda elde edeceği başarılar ile göstermeye çalışması doğal gibi görünebilir ancak bu kısa vadede madalyaya endeksli politikalar sonucunda sağlanabilecek bir durum değildir. Çünkü spor sadece madalyalar üzerinde yükselen bir toplumsal kurum olmadığı gibi, olimpiyatlar gibi sporun en önemli zirvesinde yer almak da büyük bir başarıdır. Türkiye´nin acilen tüm ülkeyi sportif etkinlikler içerisine katabilecek makro bir spor planlamasına ihtiyacı bulunmaktadır. Bu plan çerçevesinde 75 milyonluk ülkenin her vesileyle övünülen genç ve çocuk nüfusunun sporun içine çekilmesi sağlanmalıdır. Olimpiyatlarda başarı elde eden ülkelerin belirli alanlarda yoğunlaştıkları ve o alanlarda madalyalara ambargo koydukları gerçeğini ülkemizde göz önünde bulundurmalı ve bu doğrultuda alan seçimleri gerçekleştirilmelidir. İkinci olarak devşirme sporcu uygulaması zaman zaman doğru tercihler içermekle birlikte spor politikamızın aslında ne kadar zayıf olduğunun da bir göstergesidir, çünkü ülke olarak sizin yetiştirmediğiniz kişilerin sizin ülkeniz adına yarışması uygulaması, sportif alandaki yatırımların ve kurumların iyi bir şekilde işlemediğini de ortaya koymaktadır. Naim Süleymanoğlu´nun getirilmesinden başlayarak önce halterde daha sonra son dönemde atletizmden, masa tenisine kadar pek çok alanda sponsorların katkısını ve adlarını vererek devşirilen milli sporcular ile şişirilen bir kadroya sahibiz. Üçüncü olarak sporcu havuzunu ne kadar genişletebilir ve ne kadar çok sayıda profesyonel yarışlarda ülkemizi temsil eden sporcu çıkartabilirseniz, o oranda başarıyı yakalama şansınız da artacaktır. Ülkesinde en iyi şekilde yetiştirilen ve sadece dört yılda bir hatırlanmayan sporcuları yetiştirmek durumundayız. Dördüncü olarak sporu ve sporcuları desteklemenin tek yolu ödül yönetmeliğinden geçmediğini artık görmeliyiz. Bu durum kısa süreli başarılar sağlamakta ve adeta saman alevi gibi yanıp sönen sporcuların oluşmasına ve unutulmalarına neden olmaktadır.
Beşinci olarak, ülkemizde sporu izlenen bir etkinlik olmaktan çıkartıp, hayatın her alanında bizimle birlikte var olan bir yaşam biçimi şekline büründürmek durumundayız. Bu sağlandığı takdirde olimpiyat oyunları düzenleme düşüncesinin de içi kendiliğinden dolmuş olacaktır. 75 milyonluk ülkede sadece 1 milyon civarında lisanslı sporcu olması ve bunun da büyük çoğunluğunun futbolcu olması, yarıştığımız ülkeler ile aranın daha başından itibaren bir hayli fazla bir şekilde açılmasına neden olmaktadır. Bu yapı düzelmediği sürece kalıcı başarılar beklemek hayalcilik olacaktır. Altıncı olarak, medyamız futbol medyası olma vasfını bir kenara koyarak asıl işlevine yani spor medyası haline bürünmelidir. Yedinci olarak, siyasal iktidarlar popülist uygulamalar yerine yurttaşlarının sağlık ve refahını geliştirecek etkinliklerin önünü açacak politikaları hayata geçirmelidirler. Son olarak, yerel yönetimler, hemşerilerinin spor yapacağı alanları ve bu alanlara ücretsiz erişimleri sağlamakla görevlidirler. Yerel yönetimlerin görevi profesyonel futbol ya da diğer spor alanlarındaki kulüpleri desteklemek değildir.
Olimpiyat oyunları sportif alandaki en önemli vitrin olma özelliğini sürdürmekle birlikte sadece yarışmanın yüceltildiği bir uygulama olma özelliğini uzun yıllar önce maalesef yitirmiştir. Ancak yine de aktif sporculuk yaşantısında olimpiyatlarda yarışmış olmanın önemi hiçbir şeye değişilmeyecek kadar değerlidir. Ülke olarak sportif alanda başarmanın tek yolunun madalya elde etmekten geçmediğini öğrenmek ve sporcularımızı bu şekilde baskı altında tutmaktan vazgeçmek zorundayız. Sözlerimi geçen yıl yitirdiğimiz spor yazarı Cem Can’ın sporun önemine ilişkin görüşleri ile bitirmek istiyorum: «Sporun faydası, gelişmiş bedenler ile görünür hale gelse de en büyük farkını değerler sisteminde ve karakterde yaratır. Sporda kullanılan fiziksel beceriler bir gün yok olup gider ancak karakter yapıları, varlıklarını ömür boyu sürdürürler.”