Kendisini Darbe Karşıtı Konumlayan Bazı Köşe Yazarlarına Bakışlar (3)

Her fırsatta darbe karşıtı olduğunu yazıp söyleyen köşe yazarlarımız, 28 Şubat 1997 günü toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nun, dokuz saat süren bir toplantının ardından, Refahyol Hükümeti’ne verdiği yaptırım listesi (406 sayılı karar) için ne yazmışlardı? Ne zaman yazmışlardı? Bir şey yazıp yazmamışlar mıydı?

Barlas, 28 Şubat’ı ancak sivilliğinden ve demokratlığından utanmayanların savunabileceğini söylemiş (Hayati Tek, Darbeler ve Türk Basını, Cilt 1, Ankara: Atılım Yayınları, 2003, s. 178). Bir insanın ‘sivilliğinden öğünmesi’ ne demektir, bilemiyorum? Barlas’ın sözlerinden, askerliği meslek olarak seçenlerin, otomatikman utanması gerektiği gibi bir anlam çıkıyor. İktidar sahibi bazı sivillerin ne denli buyurgan ve demokrasi karşıtı olduğunu görebilmek bu kadar zor mu? Demek istediğim, kötü olan profesyonel askerler değil, üniformanın beden yerine beyne giydirilmesidir.

Ilıcak, 1999 yılında yayımladığı bir kitabında 28 Şubat için, «Ordu müdahalesi olmazsa, sorunlar parlamenter sistem içinde çözülecek, zaten çözülüyor da. Ama maalesef Türk Silahlı Kuvvetleri, kendilerine vehmettikleri cumhuriyeti koruma ve kollama görevinden bir türlü vazgeçmiyorlar” diye yazmış (28 Şubat Sürecinde Din, Siyaset ve Laiklik, İstanbul: Birey Yayıncılık, s. 114). Kuşkusuz ülkenin sorunları parlamentoda çözülmeli, ancak Türkiye’de hep böyle olduğu savı ne yazık ki, doğru değildir.

Cemal, adeta Ilıcak’ı yanıtlıyor: Laiklik için mücadele edilmesi gerektiğini, bu yapılırken ‘askerin kışkırtıldığı’ yönlendirmelerine kulak asılmamasını belirterek, şu tümcelerle 28 Şubat’a destek veriyor: «Birtakım demokratlar da kendilerini asker kompleksine kaptırmak yerine, önce bu soruları muhataplarına sorabilecek zihin açıklığına kavuşsunlar. Ahmaklıkla demokratlığı ayıran çizginin biran önce farkına varsınlar. Unutmasınlar, faşizm gibi, komünizm gibi, dine dayalı bir düzen de totaliter bir düzendir. Demokrasi ve laik toplumla bağdaşmayan bir dikta rejimidir” (Sabah, 1 Nisan 1997).

Çandar’a gelince, belli ki, 28 Şubat’a karşıdır, ancak TSK’yı doğrudan karşısına almak yerine, hatta bazen sırtını bile sıvazlayarak, kim olduklarını açıklamadığı yönlendiricilere yüklenir. Bu yaklaşım, zımnen (örtük olarak) TSK’yı birilerinin aleti yaptığından, esasen darbecilikten daha ağır bir suçlamadır.

İki farklı yazısından bazı alıntılar aktarnak istiyorum. İlki, Sabah gazetesinin 1 Mart 1997 tarihli nüshasından: «Bu ülkede günlerdir darbe tartışması yapmak, sanki bu olabilir bir şeymiş gibi kurgularla uğraşmak ve Milli Güvenlik Kurulu’nun toplantısını adeta, darbe olacak mıya endekslemek, en başta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesine hakaret sayılır. Sebebi basit: Darbe ahmaklıktır”. İkincisi, yine Sabah’taki 9 Mart 1997 tarihli yazıdan: «Elitin halka tahammülsüzlüğü… ‘Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli’ misali, halkı sadece kavram olarak algılayan ve ‘halk için halka rağmen’ şeklindeki İttihatçı medreseye bağlı ve gücünü yitirmekte bulunan elit, Türkiye’nin toplumsal dinamiklerine teşhis koyamayınca ve baş edemeyince askere sarılıyor. Demokrasinin güvencesi millettir. Ve Silahlı Kuvvetlerdir. Silahlı Kuvvetler sürece ne zaman müdahale ettiyse, bu elitin sebep olduğu kaos, kopardığı gürültü ve çıkardığı davetiye ile buna zorlanmıştır. O yüzden hiçbir yazımızda Silahlı Kuvveleri hedef kılmadık. Ülkenin en gözde kurumlarından birini sakınmak gerekirdi… Refah’ı savunmadık. Bizi izleyenlerin dikkatinden kaçması imkânsız biçimde, çok ağır eleştirilerimizin hedefi yaptık. Ama hakaret etmedik… Refah’ın -askeri müdahale dahil, her ne pahasına olursa olmadan- ülkenin demokratik süreçlerini tahrip etmeden, demokratik ortamda tahribat yaratmadan, meşru mekanizmalarla hükümetten ayrılması hakkının korunmasını savunduk. Savunduğumuz buydu. Savunmaya devam edecek olduğumuz da budur…”.

Koru, 28 Şubat’ın Refahyol Hükümeti’ne karşı değil, Turgut Özal’ın 1980’li yıllarda ülkeye tanıttığı değişim felsefesine karşı yapıldığı düşüncesindedir. 28 Şubat’ın üçüncü yıl dönümünde (28 Şubat 1999), Yeni Şafak gazetesinde şöyle yazmıştı: «Turgut Özal’ın kişisel gayretleri sonucu uğradığı sapmanın, sistemin bekçileri tarafından düzeltilmesi (restorasyonu) girişimidir. Özallı günleri içinden yaşayan bizim gibilerin olağandışı gibi gördükleri bugün, aslında son 80 yıla süreklilik gözüyle bakıldığında, sistemin ana şartlarını birebir yansıtıyor. 28 Şubat’ın üçüncü yıldönümünde hükmümüz şudur: Sistem bu son restorasyon girişimiyle eski çizgisine yeniden oturmuş görünüyor. Şimdilik taliplisi ortalıkta görünmeyen bir dahaki sapmaya kadar…”.

Aköz, 28 Şubat’ın 10. yıl dönümünde, Sabah gazetesindeki yazısında: «… Öncülüğünü Genelkurmayın yaptığı birtakım etkili gruplar bu hükümeti devirmeye ve Erbakan’ı siyasetten tasfiye etmeye karar verdi. Yanlarına medyayı, yargıyı ve üniversiteyi de alarak müthiş bir propaganda yürüttüler… Temel mesele, daha doğrusu öne sürülen gerekçe irtica idi. Hükümet irticayı beslediği ve büyüttüğü için gitmeliydi. Peki, gerçekten böyle bir tehlike var mıydı? Bakın dönemin İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Teoman Ünüsan, aradan 10 yıl geçtikten sonra ne diyor: MGK kararlarının ardından irtica söylentileri gündeme iyice oturdu. Sürekli irtica ile mücadeleden bahsediliyordu. 14 Nisan’da valileri irtica gündemi ile topladık. Valilere ne diyorsunuz, en iyi siz bilirsiniz; irtica var mı, irtica mı geliyor? diye sorduk. İstisnasız hepsi, ne irticası cevabını verdiler ve nereden çıkartıyorlar bunu? İrtica mirtica yok bu ülkede dediler” diyerek, 28 Şubat’a karşı çıkıyor. Ne zaman? Tam 10 yıl sonra. Aköz acaba, böyle bir açıklama için neden 10 yıl beklediğini, Ünüsan’a hiç sorma gereği duydu mu? Söylediklerinin gerçek olup olmadığını, dönemin valilerinden birkaçıyla konuşup doğrulattı mı? Zannetmiyorum. Aköz, okullu bir gazeteci değil biliyoruz ama böyle gazetecilik olur mu? diye sormadan da edemiyoruz.

Göktürk’ün duruşunu belirleyen, en azından 28 Şubat’ın gerçekleştiği günlerde kaleme aldığı bir yazısına rastlayamadık.

Değerli okurlar,

Temmuz ayında, «Liberal demokrat” diye tanımlayabileceğimiz bir politik duruşa sahip bazı yazarlarımızın, «darbe karşıtı” olma durumu doğrultu tutarlılığı içeriyor mu? sorusuyla yazı dizimize başlamıştık. Aşağıdaki tablo, üç aydır okuduklarınızın bir özeti ve de aradığımız yanıttır.

27 Mayıs 1960

12 Mart 1971

12 Eylül 1980

28 Şubat 1997

Açıklamalar

Karşı

Destek

Karşı

Destek

Karşı

Destek

Karşı

Destek

M. Barlas

X

X

X

X

N. Ilıcak

X

X

X

X

X

Önce karşı, sonra destek

H. Cemal

X

X

X

X

X

Önce destek, sonra karşı

C. Çandar

?

?

X

?

?

X

G. Göktürk

?

?

X

?

?

?

?

E. Aköz

?

?

?

?

?

?

X

F. Koru

?

?

?

?

X

X

Şimdi zurnanın zırt dediği noktaya geldik: TV ekranlarında darbe karşıtlığı konusunda mangalda kül bırakmayan yazarlarımız, -bir-iki istisna hariç- karşı olduklarını askerlerin eylemi gerçekleştirdiği günlerde değil, çok sonradan belirtmişler. Önce karşı iken, sonra destek veren veya tam tersini yapan da var. Neden acaba?

Bunları da sevebilirsiniz