Türkiye ile Suriye Arasındaki Uçak Krizi Üzerine

Mc Donnell-Douglas F-4E/RF-4E Phantom Hakkında

1997’de the Boeing Company ile birleşen McDonnell-Douglas şirketinin imalatı olan RF-4E Phantom uçakları 1980’lerden beri Türk Hava Kuvvetleri’nin en önemli keşif unsurlarından birisi olarak kullanılmaktadır. Savaşçı nitelikli F-4E’ler üzerine yapılan değişikler sonucu geliştirilen bu uçakların burun kısmındaki makineli tüfeklerin yerine güçlü kameralar konulmuştur. Nitekim uçağın teknik isminin başındaki «R” harfi, İngilizce’de ‘reconaissance’ yani keşif kelimesinin kısaltmasıdır. Hem İsrail Havacılık Endüstrisi (IAI) hem de Türk Aselsan tarafından modernize edilen bu iki mürettabatlı uçaklar, saatte 2 bin 370 km son sürate ve 18 bin 300 metre yüksekliğe ulaşabilmesi nedeniyle halen yüksek bir itibara sahiptir. Dünyaca ünlü Hollywood filmi Top Gun’a konu olan, Vietnam Savaşı’nda Rus yapımı MİG savaş uçaklarına karşı başarısı ile ünlenen (1) ve hız da dahil olmak üzere 16 alanda dünya rekoruna sahip olan Phantomlar; ABD tarafından envanterden çıkartılmış olsa da, İsrail ve Japonya da dahil olmak üzere bir çok ülke tarafından halen kullanılmaktadır.

Krizin Başlangıcı

Türkiye ile Suriye yönetimleri arasında son bir kaç yıldır süre gelen kriz, 22 Haziran 2012’de bir Türk keşif uçağının düşürülmesiyle daha üst bir boyuta taşınmıştır. Olay günü Türk medyasında yer alan, bir savaş uçağımızla telsiz bağlantısının koptuğunu yönünde kesinleşmemiş haberlerin, aynı gün Genel Kurmay tarafından doğrulanması ve uçağın Suriye tarafından düşürüldüğünün ilan edilmesi, iki ülke halkını da gergin bir bekleyiş içerisine sokmuştur.

Uçağın düşürülmesinin ardından Türk kamuoyu tarafından en çok merak edilen konular; uçağın hangi ülkenin karasularında düşürüldüğü, neden orada bulunduğu ve pilotlarımızın kurtulup kurtulamadığı olmuştur. Dolayısıyla iki ülke yetkilileri de öncelikle bu konuları açıklığa kavuşturmaya çalışmıştır.

Uçak nerede düşürüldü?

Uçağın düşürüldüğü gün Suriye; karasuları üzerinde, sahilden 1 km uzakta hızla uçan yabancı bir cisme, Suriye hava sistemlerinin uçaksavarla karşı koyduğunu, cismin vurulduğunu ve yanarak sahilden 10 km uzaklıkta denize düştüğünü açıklamıştır. Suriyeli askeri sözcü, vurulan hedefin daha sonra Türk askeri uçağı olduğunun ortaya çıktığını, ancak uçağa bu tip durumlarda geçerli olan kanunlar çerçevesinde muamele edildiğini söylemiştir. (2) Suriye resmi haber ajansı SANA da ilgili haberine, Türk uçağının karasuları ihlali yaptığını savunan aşağıdaki haritayı koymuştur.

22 Haziran’daki Türk Genel Kurmay açıklaması ise uçağın yaklaşık 5 dakikalık hava sahası ihlali yaptığını kabul etmiş ancak radar iz analizi ve telsiz konuşmalarına göre Suriye’nin herhangi bir uyarısına maruz kalmadığını bildirmiştir. Türk tarafınca kabul edilen başka bir konu da uçağın Suriye karasuları içerisine düştüğüdür. Ancak Türk tarafı; uçağın sahilden 13 mil uzaklıkta, Suriye karasularından uzaklaşırken, Suriye yönünden gelen bir füze ile vurulduğunu; bu nedenle kontrolünü kaybettiğini ve 90 derece yön değiştirmek suretiyle tekrar Suriye karasularına düştüğünü iddia etmiştir. Türk Dışişlerine göre, uçak vurulduktan sonra Suriye yönünde 9 km savrulmaya devam etmiştir. Teknik bilgiye sahip olmayan birisi için bu iddiaya inanmak güç olsa da askeri uzmanlar, vurulmasının ardından bir uçağın yüksek bir hızla her yöne doğru savrulup yön değiştirebilmesinin mümkün olduğunu söylemektedir.

Zamanla uluslararası toplumun da dahil olduğu söz konusu tartışmaların ardından, daha önce Uludere hava operasyonun ABD’nin verdiği istihbarat sonucu gerçekleştiğini öne sürerek büyük tartışma yaratan Wall Street Journal gazetesi (WSJ), 29 Haziran’da bu sefer de uçağın Suriye hava sahasında vurulduğunu iddia ederek Türk tarafının tepkisini çekmiştir. Adının açıklanmasını istemeyen ABD’li üst düzey bir güvenlik yetkilisine dayandırdığı haberde WSJ, uçağın karadan havaya füzelerle vurulduğuna dair bir işaret olmadığını savunmuş ve bu da Türkiye’nin Suriye sınırlarına iddia ettiğinden daha çok yaklaştığı anlamına gelmiştir. (3) Türk medyasında WSJ’nin haberinin ABD dışişleri bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland tarafından reddedildiği ve kınandığı haberleri yer alsa da, konuşmanın orijinaline bakıldığında sözcünün gerçekte, «Müttefikimiz Türkiye’yi ne kadar güçlü biçimde desteklediğimizi biliyorsunuz ve biz her türlü sızdırmayı kınıyoruz” (4) dediği anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle ABD’li sözcü, haberin içeriğini değil, sızdırılmasını kınamıştır. Haberin ardından NATO Genel Sekreteri Rasmussen, isimsiz kaynaklara güvenilmemesi gerektiğini söylerken (5) Başbakan Erdoğan ise WSJ’yi namertlikle suçlamış ve haberi Türkiye’nin gündemine getirenleri de sert şekilde eleştirmiştir. (6)

Süreç boyunca, Suriye medyasının büyük bir bölümünün kendi hükümetini savunduğu gibi, Türk medyasının ezici bir çoğunluğu da Türk hükümetinin resmi açıklamalarını kabul edip savunmayı tercih etmiştir. Resmi tezleri savunma çabası kimi zaman profesyonel olmayan hatalı yayınlara da neden olmuştur. Bunlardan birinde Türkiye’nin en ciddi haber kanallarından olan NTV, önemli ve tanınan bir uzman eşliğinde, «NATO’ya yapılan sunum” olduğunu iddia ettiği haritalar üzerinde, Türk tezini savunmaya çalışmış ancak büyük hata ve çelişkilere düşmüştür. Örneğin, aşağıda görüleceği üzere (şekil 1), programda kullanılan haritada, hem Türkiye’nin hem de Suriye’nin karasuları 12 mil olmasına rağmen, Türkiye’nin karasularının bitiş çizgisi çok daha fazla geniş gösterilirken, Suriye’ninki gözle görülür şekilde daraltılmış, neredeyse kara parçasına teğet çizilmiştir. İkinci haritada (şekil 2) ise, uçağın vurulduğu iddia edilen 13 mil noktası, 12 mil çizgisinden oldukça uzak (yaklaşık 1 santim) gösterilirken, uçağın düştüğü 8 mil noktası, 12 mil çizgisinin neredeyse tam üstünde gösterilmiştir. Yani karasularının dışına doğru 1 millik fark (13-12) yaklaşık 1 santim ile ifade edilirken, karasularının içine doğru 4 millik fark (12-8) 1 milim bile değildir. Ancak daha da ilginç olan bu tespitlere her hangi bir yerden itiraz gelmemiş olmasıdır. Yine uçağın parçalarının denizden çıkartılması yahut denizde fotoğraflandırılmasının ardından da, gerçekte füze çarpmasına dair belirti olmamasına rağmen medya, çıkan parçaların Türkiye’nin iddialarını doğrular nitelikte olduğuna dair haberler yayınlamıştır.(7)

Şekil1. NTV’nin 22 Haziran 2012 tarihli programı için bknz: http://video.ntvmsnbc.com/turk-jeti-nasil-vuruldu.html

Şekil2. NTV’nin 22 Haziran 2012 tarihli programı için bknz: http://video.ntvmsnbc.com/turk-jeti-nasil uruldu.html

Uçak hangi tür savunma sistemiyle vuruldu?

Uçağın uzun menzilli bir füze mi yoksa kısa menzilli bir uçak savar bataryası tarafından mı düşürüldüğü, iki ülkenin de haklılığını kanıtlaması açısından büyük önem taşımaktadır. Uzun menzilli bir füze ile vurulmuş olması, uçağın Türkiye’nin iddia ettiği gibi Suriye hava sahası dışında, kısa menzilli uçak savarla vurulmuş olması ise Suriye’nin iddia ettiği gibi Suriye sahillerine çok yakın bir noktada uçmakta olduğu tezine destek sağlayacaktır. Başta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olmak üzere hükümet üyeleri, ilk günden itibaren uçağın uluslararası hava sahasında füze ile vurulduğunu ancak enkazının Suriye karasularına düştüğünü savunmuştur. Suriye hükümet yetkilileri ise uçağın füze ile değil, sadece 2,5 km menzilli uçaksavarla Suriye sınırında vurulduğunu ve kurşun izi taşıyan uçağa ait parçaları Türkiye’ye teslim ettiklerini ifade etmiştir.(8) Örneğin bizzat Esad, uçağın küçücük bir uçaksavar bataryası tarafından düşürüldüğünü ve bu sistemlerin asla 2.5 km’den fazla uzaklıktaki bir hedefi vuramayacağını savunmuştur. Esad’a göre uçak çok alçaktan uçtuğu ve sahile çok yakın olduğu için vurulabilmiştir.(9)

Uçak neden vuruldu?

Suriyeli yetkililer ilk günden itibaren uçağın İsrail’e ait sanıldığı için vurulduğu, Türk olduğunun ise düştükten sonra anlaşıldığı yönünde beyanat vermiştir. Davutoğlu ise, bunun mümkün olmadığını ve ellerinde Türk kimliğini tespit ettiklerine dair kayıtlar olduğunu söylemiştir.(10) Ancak sonradan CNN Türk’te yayınlandığı üzere, Türkiye’nin kendi imkanları ile elde ettiği telsiz konuşmalarına göre uçağın TSK’ya ait olduğu Suriyeli askerler tarafından düşürüldükten sonra anlaşılmıştır.(11) Türk Dışişleri de, uçağın Suriye hava sahasını «İsrail tarafından” girerek alçak uçuşla ve 5 dakika süreyle ihlal ettiğini kabul etmektedir. Bu kabul ve sonradan saptanan telsiz konuşmaları, Suriye’nin uçağı, teknik olarak savaşta olduğu İsrail’e ait sandığı için vurduğu iddiasına inandırıcılık kazandırmaktadır. Nitekim Esad da, uçağın İsrail uçaklarının saldırı amacıyla daha önce 3 kez kullandığı koridoru kullandığını hatırlatmıştır. Suriye yakın zamanda, İsrail yönünden gelen bir İsrail savaş uçağının saldırısına uğradığından, hava savunma sistemlerini alarmda bekletmektedir. Üstelik düşürülen uçak, İsrail Hava Kuvvetleri tarafından da kullanılmaktadır. Bu çerçevede Suriye Enformasyon Bakanı El Zubi de, Türk uçağını düşürmek istemediklerini ancak Türk ve İsrail uçaklarının birbirine çok benzediğini savunmuştur.(12)

Uçağın İsrail’e ait sanıldığına dair iddialar teknik olarak inandırıcı olmakla birlikte, eğer ki sonradan Suriye’nin Türk uçağını bilinçli şekilde vurduğunu ortaya çıkartacak bir gelişme yaşanırsa, gerçekte bu Suriye’nin bir meydan okuması olarak algılanmalıdır. Bu durumda Suriye yönetimi uluslararası topluma, fakat en çok da uluslararası müdahale arayışının öncülüğünü yapan Türkiye’ye; «Suriye, Libya değildir, savunma sistemleri düşündüğünüzden daha kuvvetlidir ve bir dış müdahalenin bedeli tahmin ettiğinizden fazla olur” mesajını vermek istemiştir.

Yukarıdaki iddialara ilaveten, Rusya’nın Suriye’ye yönelik kollayıcı politikası nedeniyle dünya medyasında, uçağın Rusya tarafından düşürülmüş olabileceğine dair haberler de çıkmıştır. Bunlardan bir tanesinde İngiliz Sunday Times gazetesi, İsrailli yetkililere dayandırdığı haberinde, Rus uzmanların halen, kurdukları Suriye füze batarya sistemlerinde görev aldığını ve uçağın düşürülmesinde Rus uzmanların parmağı olduğunu yazmıştır.(13) Rusya’nın, Suriye ile ilgili kararlarda hesaba katılması gereken ve icab ederse tehlikeli olabilecek bir ülke olduğunu Türkiye’ye hatırlatmak istemiş olması da ihtimal dışı bir senaryo değildir. Davutoğlu, şaşırtıcı şekilde uluslararası toplumdan, Suriye’ye destekleri nedeniyle Rusya ve Çin’e ambargo uygulamasını talep etmiştir. Türkiye’nin bu iki süper gücü karşısına alırken biraz daha mantıklı ve gerçekçi olması gerekir. Nitekim Rusya, savaş gemilerini Suriye limanlarındaki üslerine gitmek üzere yola çıkarmış durumdadır.

Uçak neden oradaydı?

Başbakan Erdoğan, olayın ilk günü uçağın neden orada olduğuna dair sorulara cevaben, ellerinde henüz kesin bir bilgi olmadığını söylemiştir.(14) Türkiye’nin resmi açıklaması, uçağın silahsız şekilde test amaçlı olarak bölgede olduğu yönünde olmuştur. Medya ise bu konuda ilk dakikadan itibaren birçok farklı senaryo üretmiştir. İlk senaryolardan bir tanesi, uçağın Rum Kesimi’nin İsrail’le birlikte yürüttüğü petrol ve doğalgaz arama çalışmalarını fotoğrafladığıdır. Daha mantıklı bir iddia ise, Suriye’nin Akdeniz kıyılarında Rusya’ya ait savaş gemilerinin hareketliliğini izlediği yönündedir. Uçak, yaklaşık beş dakika boyunca Suriye karasuları içerisinde kalmıştır. Türkiye’nin gizleme gereği duymadan Suriye yönetimi aleyhine hareket ettiği, muhaliflere destek verdiği ve uluslararası askeri müdahaleyi savunan ülkelerin en başında geldiği düşünülürse, uçağın Türk radar sistemlerini test etmenin yanında; Suriye’nin radar, hava savunma sistemleri ve askeri hazırlık durumunu/kapasitesini fotoğraflamaya/test etmeye çalışıyor olması da kuvvetle muhtemeldir.

Türkiye’nin Kriz Yönetimi Nasıldı?

Olay, Başbakan Erdoğan Brezilya’dayken gezisinden dönüş yaparken gerçekleşmiştir. Hükümetten gelen ilk açıklamalar, beklenenin aksine çok sert olmamış ve olayın tam olarak aydınlatılmasının ardından nihai tavrın ortaya konulacağı ilan edilmiştir. Büyük ihtimalle hazırlıksız yakalandıkları bu olayla ilgili hükümet üyeleri de henüz yeterli bilgi sahibi olmadıklarından, yanlış bir beyanat vermektense, sessiz kalmayı tercih etmişlerdir. Olayın ertesi günü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, uçağın Suriye hava sahasına girmiş olabileceğini kabul etmiştir ancak bunun çok sık yaşanan bir şey olduğunu ve o kadar yüksek hızda uçan bir uçağın kontrolünün kolay olmadığını da sözlerine eklemiştir.(15) 28 Haziran’da toplanan MGK toplantısı sonucunda da saldırgan ifadeler kullanılmamıştır. Yazılı açıklamada, uçağın eğitim görevinde ve silahsız olduğu vurgulandıktan sonra Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan tüm haklarını mahfuz tutarak kararlılıkla hareket edeceği ilan edilmiştir.(16) Yine beklenenden yumuşak olmakla birlikte görece en sert mesajı, bunun «cezasız kalmayacağını” söyleyen Dışişleri Bakanı Davutoğlu vermiştir.(17)

Türkiye’nin uçağın düşürülmesinin ardından yaptığı ilk işlerden bir tanesi, NATO üyesi ülkelerin daimi temsilcilerinden oluşan Kuzey Atlantik Konseyi’ni olağanüstü toplantıya çağırmak olmuştur. Ancak Türkiye NATO’yu, bir üyeye yapılmış saldırıyı tüm üyelere yapılmış sayan 5. madde uyarınca değil 4. madde uyarınca toplantıya çağırmıştır. Toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlık veya güvenliğinin tehdit edildiğini düşünen herhangi bir müttefikin danışma hakkına işaret eden bu maddeye Türkiye en son 2003 yılında Irak’taki olaylara karşı destek talebiyle başvurmuştur. Türkiye’nin bu tercihi, savaş ilanı ya da kısıtlı da olsa askeri bir müdahale yerine şimdilik sorunu diplomasi ile çözmek istediği imajını vermiştir. Erdoğan, NATO’nun tepkisinden memnun olduğunu ve bunu yeterli bulduğunu açıklamıştır.(18) Bu aşamadaki ölçülü tepki, uluslararası toplum tarafından da memnuniyetle karşılanmış ve sıcak savaşa dahi yol açabilecek bir krizin kontrol altında kalmasını sağlamıştır. Bununla birlikte normalde ikili diplomatik ilişkiler ile çözülebilecek bu sorunda, Türkiye’nin hemen NATO’yu toplantıya çağırmış olması, muhalif çevrelerde olayın NATO müdahalesi için bir «gerekçe/bahane” olarak kullanılabileceğine yönelik endişe yaratmıştır.

Uluslararası Toplumun Krize Yaklaşımı Nasıldı?

Uçağın düşürülmesi ile ilgili Batı’nın ve ayrıca Türkiye’nin kurumsal bağa sahip olduğu örgütlerin, oldukça itidalli açıklamalar yaptığı, soğukkanlılık tavsiye ettiği ancak genel itibariyle Türkiye’nin yanında olduğu görülmektedir. İlk açıklamalarında AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton itidal (19), BM Genel Sekteri Ban Ki-Moon ise soğukkanlılık çağrısı yapmıştır.(20) ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone de, savaşın çözüm olmadığını ve Türkiye’nin de öyle düşündüğünü sandıklarını söylemiştir.(21) Türk parlamenterlerin girişimiyle hazırlanan «Suriye’nin saldırısı Avrupa’ya tehdittir” başlıklı bildiri Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 76 üyesi tarafından imzalanmıştır. Bildiride; «AKPM’nin Türk uçağının vurulmasını kabul edilemez bulduğu ve olayı en güçlü şekilde kınadığı”(22) yazılıdır. Bildirinin bağlayıcılığı bulunmasa da, Türkiye’ye verilen desteğin bir göstergesidir. Türkiye’nin talebiyle toplanan NATO üyeleri de Türkiye’ye güçlü desteğini ve dayanışma kararını bildirmiştir. Genel Sekreter Rasmussen’in söylemi, olayın tüm uluslararası normlara aykırı ve kabul edilemez olduğu yönündedir. (23)

Tahmin edilebileceği üzere, Suriye’nin hava savunma sistemlerinin kurulmasında büyük pay sahibi olan ve şu an için ülkenin hamiliğini üstlenmiş durumda gözüken Rusya’nın uçak krizine yaklaşımı, Batılı ülkelerden farklı olmuştur. Olayın ilk günlerinde Rusya Devlet Başkanı Putin, Erdoğan’ı aramış ve geçmiş olsun dileklerini iletmiştir.(24) Rusya Dışişleri bakanlığı sözcüsü Alexander Lukashevich, taraflardan sakin olmalarını isterken, Rus Dışişleri bakanlığının resmi sitesinde olayın bir provokasyon ya da kasıtlı bir eylem olarak görülmemesi gerektiği belirtilmiştir.(25) İlerleyen günlerde ise Rusya’dan ne anlama geldiği tam olarak anlaşılamayan beyanatlar gelmeye başlamıştır. İlk olarak Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, uçak ile ilgili objektif verilere sahip olduklarını ve paylaşmaya hazır olduklarını söylemiş ancak kimi haklı bulduğuna dair bir bilgi vermemiştir.(26) Bakan, Türkiye’nin buna rağmen halen herhangi bir bilgi talep etmediğini de sonradan eklemiştir.(27) Ertesi gün Rus Interfax haber ajansına konuşan bir Rus yetkili, uçağın Suriye hava sahasındayken düşürüldüğünü ve Moskova’nın elinde uçağın tam rotasının kayıtları olduğunu söylemiştir.(28) Şuana kadar ajansın haberine Rus resmi makamlarından herhangi bir yalanlama gelmemiştir. Fransız Basın Ajansına konuşan ancak ismi açıklanmayan bir başka Rus yetkili ise, Türk uçağının Suriye hava savunma sistemlerinin hazırlık durumunu test etmek istediğini, bunların kendisine ateş açması için çok çabaladığını ve kelimenin tam anlamıyla bunu istediğini iddia etmiştir.(29)

Uçak krizi ile ilgili bir başka aykırı ses ise, Suriye gibi Batı’nın hedefinde olan bir diğer ülke olan İran’dan gelmiştir. Örneğin Türkiye’yi «provokasyon yapmakla” suçlayan İran devlet televizyonlarından Press TV, Türkiye’nin Washington adına ve düşmanca hareket ettiğini öne sürmüştür.(30) Üstelik İran, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri bir operasyonda bulunması durumunda Suriye’nin yanında yer alacaklarını açıklamıştır.

Suriye Yönetiminden Resmi Özür ve Tazminat Talep Edilmeli mi?

1989’da Suriye ile 22 Haziran’da yaşanan krizin bir benzeri yaşanmıştır. İki ülkenin hem Hatay hem de PKK konusunda ciddi gerginlik yaşadığı bu dönemde, Türkiye’ye ait bir tapu kadastro uçağı, Suriye tarafından hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle düşürülmüştür. Ancak o dönem Türkiye, Suriye’ye özür diletmeyi ve tazminat ödetmeyi başarmıştır. Bugünkü krizde ise Suriye hükümetinden henüz bir özür yahut tazminat teklifi gelmemiştir. Aslında krizin ilk günü bazı gazeteler, Haber Türk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın ağzından «Başbakan Erdoğan Suriye’nin ciddi bir şekilde özür dilediğini söyledi” şeklinde haberler yayınlamış ancak bunun doğru olmadığı ortaya çıkmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla bu sefer Türkiye Suriye’nin özür dilemesini istememiştir. Hatta Esad özür dilese bile bunun yok sayılması mümkündür çünkü özrün veya tazminatın kabulü, Türkiye’nin yönetimden uzaklaştırmak istediği Esad’ın Devlet Başkanı olarak muhatap alındığı anlamına gelecektir. Bununla birlikte Esad da, hatalı olsalardı özür dilemekten çekinmeyeceklerini ancak «%100 keşke düşürmeseydik” dese de hatanın kendilerinde olmadığını açıkça savunmuştur.(31)

Kriz İle İlgili Dış Politika Doğru mu?

Tüm Batılı ülkeler tarafından dışlanmış, izole edilmiş ve üstelik de her açıdan çok zor durumda olan bir ülke tarafından savaş uçağının düşürülebilmiş olması, Türkiye’nin prestijine şüphesiz olumsuz etki etmiştir. Mavi Marmara olayında, uluslararası sularda Türk sivillerin öldürülmüş olmasına rağmen özür elde edilememesinin üzerine bir de bu olayın eklenmesi, hem hükümet hem de Türk halkı için moral bozucu olmuştur. Türkiye’nin daha önce hiç olmadığı kadar güçlü olduğunu iddia ettiği bir dönemde söz konusu sıkıntıları yaşamış olması, ister istemez hükümet üzerindeki baskıyı arttırmaktadır. Türkiye’nin sertleşen söylemleri ve yükselen gücüne rağmen, söz konusu ülkelerden istediğini alamıyor olması yabancı basında da konu edilmeye başlanmış ve Türkiye’nin güçlü imajının sorgulanmasına neden olmuştur.(32) Halbuki 1998’de, PKK ile ilgili olarak Suriye ile daha da sert bir kriz yaşanmış ancak Türkiye istediklerini tam olarak elde edebilmiş ve PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasını sağlayabilmiştir. O dönemde Dışişleri, Türkiye’nin, Suriye sınırına askeri birliklerini kaydırarak ve Kara Kuvvetleri Komutanı’nı sınırda konuşturarak sağladığı başarıyı, «Askeri güçle arkalanmış dış politika”(33) olarak adlandırmıştır. Ancak bugün Türkiye’nin sıfır sorun iddiası ile yola çıkıp, etrafındaki birçok ülkeyle daha da sorunlu hatta çatışmaya varan ilişkiler geliştirdiğinden ve üstelik istediklerini de yaptıramadığından yola çıkarak, hem sert güç hem de yumuşak güç ile ikna siyasetinde komşularına karşı başarılı olamadığı söylenebilir.

F4 krizi ile birlikte Türk hükümetinin gerçekten zor bir karar ile karşı karşıya kaldığını kabul etmek gerekir. Hükümet bir yandan Türkiye’nin onurunu korumak, diğer yandan da bunu, milletini bir savaş tehlikesinin içerisine sokmadan yapmak zorundadır. Böylesine hassas bir durumda sırf hükümeti zayıflatmak yahut muhalefet etmek amacıyla yapılacak baskı ve ithamlar, tüm ülke için faydadan çok zarar getirecektir. Bununla birlikte bu hassasiyet, hükümetin dış politikasının sorgulanmadan desteklenmesi gerektiği anlamına gelmez. Çünkü sorgulamadan yapılan bir kabul, eğer ki bir hata yapılıyorsa, bu hatanın belki de daha da güçlü bir şekilde sürdürülmesine ve nihayetinde daha kötü sonuçlara yol açabilecektir. Başbakan Erdoğan, bu konudaki politikasının sorgulanmadan desteklenmesi konusunda oldukça sert bir tutum sergilemektedir. Örneğin olayın ardından konuştuğu meclis grup toplantısında, «AK partinin değil, aziz milletimin uçağı hedef alınmıştır. Böyle bir hadise karşısında net tavır takınmayanlar tarih önünde mahcup olacaktır” demiştir. Doğal olarak böyle bir açıklama, Türk hükümetinin genel olarak dış politikasında, özelde ise Suriye politikasında bir hata olup olmadığının tartışılmasına müsaade etmemektedir. Halbuki tek bir partiden oluşan hükümetin dış politika kararlarının, halkın tamamı tarafından «milli mesele/milli dava” olarak algılanmasını ve dolayısıyla iktidarın kararları etrafında milli birlik ve beraberlik ruhu içerisinde kenetlenilmesini talep etmek demokrasi ile uyuşmamaktadır. Üstelik bir Türk vatandaşı, hükümetin Suriye politikasını desteklemeyi «milli çıkar” olarak görüp uçağımızın düşürülmesi meselesinde sorgulamadan hükümetin kararlarını desteklemeyi «milletine hizmet etmek/vatanseverlik” olarak değerlendirebilecekken, bir başka Türk vatandaşı ise, hükümetin politikalarıyla milletine zarar verdiğini düşünüp, onu eleştirip değiştirmeye çalışmayı, «milletine hizmet etmek/vatanseverlik” olarak algılayabilir. Nihayetinde bu iki vatandaş da ülkesini ve milletini sevmekle birlikte, milli çıkarların nasıl korunabileceği konusunda düşünsel bazda farklılaşmaktadır. Dolayısıyla hiç bir hükümetin «benim dış politikam sizin milli davanızdır, desteklemek zorundasınız” gibi yaklaşım içerisine girmesi doğru değildir.

Süreç boyunca Türkiye’de, «uçağımızın orada ne işi vardı?” sorgulamasını yapanların bile hiçbir zaman Suriye’nin saldırganlığı ve Türkiye’nin haklılığını sorgulamadığı görülebilmektedir. Bu sorgulamayı yapanların argümanı daha çok bu uçağın başka bir takım çıkarlar uğruna kurban edilip edilmediği ya da orada yapmaması gereken bir görev icra etmeye zorlanıp zorlanmadığı yönündedir. Uçak, madem bir partinin değil aziz milletimizin uçağıdır, o zaman; son derece büyük bir kriz yaşadığımız, Türkiye’nin bizzat desteklediği bir iç savaş içerisinde olan ve uçak savarlarını tetikte beklettiği bilinen Suriye’nin tehlikeli karasuları üzerinde uçmaya gönderilmesi ne kadar sorumlu bir karardır? Üstelik askeri uzmanlar, Suriye’nin o bölgede angajman kurallarını kritik alarm(34) seviyesine çıkardığını belirtmektedir. Bu durumda, o bölgedeki hava savunma sistemlerinin, yabancı gördüğü her hava aracını vurma ihtimalinin hesaplanmış olması gerekmektedir. Nitekim sonradan ortaya çıkan telsiz görüşmelerinde, uçağa ateş açıp açmamak konusunda kararsız kalan Suriyeli askere merkezden, «bu durumlarda ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz” (35) şeklinde bir cevap geldiği ortaya çıkmıştır. Suriye Dışişleri Sözcüsü Makdisi’nin birçok kişiye anlamsız gelmiş olan, “o bölgede kendi uçağımız olsa onu da düşürürdük“(36) sözleri de bu durumla ilgilidir. Bir Suriyeli savaş pilotunun uçağıyla beraber Ürdün’e kaçmasının ardından, vurma kararının kapsamına Suriye uçakları da eklenmiştir. Hava sahası ihlallerinin Ege’de de sıkça yaşandığı şeklindeki benzetme anlamsızdır, çünkü Türkiye Yunanistan’ın terörist olarak adlandırdığı gruplara destek vermemekte ve Yunanistan’ın rejimini değiştirmeye çalışmamaktadır. Dolayısıyla tüm bunlara rağmen Türk uçağının neden o bölgeye yollandığına dair inandırıcı bir cevap vermek, hükümetin Türk kamuoyuna en büyük borcudur.

Hükümet, Suriye politikasında bir değişikliğe gitmeyeceğini aksine bu konuda daha aktif ve sert politikalar uygulayabileceğini açıkla belli etmektedir. Nitekim Erdoğan, fahri doktora aldığı bir törende, uçağın orada ne işi olduğuna dair sorgulama yapanlara tepki göstererek, Türkiye’nin tribünlerde kalabilecek bir ülke olmadığını, sahaya inmek zorunda olduğunu ve 1940’lara takılıp kalmış olanların bunu anlayamayacağını söylemiştir.(37) Ardından kriz ile ilgili başlangıçta tutunduğu itidalli tavrı sertleştirmeye başlamış ve bir konuşmasında; «Sınırlarımız söz konusu olduğunda, hak, adalet söz konusu olduğunda tıpkı İstiklal Marşımızın emrettiği gibi kükremiş sel olur, bendimizi çiğner aşarız. Kendi halkına vahşice zulmeden, halkına ait silahları acımasızca halkına çeviren, çevre ülkelere hukuksuz saldırganlık yapan her kim olursa olsun hiç tereddüt etmeden haddini bildiririz”(38) şeklinde ifadeler kullanmıştır. Ancak kriz yaşanan bir komşu ülke yönetimine karşı bu tür sert milliyetçi beyanatlarda bulunulmasının çok sık rastlanan, alışıldık bir durum olduğu ve kesinlikle sadece bugünkü Başbakan’a has bir tutum olmadığını belirtmek gerekir. Kardak Krizi sürecinde dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in söylemlerini hatırlamak yeterli olacaktır.

Krizin ardından Erdoğan, Türkiye’nin angajman kurallarının değiştirildiğini, dolayısıyla Suriye’den Türkiye sınırına güvenlik riski ve tehlikesi oluşturacak şekilde yaklaşan her askeri unsurun bir tehdit ve askeri hedef olarak muamele göreceğini ilan etmiştir. Bu durumda, sınır ihlali yapmasa bile, bir Suriye askeri aracı Türkiye sınırına doğru yaklaşırsa, tehdit olarak algılanıp vurulabilecektir. Bu yeni kararın, Türkiye’yi her türlü provokasyona daha açık hale getireceği açıktır. Suriye’nin bir iç savaş içerisinde olduğu düşünülürse, muhaliflerin Türkiye sınırından Suriye ordusuna saldırı düzenleyip, onları Türkiye sınırına doğru çekmeye çalışması kuvvetle muhtemeldir. Bu durumda Türkiye, sıcak takip yapmakta olan Suriye ordusu unsurlarını gerçekten vurabilecek midir? Ya da sınır bölgesine yakın bir noktada muhaliflerle ordu arasında yaşanan bir çatışmada Türkiye, Suriye ordusuna ateş açacak mıdır? Üstelik «sınıra yaklaşan” terimi ile kaç kilometrelik bir alanın kastedildiği de açık değildir. Diğer bir soru da, kendi sınırları içerisinde hareket eden bir askeri unsurun, komşu ülkenin sınırına yaklaştı diye vurulmasının uluslararası hukuka ne kadar uygun olacağıdır.

Türkiye hükümetinin, bu yeni angajman kuralları ile pratikte daha önce BM’nin Bosna ve Körfez savaşında yaptığı gibi, güvenli ya da uçuşa yasak bölgeleri, kendi başına yaratmak istiyor olması mümkündür. Nitekim Vatan gazetesine konuşan bir ABD Savunma Bakanlığı yetkilisi, son Zirvede Türkiye’nin NATO’dan talepleri arasında uçuşa yasak bölgenin de bulunduğunu doğrulamıştır.(39) Bu durumda Suriyeli muhalifler için fiili bir tampon bölge oluşacaktır. Operasyonlardan korunabilecekleri bir tampon bölge, muhalifler tarafından uzun süredir talep edilmektedir ancak buradan Suriye ordusuna karşı yapılması kuvvetle muhtemel saldırıların nasıl karşılık bulacağı ve bu durumda Türk ordusunun nasıl olayların içine çekilebileceği, çok dikkatli şekilde analiz edilmesi gereken, tehlikeli konulardır. Yeni kuralların ilanından sonra, hem Türkiye hem de Suriye’nin, çok sayıda birlik ve teçhizatını sınıra doğru kaydırması da riski arttırmaktadır. Nitekim Füze ile uçaksavar bataryalarının Suriye’yi hedef alacak şekilde yerleştirildiği Kilis’te yaşayan Türk vatandaşları da tarlalarına girmekten bile korktukları ve savaş olasılığından ciddi şekilde endişe ettikleri, gazete haberlerinden anlaşılabilmektedir.(40)

Sonuç

Bu çalışmanın ortaya koyduğu nihai değerlendirmeler şunlardır:

Türk uçağını düşürmeden önce ‘radarla keşif’, ‘uçakla irtibat kurulması’, ‘pilotun uyarılması’, ‘cevap alınamıyorsa gözle tespit’ ve ‘önleme uçuşu yapılması’ gibi genel angajman kurallarına uymayan Suriye’nin Türkiye ve ilgili uluslararası örgütler tarafından doğru şekilde cezalandırılması şarttır. Aksi takdirde Türkiye’nin hiç bir inandırıcılığı ya da caydırıcılığı kalmayacak ve bu da benzeri yeni krizlerin doğmasına yol açabilecektir.

Hükümetin kriz boyunca sürdürdüğü büyük oranda itidalli tavır doğrudur. Bununla birlikte Türk Hükümeti ve Genel Kurmayının, büyük ihtimalle savunma refleksiyle, yeterli araştırmayı yapmadan, uçağın Suriye karasularının dışında ve füze ile vurulduğuna dair tezini çok ön plana çıkarması hatadır. Uçağın enkazının tamamının çıkartılmış olmasına ve pilotlarımıza otopsi yapılmış olmasına rağmen halen uçağın bir füze tarafından vurulduğu ispatlanamamıştır. Bu ispatın yapılamaması ve uçak savar mermileriyle vurulduğunun ortaya çıkması durumunda, Türkiye haklı olmasına rağmen, kesin bir dille verdiği yanıltıcı bilgiler ile daha çok anılacak ve kazanımlarını kaybedecektir. Bu nedenle en baştan beri yapılması gereken, uçağın nasıl ve nerde vurulduğundan çok, Suriye tarafından uluslararası hukuka aykırı şekilde uyarılmadan düşürülmesini ön plana çıkarmak olmalıydı.

İkinci bir hata, iki ülke ilişkileri bu kadar tehlikeli bir noktaya getirilmişken ve Suriye savunma sistemleri alarm durumundayken, uçağımızı o bölgede hava sahası ihlali yapacak şekilde keşfe göndermektir. New York Times(40) gibi ciddi gazeteler, CIA’in Suriyeli muhalifleri organize etmek ve silahlandırmak için Türkiye’nin Suriye sınırında üstlenmesine izin verildiği şeklinde haberler yapmaktadır. Nitekim Başbakan Erdoğan da, eli kanlı bir diktatör/kukla diktatör olarak adlandırdığı Esad gidinceye kadar muhaliflere her türlü yardımın yapılacağını resmen açıklamıştır. Dolayısıyla Suriye’nin hareketi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün iddia ettiği gibi bir paranoya ürünü değildir. Tüm askeri uzmanlar bilir ki, askeri müdahaleler keşif ile başlar ve yine keşif ile son bulur. Suriye yönetimi, Türkiye’nin kendisine karşı «net bir şekilde düşmanca davrandığını ve silahlı bir müdahale için fırsat kolladığını” düşünmektedir. Dolayısıyla Suriye’nin, düşman olarak gördüğü Türkiye’nin bir askeri uçağı tarafından, kendi kıyılarında fotoğraflanmasına razı olmayacağını bile bile, uçağımıza bu görevin verilmesi; iki değerli pilotumuzun kaybına ve daha birçok olumsuzluğa neden olan, «hatalı bir karardır.”

Kaynaklar

(1) Bir dönem uçan tuğla da (flying brick) denilen uçak sadece Vietnam’da 280 MİG düşürmüş ve bu nedenle esprili bir şekilde «dünyanın en önde gelen Mig yedek parça distribütörü” olarak ün kazanmıştır. http://www.boeing.com/defense-space/military/f4/geewhiz.htm) Ancak Suriye ile krizin ardından bazı Türk gazeteleri, bu uçakların ömrünün çoktan dolduğuna ve ABD tarafından hedef tahtası olarak kullanıldığına dair alaycı haberlere yer vermiştir. Bknz: http://gundem.milliyet.com.tr/abd-vuruyor-biz-ucuruyoruz/gundem/gundemdetay/29.06.2012/1560505/default.htm

(2) «Vurduk sonra Türk olduğunu anladık”, Hürriyet, 23 Haziran 2012.

(3) http://online.wsj.com/article/SB10001424052702304830704577497081567553846.html?mod=googlenews_wsj

(4) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nuland: “Biz her türlü sızdırmayı kınıyoruz”, Hürriyet, 3 Temmuz 2012

(5) http://www.turkishpress.com/news.asp?id=382614#.T_repxdOiAg

(6) http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/07/01/erdogan.wsjnin.haberi.yalan.bunu.hep.yapiyor/667237.0/index.html

(7) Örneğin bknz: http://www.internetajans.com/haber/pilotun-postallarini-buldular-haberi-10139h.html

(8) Eyüp Can, «Sinir Harbine Hazır mısınız?”, Radikal, 26 Haziran 2012

(9) «Esad: Erdoğan’a Vahiy mi İndi?”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2012

(10) «Konuşmalar elimizde Türk uçağı olduğunu biliyorlardı”, Yeni Şafak, 25 Haziran 2012

(11)http://www.cnnturk.com/2012/guncel/07/07/humus.emretti.al.bassit.vurdu/668027.0/index.html . Bununla birlikte farklı medya araçlarının aynı konuda zıt bilgiler verebildiğini de belirtmek gerekir. Nitekim bir başka haber sitesi, askerlerin kendi aralarında «komşunun uçağı geliyor” şeklinde konuştuklarını iddia etmektedir. Bknz: http://www.internetajans.com/haber/pilotun-postallarini-buldular-haberi-10139h.htmlAncak bu çalışma güvenilirlik açısından doğal olarak CNN Türk’ün haberini doğru kabul etmeyi tercih etmiştir.

(12) «Suriye: İsrail Jeti Sandık”, Radikal, 27 Haziran 2012.

(13) http://www.cnnturk.com/2012/dunya/07/01/rusya.elimizde.objektif.veriler.var/667224.0/index.html

(14) “Türk Uçağını Suriye Düşürmüş”, Hürriyet, 23 Haziran 2012

(15) http://www.syrianews.cc/syria-f4-phantom-turkish-media-distorts-facts

(16) «MGK: Tüm Haklarımızı Kullanacağız”, Radikal, 28 Haziran 2012.

(17) «Davutoğlu: Suriye’nin eylemi cezasız kalmayacak”, Hürriyet, 3 Temmuz 2012.

(18) «Erdoğan: NATO’nun tavrından doğrusu memnunuz”, Radikal, 26 Haziran 2012.

(19) http://www.haberdar.com/nato-4-madde-kapsaminda-toplaniyor-3510243-haberi

(20) «BM: Soğukkanlı olunmalı”, Milliyet, 23 Haziran 2012

(21) «Ricciardone: Biz Savaşın Çözüm Olmadığını Düşünüyoruz”, Radikal, 28 Haziran 2012.

(22) «AKPM: Suriye’nin Saldırısı Avrupa’ya Tehdit”, Radikal, 27 Haziran 2012

(23) NATO resmi web sitesi: http://www.nato.int/cps/en/natolive/opinions_88848.htm?selectedLocale=en

: «Rasmussen: Uçağın düşürülmesi tüm uluslararası normlara aykırı”, Radikal, 2 Temmuz 2012 : http://www.arabnews.com/middle-east/nato-says-syria-downing-turkey-jet-%E2%80%98unacceptable%E2%80%99

(24) «Putin’den Erdoğan’a geçmiş olsun telefonu”, Milliyet, 27 Haziran 2012.

(25) «Moskova’dan İlk Tepki”, Radikal, 27 Haziran 2012

(26) «Rusya Dışişleri Bakanı: Düşürülen Türk Uçağı ile İlgili Objektif Verilere Sahibiz”, Milliyet, 30 Haziran 2012.

(27) “Parçalarda kurşun izi yok”, Hürriyet, 06 Temmuz 2012

(28) «Rusya: Türk Jeti Suriye Hava sahasında düşürüldü”, Hürriyet, 3 Temmuz 2012

(29) «Rusya’dan “Türk jeti provoke etti” iddiası”, Hürriyet, 4 Temmuz 2012.

(30) «İran’dan zehir zemberek Türkiye çıkışı!” Radikal, 27 Haziran 2012.

(31) http://www.ulusalportal.com/dunya/orta-dogu/9911-03-07-2012.html

(32) Örneğin «Türkiye yağıyor ama gürleyemiyor” ya da «Suriye krizi, Ankara ’nın bölgesel süper bir güç olmak için girişimlerinin akılsızlığını ve zayıflığını ortaya çıkardı.” gibi Reuters ve Guardian’dan çıkan haberler. Bknz: «Ankara’ya en sert eleştiri İngiliz medyasından”, Radikal, 28 Haziran 2012 http://www.cnnturk.com/2012/dunya/07/09/turkiye.gurluyor.ama.yagmiyor/668262.0/index.html

(33) «Askeri güçle arkalanmış Suriye Politikası”, Milliyet, 30 Haziran 2012.

(34) http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/turk-jeti-neden-angajman-kurallari-yuksek-olan-bolgedeydi-h3894.html

(35) http://www.cnnturk.com/2012/guncel/07/07/humus.emretti.al.bassit.vurdu/668027.0/index.html

(36) «Suriye bu çılgınlığı neden yaptı”, Radikal, 26 Haziran 2012.

(37) «Erdoğan: Tribünlerden çektik sahada olmalıyız”, Milliyet, 29 Haziran 2012.

(38) «Hem Suriye’yi hem CHP’yi Eleştirdi”, Radikal, 29 Haziran 2012.

(39) «Türkiye Tampon Bölge İstedi mi?”, Milliyet, 29 Haziran 2012.

(40) Örneğin:«Füzeler Suriye’ye Çevrildi”, Radikal, 30 Haziran 2012.

(41) Amerika’nın Sesi:

http://www.voanews.com/content/report_us_aiding_syrian_opposition/1216745.html

(42) «Askeri güçle arkalanmış Suriye Politikası”, Milliyet, 30 Haziran 2012.

(43) «Cumhurbaşkanı Gül: Sineye Çekilmeyecek”, Radikal, 26 Haziran 2012.