Terör ve Bölgesel Güç Dengesi

PKK’nın 19 Ekim tarihinde gerçekleştirdiği ve 24 askerin şehit olmasıyla sonuçlanan saldırının arkasından çok şey yazıldı ve konuşuldu. Yapılan yorumların bir kısmı genelde PKK’nın böyle büyük bir saldırıyı nasıl gerçekleştirdiği üzerinde yoğunlaşırken, diğer bir kısmı, her zaman olduğu gibi, güvenlik güçlerinin zafiyeti üzerinde yoğunlaşıyor. Hatta bir kısım gazeteler suçu tümüyle askerin üzerine atma konusunda yarışmaktalar. Çok küçük bir kesim ise bazı bölge ülkelerinin ve gene ABD’nin parmağı olabileceği ihtimallerini değerlendiriyor. Aslında sorun tek boyutlu bir sorun olmaktan çıkalı çok oldu. Çözümü zorlaştıran en önemli nokta da bu gerçeğin yeterince önemsenmemesinde yatmakta.

Yeni Osmanlıcılık ve PKK Terörü

Ak Parti’nin Davutoğlu ile uygulamaya koyduğu ve Türkiye’nin bölgesel bir güç olmasını amaçlayan dış politika stratejisinin, artan PKK terörü ile yakından ilgisi bulunmakta. Ancak sadece bununla sınırlı değil. Terörü besleyen pek çok kaynak var ancak bu kaynaklardan en önemlisi özellikle bölge ülkelerinin desteği. İlk aşamada akla gelen ülkeler ise İran ve Suriye. Bu ülkelerin PKK’yı desteklemelerinin ardında yatan en önemli neden Türkiye’nin son yıllarda benimsediği dış politika stratejisi ile yakından ilişkili. Davutoğlu’nun önce «komşularla sıfır sorun” olarak adlandırdığı ama bu sütunda gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu defalarca yinelediğimiz politikası, daha derinde «Yeni Osmanlıcılık” ideolojisinin izlerini taşımakta. Bu ideolojiye göre, Türkiye daha önce Osmanlı İmparatorluğu’nun sahip olduğu topraklar üzerinde etkili bir güç olabilir.

Fakat bu politika tamamıyla, bölge ülkelerinin Türkiye’nin liderliğini kabul edeceği varsayımına dayanmakta. Fakat en yakın komşularımız olan Suriye ve İran başta olmak üzere diğer tüm bölge ülkelerinin, bırakın Türkiye’nin liderliğini kabul etmeyi, bundan aşırı derecede rahatsızlık duymaları daha olası bir durum. Özellikle son zamanlarda, hükümetin Suriye’ye karşı tavır değişikliği sonucu gerilen ilişkiler ve İran’ın hem Türkiye’nin benimsediği dış politika söyleminden hem de Türkiye’ye yerleştirilen füze kalkanından duyduğu rahatsızlık, bu ülkelerin PKK’yı bir araç olarak kullanmalarına sebep olabilir. 1990’lı yıllarda bu ülkelerin PKK ile ilişkileri göz önüne alındığında bu hiç de imkânsız bir durum değil.

Son saldırıların ardından yapılan yorumlarda genellikle vurgulanan konu, PKK’nın böyle bir eylemi nasıl gerçekleştirebildiği üzerinde odaklanmakta. Çünkü saldırıların büyüklüğü dikkate alındığında, bunun PKK’yı da aşan bir eylem olduğu sonucuna varmak çok zor olmasa gerek. Eğer öyleyse durum daha vahim demektir. Bu durumda Türkiye’nin artık PKK’yı basit bir terör örgütü olarak görmekten vazgeçmesi ve ona göre stratejiler geliştirmesi gerekmekte.

Diğer bir önemli nokta ise, saldırılarda Amerika’nın parmağının olup olmadığı. Şu aşamada, Amerika’nın Türkiye’ye karşı böyle bir eylemi yürütmesi pek mantıklı değil. Suriye’de rejimi değiştirmeye niyetlenen ve bu arada da İran’ı kontrol altında tutmak isteyen Amerika’nın en son isteyeceği şey Türkiye’nin istikrarsızlaşması olacaktır. Ancak Suriye konusunda Türkiye’nin harekete geçmesini isteyen Batı’nın -ve tabii ki ABD’nin- Suriye’yi Türkiye’nin hedef tahtasına koymak amacıyla, böyle bir eylemi Suriye destekli göstermeye çalışması da ihtimaller arasında bulundurulmalıdır.

Bu şartlar altında Türkiye’nin yapması gereken en önemli şey, sorunu bütün boyutları ile değerlendirip oyunu kurallarına göre oynamasıdır. Bunun için öncelikle PKK’yı sadece kendi içinde değerlendirip ona göre politikalar üretmek yerine, PKK’yı bölgesel güç dengesi çerçevesinde kullanılan araçlardan sadece bir tanesi olarak görmek ve buna uygun stratejiler geliştirmek daha mantıklı olacaktır.



Bunları da sevebilirsiniz