Ama En Önce ve İllaki Sağlık Olsun…

«Yine ağustos geldi, yine incir sıcağı, toprak güneş kokuyor, yine bademler çatladı, yine cırcır böcekleri caz yapıyor, yediveren limon salkım salkım, Taşçı Mehmet yerli tohumdan on dönüm karpuz ekmiş yine… Hani vasiyet etmiştin ya ona ‘yerli tohum bankası kurun’ diye… Sözünü unutmamış… Muhtar yine seni anlatıp duruyor; yaşadığımız yeri görmek için insanlar akın akın evimize geliyor. Hasan geldi, Güzel ve Su geldiler, bir sen yoksun…”
Bir ağustos günü hayata gözlerine yumdu Can Baba…
Ölümünün 12. yılında arkasından bunları söylüyor eşi Güler Yücel…
Yeni bir anma günü…
Her sene daha da zorlaşan her sene daha da artan özlem…
Ama hayata bıraktıkları o kadar gerçek o kadar her anı yansıtıyor ki, sanki hep bizimle…
Bugün söylenmişcesini hepimizden bir parça anlatıyor…
Aşıkların şairidir…
Devrimcilerin…
İsyan edenlerin…
Hayata sıkı sıkıya bağlı olanların…
Uzak şehirlerdeki iki hasta yakınının ortak hislerini anlatır, bağlar Can Baba…
Ayrılanları anlatır.
Ve
Hepimizin içindeki uzaklaşma hissidir…
Bugünlerde herkes gitmek istiyor
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle «yanına almak istediğin üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor…
Uğurladığı dostlarının arkasından yazacak kadar vefalı, ölüme meydan okurcasına cesur ve bir o kadar hayata bağlı…
Başka türlü bir hayat, başka bir memleket istemi…
Başka türlü birşey benim istediğim,
Ne ağaca benzer ne de buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız
Rengi başka, tadı başka.
Kendi mezar taşında yazacakları, ebediyen yatacağı yeri henüz aramızdan ayrılmadan söylemiş, biraz da hep ölümle yaşamış olsa da; öyle bir yaşama tarifi yapar ki, ona uyduktan sonra mutluluk bizimledir…
Sabah kalkar kalkmaz yapılacakları anlatarak başlar tarifine…
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama.
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin…
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin.
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin.
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart.
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine…
Ardından güzel bir gün nasıl olur serer gözler önüne..
Karşına ilk çıkan insana gülümsemenin vereceği mutluluğu, eksik kalan işleri tamamlamanın rahatlığı, uzun zamandır görüşülmeyen dostların sesini duymanın huzurunu anlatır.
Bir sıcak kahve, yağmurda ıslanmak, güneşte ısınmak, çiçek koklamak, küçük bir çocuğun gözlerine bakmak…
Ve günün sonu…
Hep acelemizin olduğu hayatta şükredecek ne kadar çok şey var aslında, en ala misafir biziz bu hayatta…
Günün güzeldi değil mi?
Akşamın da güzel olsun…
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun…
Saklama tabakları, bardakları misafire.
Sizden ala misafir mi var bu dünyada?
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil.
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik bıraktıklarını tamamlar gibi.
Tadına var akşamının…
Gece evinde, dostların olsun.
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun…
Arkadaşım, hayat bu. Daha ne olsun?
Ama en önce ve illaki sağlık olsun!

Bunları da sevebilirsiniz