STRATEJİK DERİNLİĞİN SONU…

AKP’nin 2000’li yılların ortalarından sonra hızlı bir şekilde uygulamaya koymaya çalıştığı ve «Stratejik Derinlik” olarak adlandırılan dış politika stratejisi, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da meydana gelen olaylar karşısında sürdürülemez bir hale geldi. Ve hatta denilebilir ki, aynı strateji Türkiye’nin gelişmelerden dışlanmasına sebep oldu. En son NATO’nun devreye girmesi ile Türkiye de Libya meselesine dahil olabildi ancak asıl karar verme mekanizmasında Türkiye’nin etkin olduğunu söylemek çok zor. Bölgede baş döndürücü bir hızla gelişen olaylar karşısında Türkiye’nin yeni bir dış politika stratejisi benimsemesi artık bir zorunluluk haline gelmiştir.

Komşularla Sıfır Problem

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’yi bölgesel bir güç yapma amacıyla uygulamaya koyduğu ve bunu başarmak için komşularımızla bütün sorunlarımızı çözmemiz gerektiği varsayımına dayanan dış politika stratejisi, Türkiye’yi eski Osmanlı toprakları üzerinde tekrar etkin bir konuma getirme amacı taşımaktaydı. Bu amaçla Türkiye bölgede hızlı bir diplomasi trafiği başlatarak bir yandan komşularımızla olan problemlerimizi çözmek diğer yandan da dışlanan bölge ülkelerinin uluslararası sistemde savunuculuğunu yapmak gibi uygulaması zor ve hatta Türkiye’nin başına bela olabilecek bir dış politika stratejisi benimsedi. Bu amaçla İran’ın nükleer programını savunmaktan, İsrail’le ilişkilerimizi bozmak pahasına Hamas ve Filistin davasına sahip çıkmaya, Azerbaycan’la ilişkilerimizi bozmak pahasına da Ermenistan’la ilişkilerimizi düzeltmeye kadar pek çok strateji denedi. Ancak bütün bunların, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmeler karşısında Türkiye’nin etkin bir ülke konumuna yükselmesine yetmedi. Hatta, bu yeni dış politika vizyonu, bu olaylar karşısında Türkiye’nin etkin bir konuma ulaşmasını önledi bile denilebilir. Bunun sebeplerini şöyle sıralamak mümkün:

İlk olarak, Türkiye’nin gözden kaçırdığı en önemli husus, bir ülkenin tamamıyla diğer ülkelerle sorunlarınıtamamen çözmesinin imkansız olmasıdır. Bir ülke dış politikasını ulusal çıkar kavramı üzerine inşa etmelidir. Ve çıkar söz konusu olduğunda, diğer ülkelerle çıkar çatışmasının yaşanması da kaçınılmazdır. Aksini savunmak ve uygulamak, dış politika da ulusal çıkardan taviz verilmesini gerektirir.

İkinci olarak, bütün komşu ülkelerle sıfır problem politikası, Türkiye dışındaki sebeplerden dolayı da pek mümkün görülmemektedir. Bölge ülkelerinin, kendi aralarında pek çok sorun bulunmaktadır ve bir ülke ile sorunları çözmeye çalışmak diğer ülkelerle yeni sorunların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Türkiye’nin Ermenistan sorununu çözmek amacıyla başlattığı girişimin, aramızda hiç sorun olmayan Azerbaycan’la ilişkilerimizin bozulmasına yol açması ya da İran’la ilişkilerimizi düzeltmeye çalışırken İran’ı tehdit olarak gören Batı ve diğer bölge ülkeleri ile ilişkilerimizin bozulması buna örnek gösterilebilir.

Üçüncü olarak, Türk dış politika yapıcıları ilişkilerimizi düzeltmeye çalıştıkları bölge ülkelerinin kendi iç dinamiklerini görmezden gelmişlerdir. Dolayısıyla, bu ülkelerle ilişkilerimizi geliştirmek, bu otoriter rejimlerle ve diktatörlerle ilişkilerimizi geliştirmek anlamına gelmektedir. Kendi halklarına İsrail’in Filistin halkına karşı gösterdiği davranıştan pek de farklı olmayan bir davranış sergileyen bu diktatörlerle iyi ilişkiler içerisinde olmak, bu ülkelerdeki halk hareketini başlatanların ve yönetimi devralan yada kısa süre sonra devralacak muhaliflerin Türkiye’ye bakışını da olumsuz etkilemektedir. Örneğin, Libyalı muhaliflerin Türkiye’ye bakışlarının sorunlu olduğu konusunda ciddi bulgular vari. Bu durum, olaylar patlak verdikten sonra Türkiye’nin olaylara karşısında daha hızlı ve etkin kararlar vermesini de engellemiş, dolayısıyla zaman kaybına ve Türkiye’nin süreçten dışlanmasına sebep olmuştur.

Yeni Bir Dış Politika Vizyonu

Son olaylar, Türkiye’nin dış politikasında köklü bir revizyona ihtiyaç duyduğunu da gözler önüne sermiştir. Bir kere «komşularla sıfır problem” politikası uygulanabilirliği ve sürekliliği olmayan bir politikadır. Dün iktidardaki diktatörlerle iyi ilişkiler kuran Türkiye’nin bugün yönetimi devralan ya da devralacak muhaliflerle aynı iyi ilişkileri sürdüreceği şüphelidir. Türkiye’nin şimdiye kadar bu uğurda harcadığı zaman ve enerji bir anda boşa çıkmıştır ve aynı iyi ilişkilerin yeni yönetimlerle kurulması olasılığı da zayıflamıştır. Çünkü, pek çok muhalifin gözünde Türkiye daha önceki baskıcı diktatörlerin dostu konumundadır ve bu imajın silinmesi uzun zaman alacaktır.

Türkiye’nin yapması gereken, demokrasi ve insan hakları gibi evrensel değerler ışığında bir dış politika söylemi benimsemek ve Türkiye’nin ulusal çıkarını gözeten bir strateji izlemektir. Aksi taktirde bölgesel güç olma hayalden öteye geçemez.

i Bkz. Semih İdiz, «AKP’nin Orta Doğu Politikası alt üst oldu,”Milliyet.

Bunları da sevebilirsiniz