72. Koğuş ve (Eski) Bursa Cezaevi

Orhan Kemal’in Hatırlattıkları

Son birkaç haftadır pek çok kültür-sanat programında, gazetelerin sanat-sinema eklerinde özellikle bir eserin adını görüyoruz, hakkındakieleştiri yazılarını okuyoruz: 72 koğuş. Orhan Kemal’in 1953-1958 yılları1 arasında yazdığı bu uzun hikayenin sinema filmi haline getirilmesi buna sebep.Bu yazının yazılmasına sebep ise, Orhan Kemal’in bu yazının yazarına hatırlattıkları.

Orhan Kemal, gerçek adıyla Mehmet Raşit Öğütçü 15 Eylül 1914’te Adana’da dünyaya gelir. Babası o dönem Çanakkale’de topçu teğmen, I. TBMM’nin de milletvekillerinden Abdülkadir Kemali; annesi ise ilkokul öğretmenliği yapmış Azime Hanım. Orhan Kemal 1937’de evlenir, 1938’de baba olur ve aynı yıl askere çağrılır. Hikmet Altınkaynak, Orhan Kemal’in hayatını ve eserlerini anlattığı Orhan Kemal’in Hikayeciliği2 kitabında yazarın, 16 aylık askerliğinin bitmesine 40 gün kala ‘okuduğu kitaplar nedeniyle ihbar edildiğini ve beş yıla hüküm giydiğini’ yazmıştır. Yazar cezasının yaklaşık 11 yılını Bursa’da tamamlar. Burada şiirler, hikayeler yazar.

Yazar, bu dönemdeki gözlemlerini ve yazma isteğini, Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından oynandığında kendisine ‘Yılın En Başarılı Oyun Yazarı’ sıfatını getirecek 72. Koğuş’ta birleştirir. Eser, Orhan Kemal’in (Eski) Bursa Cezaevi’nde başlayan yazma sürecinin bir ürünüdür. Orhan Kemal gibi Nazım Hikmet, ressam İbrahim Balaban gibi sanat, siyaset, düşün alanlarında ülkemizin önemli isimlerinin bir dönem bulunduğu bir yer. Piraye’ye mektupları okuyabilme sebebimiz, Memleketimden İnsan Manzaraları’nı… Aynı72. Koğuş’u okuyabilme sebebimiz olduğu gibi.

Ne sen bunun farkındasın/ Ne de kimse farkında’

Uluyol Caddesi’nde Onur İşhanı’nda bir ofiste çalışıyordu babam. Hatırlıyorum tam karşısında kocaman yüksek kalın duvarları vardı cezaevinin, ama beni rahatsız etmezdi görüntüsü. Yıllar sonra okumaya başladıktan sonra Orhan Kemal ve Nazım’ı, daha büyük anlam kazandı benim için burası. Ama ben tüm bunları fark ettiğimde artık yerinde mermer bir ‘adliye sarayı’ duruyordu.

Yazarın, 26 Eylül 1943’te tahliye olmadan önce Nazım Hikmet’e‘Promete’nin çığlıklarını/kabakıyım gibi tütün piposuna dolduran” adam,/sen benim mavi gözlü arkadaşım,/kabil değil unutamam seni.’ dizelerini yazdığı yapının artık herhangi bir binadan farkı kalmamıştı. Orhan Kemal’in hatırladıklarını hatırlamak için artık Bursalıların eski kitapları karıştırması gerekecekti, yerinde görebilme imkanı varken.

Düşünüyorum da aslını bozmadan orayı değerlendirmek mümkün değil miydi acaba? Koca bir adliye sarayı yapmaktan çok daha zor muydu orayı bir sanat merkezi, bir müze yapmak? Yoksa zor olan binaların bize düşündürebilecekleri miydi? Nazım’dan dolayı düşünceyi mahkum etmenin bir simgesi mi olurdu Eski Bursa Cezaevi?Göz görmeyince gönül katlanıyor ya her şeye; heykellerimizin, binalarımızın, başka yapılarımızın bizehatırlatacaklarından korktuğumuz için mi yıkıyordukonları?Tükürerek yok sayabileceğimizi mi sanıyorduk? Böyle önemli mekanları orada kalanların yayabileceği ‘zararlı’ fikirlere prim vermesin diyemi ortadan kaldırıyorduk yoksa?

Peki bunlar yapılırken hiç maliyet hesabı yapılmıyor mu? Bunların bize, kültürümüze, bugünümüze yapabileceği herhangi bir katkı göz önünde bulundurulmuyor mu? ‘Ya böyle bir katkı varsa?’ sorusunun kimsenin aklına gelmemesinden korkuyorum.

Bir de birgün, bizim ‘ucube’lerimiz, ‘tükürürüm böyle sanatın içine’ heykellerimiz, ‘3-5 çanak çömlek’imiz, ‘birkaç yıl daha toprak altında kalabilir’ tarihi mekanlarımız düşüverecek yine birinin aklına, kazara biri kitabını yazacak, filmini çekecek diye korkuyorum. Onları koruyamamanın ezikliğini nasıl anlatacağız diye. Saygı duymadan tarihe ve birçok değere, taş taş üstünde bırakmamanın vebalini nasıl ödeyeceğiz diye.

72.koğuş’un duvarları çoktan Adliye Sarayı’nın harcına karıştı.Uyarlaması sinemalarda. Görülmeye değer. Onlar da tamamen yıkılmadan…

1Orhan Kemal, 72. Koğuş, 2000, 16.Basım, Tekin Yayınevi, s.102.

2Hükmet Altınkaynak, Orhan Kemal’in Hikayeciliği, 2000, 1. Basım, Adam Yayınları, s.13.

Bunları da sevebilirsiniz