Yasemin Devrimi’nin Ardından

Geçtiğimiz ay Tunus’ta başlayan ve Zeynelabidin Bin Ali’yi deviren halk ayaklanmasının ilk etkisi Mısır’da görüldü. Burada başlayan halk ayaklanması da ülkeyi demir yumrukla yöneten Hüsnü Mübarek’in iktidarı orduya bırakmasıyla sonuçlandı. Şimdi sırada Yemen, Libya ve Körfez ülkeleri var. Bu ülkelerdeki ayaklanmaların da iktidar değişiklikleri ile sonuçlanacağı hemen hemen kesin gibi. Şu anda sakin görünen radikal İslami devletlerin de bu gelişmelerden paylarını alacakları kesin. Fakat tüm bu gelişmelerin bölgede istikrarı mı istikrarsızlığı mı getireceği belli değil.
Geçiş Dönemi Ve İstikrar
Mısır ülke istikrarının devamını orduda gördü. Ancak Mısır ordusunun konumu ve etkisi diğer ülkelerden çok farklı. Diğer ülkelerin orduları Mısır’ınki kadar güçlü ve depolitize değil. Ayrıca ülkenin en önemli İslami örgütü Müslüman Kardeşler de iktidar konusunda isteksiz davranmakta. Fakat aynı şeyi diğer ülkeler için söylemek pek mümkün görünmüyor. Bu ülkelerde de ordunun yönetime el koyması askeri bir diktatörlüğün kurulması sonucunu doğurabilir. Daha da önemlisi, ordunun bu görevi yerine getirmede isteksiz davranması, radikal akımların iktidarda söz sahibi olmasını getirir ki bu da hem o ülkelerdeki hem de bölgedeki istikrarı tehlikeye atar. Kısacası, bu ülkeleri daha büyük sorunlar beklemekte.
Bugün pek çok bölge ülkesinde ortaya çıkan halk ayaklanmalarının temelinde ekonomik ve siyasi sorunlar yatıyor. Bölgedeki diktatörlerin özellikle ekonomik sorunlar karşısındaki başarısızlıkları ve ülkelerin var olan kıt kaynaklarını çarçur eden geniş çaplı yolsuzluklar ayaklanmaların arkasındaki en önemli faktörler. Fakat demokratik gelenekten ve iyi eğitimli siyasi kadrolardan yoksun bu ülkelerin, sadece iktidar değişikliği ile bu sorunların üstesinden geleceklerini beklemek gerçekçi değil. Yeni siyasi kadroların gelecekteki başarısızlıkları, bu ülkelerin uzun bir süre siyasi kargaşa içinde kalmalarına sebep olabilir.
Siyasi İstikrarsızlık Ve Bölgesel Etkileri
Savaş teorilerinde sıkça bahsedilen savaş türlerinden birisi de «saptırma savaşıdır” (Diversionary War). Bu durumda liderler, ülke içindeki problemleri unutturmak ve böylece de halkın dikkatini başka yönlere çekmek amacıyla, diğer ülkelerle suni çatışmalar yaratır ve böylece de halkın iktidara yönelik tepkisini yumuşatma amacı güder. Bu durumun gelecekte Orta Doğu’da sık sık karşımıza çıkacağını söylemek mümkün. Bu etkinin iki şekilde ortaya çıkabileceğini söyleyebiliriz: Birincisi, iktidar değişikliği olan ülkelerdeki siyasi elitin, kendi başarısızlıklarını örtbas etmek için çevre ülkelerle suni çatışma yaratmaları beklenebilir. Bu ülkelerin çoğunun geçmişte halkın demokratik taleplerini bastırmak için sık sık Arap-İsrail çatışmalarını kullandıklarını düşünürsek, gelecekte de kendi başarısızlıklarını örtbas etmek için bölgesel çatışmaları körükleyebilecekleri akıldan çıkarılmamalı. İkinci etki ise, daha çok İran ve Suudi Arabistan gibi ülkeleri ilgilendiriyor. Yasemin Devrimi’ne benzer ayaklanmaların kendi ülkelerinde gerçekleşmesini önlemek amacıyla, bu ülkelerin, özelikle de İran’ın, aynı stratejiye başvurma olasılığı bir hayli yüksek. 14 Şubat 2011’de Tahran ve çevresinde toplanan yüz binlerce protestocu, İran’ın da bölgeyi etkisi altına alan dalgadan nasibini alacağının sinyallerini verdi. Her ne kadar, İranlı yetkililer, halk ayaklanmalarının İran İslam Devrimini örnek aldığını söyleseler de, bu ayaklanmalarda din hiçbir rol oynamadı. Hemen arkasından, İran’ın iki savaş gemisini eğitim amaçlı olarak Süveyş Kanalı’ndan geçireceğini duyurması halkın dikkatini dağıtmak için atılmış ilk adım olarak yorumlanabilir. İran, daha önce de Gazze’ye insani yardım taşıyan bir gemi göndereceğini açıklamış, ancak tepkiler üzerine bu kararından vazgeçmişti. İsrail’in karara gösterdiği tepki İran ve İsrail arasındaki gerginliğin daha da tırmanacağını gösteriyor. İsrail Başbakanı, bu kararı, İran’ın bölgede etkinliğini arttırma çabası olarak yorumluyor ancak İran’ın temel amacının bölgesel etkinlikten çok halkın dikkatini dağıtma stratejisi olarak söyleyebiliriz. Hem askeri hem de diplomatik olarak Amerika’ya bağımlı olan Suudi Arabistan’ın ise ne gibi bir politika izleyeceğini şimdiden kestirmemiz çok zor. Ancak kesin olan şu ki, herhangi bir halk ayaklanmasında Amerika’dan açık bir destek görmeyecek. Belki de bu durum, ezeli iki düşmanı (İran Ve Suudi Arabistan) ortak bir amaç etrafında bir araya getirebilir.
Sonuç
Orta Doğu çok hızlı ve kökten bir değişim içinde. Bu değişim pek çok olasılığı da beraberinde getiriyor. Son gelişmeler bir yandan bölgede demokrasi umutlarını yeşertirken, diğer yandan bu umutların yerle bir olmasına neden olacak riskleri de içinde barındırmakta. Demokratik rejimlerin kurulması ve istikrarın sağlanması, dış müdahalelerden çok bu ülke halklarının ve siyasi elitlerin ortaya çıkan fırsatları ne kadar iyi değerlendireceklerine bağlı. Fakat Orta Doğu’nun geçmişi şimdilik bize bu konuda pek bir umut vaat etmiyor.

Bunları da sevebilirsiniz