Madencilik Faaliyetleri ve İnsan Sağlığı

«Kimyasallardan vazgeçemiyorsak birlikte yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor”

İnsanoğlu çok yakın zamanlara değin dünyayı insan odaklı olarak algılamış (başta dinler olmak üzere) birçok düşünce sistemi, ideolojik yaklaşım ve uygulama da bundan nasibini almıştır. ‘Sağlık’ ve ‘sağlığa zararlı’ ifadeleri düşünüldüğünde de durum böyledir, bu iki ifadeyle kastedilen aslında insan sağlığıdır. Oysa bugün biliyoruz ki, insan yaşadığımız yerkürede doğanın bir parçasıdır ve bir bütünün parçası olarak varlığı, diğer bileşenlerin uyum içerisinde varlıklarını sürdürmelerine bağlıdır. Dolayısıyla, çağcıl düşüncede «insan sağlığı” terimini kullandığımız zaman bu terim ayrılmaz bir bütün olarak insanın yanı sıra çevre kalitesini de birlikte ifade eder. Bu anlayış yavaş da olsa akademik düzeydeki uzman terminolojisinden sosyal yaşam diline girmekte ve bu alanda temel bir paradigma değişimi yaşanmaktadır. Bilim dalları içerisinde toksikoloji, gündelik yaşantımızda kimyasal maddelerin kullanımını kontrol altında tutarak potansiyel zararlarını en aza indirmek ve sağlayacağımız faydayı en üst düzeye çıkarmak temeli üzerinde şekillenmiştir. Sağlık konusuna toksikoloji açısından baktığımızda söz konusu anlayış çok belirginleşir; insan bir bütün halinde çevresiyle sürekli etkileşim içinde olan bir canlıdır. Çevredeki her değişiklik insanı etkilediği gibi, diğer türlerle kıyaslandığında entelektüel açıdan en üstün canlı olduğundan dolayı insan da doğayı çok çarpıcı ve hiçbir canlının yapamayacağı ölçüde değiştirebilmektedir. İnsanın doğa üzerinde neden olduğu bu çarpıcı değişikliklerden birisi hiç kuşkusuz madencilik faaliyetleridir. ‘Gelişmiş’ olarak tanımladığımız, belirli bir bilinç düzeyi ve ortak akla ulaşmış toplumlarda her konuda olduğu gibi madencilik faaliyetlerinin insana ve çevreye etkileri de eleştirel aklın yol göstericiliğinde değerlendirilir. Ülkemizde son 10 yılı aşkın bir süredir özellikle siyanür kullanılarak yapılan altın madenciliği yoğun biçimde tartışılmakta ve büyük oranda bu aktiviteye karşı çıkılmaktadır. Bu tartışmalardaki en önemli savlardan birisi, siyanürün çok tehlikeli bir madde olduğu, çevre ve insan sağlığı üzerinde çok ciddi zararları olduğu ve hatta kansere yol açtığı şeklindedir. Siyanürlü altın madenciliğini de kapsayacak şekilde konuya bakacak olursak öncelikle siyanürün insan sağlığı üzerindeki olası etkilerini bilimsel açıdan inceleyelim. Siyanür insan vücuduna belli bir miktarın üzerinde girdiğinde gerçekten de ölümcül olabilen bir bileşiktir. Bunun nedeni, siyanürün soluduğumuz oksijenin hücrelerde kullanımını engellemesi ve ‘hücresel boğulma’ olarak tanımlanabilen duruma yol açmasıdır. Diğer taraftan siyanür kimyasal yapısı nedeniyle çok çabuk reaksiyona giren bir maddedir, bu nedenle bulunduğu ortamlarda uzun süre yapısını koruyamaz. Siyanürün toksik etki gösterebilmesi için kısa süre içerisinde vücuda girmesi ve etki yeri olan hücrelere ulaşması gerekir. Yani insanlara belirli bir uzaklıkta doğaya salınan siyanürün insana kadar kimyasal yapısı değişmeden ulaşarak zehir etkisi göstermesi olasılığı oldukça düşüktür. Çok reaktif bir bileşik olmasından dolayı siyanür canlı organizmaya girdiğinde etkisini hızla gösterir, yani akut toksisiteye sahip bir maddedir. Bu nedenle, siyanürün kansere neden olduğu iddiası doğru değildir; günümüze kadar yapılan bilimsel araştırmalar siyanüre maruziyetle kanser arasında herhangi bir neden-sonuç ilişkisi ortaya koymamaktadır.
Altın madenciliğinde siyanürün ne amaçla kullanıldığına bakacak olursak, siyanür kayaçlar arasında çoğu zaman gözle görülemeyecek kadar küçük odaklar halinde dağılmış olan altın cevherini çözerek ayırmak için kullanılır. Bu amaçla öncelikle kayaçlar öğütülür ve ardından siyanür çözeltisi ile karıştırılır. Bu işlem sonunda kullanılan sulu çözeltideki siyanür, güneş ışığı ve havanın oksijeniyle kimyasal olarak parçalanması amacıyla atık havuzlarında toplanır. Bu aşamada, çapı oldukça büyük olabilen bu dinlendirme havuzları ile ilgili iki risk vardır; bunlardan birisi siyanürün havuz dibine yerleştirilen izolasyon malzemesinin aşınması durumunda toprağa sızarak yer altı sularına karışması, diğeri ise çevredeki yaşayan hayvanların havuzdaki suyu içmesidir. İlk riskin olabilirliği konusunda uygulama yapanlar tarafından izolasyon malzemelerinin çok dayanıklı olduğu, ayrıca havuzlar hazırlanırken bunun altının geçirgen olmayan bir kil tabakası ile kaplandığı belirtilmektedir. İkinci olasılık ise en son uygulamalarda siyanürlü atık su yüzeyinin tamamen plastik toplarla kapatılması ile önlenmektedir. Altın madenciliğinde kullanılan siyanürün insana ve çevreye verebileceği zararları kontrol altında tutarak önlemeye yönelik olarak oluşturulan bir gönüllü denetçi sisteminde madencilik faaliyetini gösteren firmaların bazıları, söz konusu denetçi kuruluşla anlaşma yaparak periyodik olarak faaliyetlerini denetletmekte ve bir anlamda akreditasyon oluşturmaktadır. Bu gönüllü denetçilik, madencilik faaliyetlerindeki riskleri somut bir şekilde azalttığı gibi firmaların güvenilirliğini ve saygınlığını da artırma potansiyeline sahiptir.
Siyanürlü altın madenciliğinin – siyanürün doğrudan toksisite riski dışında – iki zararlı sonucu vardır: Birincisi, madencilik faaliyeti sonucu, kelimenin tam anlamıyla yeryüzünün altı üstüne getirilmektedir. Bu durum, daha önce milyonlarca yıldır atmosferdeki oksijene ve çoğunlukla neme temas etmemiş kayaçların kimyasal dönüşüm açısından önemli bu iki bileşenle aniden karşılaşmasına yol açar. Altını ayırabilmek için öğütülmüş kayaçlar içerisinde bulunabilen sülfür filizleri nem ve yağmur etkisiyle sülfürik asit oluşturarak asitli su akıntılarına dönüşmekte ve bu akıntılar bir kez başlayınca çok uzun süre devam etmekte ve aktığı yerlerde çevreye zarar vermektedir. İkinci zarar ise, öğütülen kayaçlardan altını çözme amaçlı kullanılan siyanürün diğer ağır metalleri de çözmesi ve bunları yeraltından çıkararak yeryüzüne yaymasıdır. Bu metaller arasında kurşun, krom, kadmiyum gibi toksisite riski yüksek metaller vardır.
Bu durumda ne yapılabilir? Her insan faaliyetinde olduğu gibi madencilikte ve özellikle siyanürlü altın madenciliğinde de risk söz konusudur. Bu durum aslında son yüzyılda endüstri devriminin gerçekleşmesiyle miktar ve çeşit açısından çok büyük bir ivmeyle artan sentetik kimyasal maddelerle ilgili tartışmalarla ilgilidir. İnsanlık tarihinde daha önce hiç görülmediği şekilde ve doğanın daha önce hiç karşılaşmadığı miktar ve çeşitte kimyasal maddenin ortaya çıkmasıyla dünya toplumları tarafından bu yeni duruma gösterilen tepkiler de farklı olmuştur. Bu tepkilerin ilklerinden olan, 1960’lı yıllarda Amerikalı Rachel Carson’un yazdığı Silent Spring adlı kitap, insanların mutlu ve huzurlu yaşadığı bir kasabada tarım ilaçlarının kullanılmaya başlamasıyla hayatın çarpıcı biçimde cehenneme dönüşmesini, artan hastalıkları, acı çeken insanları anlatan bir kurgudur. Bu kitap insanların endüstri devriminin getirdiği birçok değişikliğe karşı bir tutum oluşturmalarında oldukça etkili olmuştur. Yer yer abartıya kaçsa da bu kitabın kimyasallar hakkında bilinçlenmeyi sağlayan, en azından toplumların bu yeni durumu algılamalarını sağlayan en önemli faktörlerden biri olduğu gerçeği yadsınamaz. Bunların sonucunda 1960’lı yıllar, toplumda tüm kimyasalların yasaklanması gerektiği görüşünün hâkim olduğu bir «Karamsarlık ve Kemofobi Dönemi” şeklinde geçmiştir. 70’li yıllara gelindiğinde ise bunun mümkün olmadığının fark edilmesiyle «Gerçekçilik Dönemine” geçilmiştir. Gerçekten de, şu anda günlük yaşantımıza girmiş olan kimyasal maddelerin tümünden, hiç değilse önemli bir kısmından vazgeçmek mümkün mü? Kimyasal maddelerden vazgeçmek demek sağlığımızı korumak ve düzeltmek için kullandığımız ilaçlardan, besinlerin işlenmesi ve korunması için kullanılan besin katkı maddelerinden, tarımda verimi artırmak için kullanılan pestisitlerden, arabaların çalışması, fabrikaların işlemesi ve ısınmada gerekli olan yakıtlardan vazgeçmek demektir. Bunlardan vazgeçemeyeceğimize göre, bu maddelerle birlikte yaşamanın yollarını bulmamız gerekiyor. Bu maddelerle birlikte yaşamayı öğrenmek demek etkilerini araştırıp bulmak ve çevremize girişlerini sınırlayıp insanlara zararlı olacakları düzeyde teması önlemekle mümkündür. Miktarını sınırlamak koşuluyla güvenli kullanılamayacak hiçbir madde yoktur. İşte toksikoloji, yazının başında da vurguladığım gibi kimyasal maddelerden zarar görmeden onlarla birlikte yaşamanın yollarını araştıran bilim dalıdır. Bu amaçla yapılan araştırmalarda kimyasal maddelerin çevre ve insan üzerinde zarara yol açmayacak miktarları belirlenir ve bu miktarlar sürekli kontrol altında tutulur. Herhangi bir insan faaliyeti sonucunda çevremize yayılan kimyasal maddelerin neden olabileceği zararlı etkiler ise «Toksikolojik Risk Değerlendirmesi” olarak adlandırılan bilimsel bir süreçle öngörülmeye çalışılır ve gerekli önlemler alınır.
Bu açıdan bakarsak vazgeçemeyeceğimiz kimyasallar arasında altın sayılabilir mi? Bu soruyu yanıtlamadan, ancak dünyada üretilen altının neredeyse tamamına yakınının süs eşyası amacıyla çıkarıldığını ve bundan vazgeçilerek siyanürlü altın madenciliğinin getireceği risklerden de uzak durulabileceği görüşünün oldukça taraftar topladığını belirterek geçelim.
Toksikolojik risk değerlendirmesinde ve genel olarak toksikolojinin temelinde yarar/zarar oranının gözetilmesi vardır. Eğer herhangi bir kimyasal maddenin (eczacılık açısından bu genellikle bir ilaçtır) kullanılmasıyla elde edilecek yarar, neden olabileceği zarardan yeterince büyükse bu durumda madde kullanılır. Ancak bu tanımlama bir miktar muğlâktır çünkü buradaki yarar ve zarar kavramları kişiden kişiye değişebilir. Bu muğlâklık sağlığın karşısına ekonomik, sosyal ve siyasal faktörlerin konmasıyla iyice belirginleşir. Dolayısıyla, herhangi bir bölgede herhangi bir madenin işletmeye açılması ya da açılmaması konusu, tek tek kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesi gereken özel bir durumdur. Toplum olarak madencilik faaliyetlerinden neler kazanabileceğimize bakarsak en başta devletin bu işletmelerden doğrudan aldığı pay sayılabilir. İkinci olarak, böyle bir işletmenin ve sonrasında buna bağlı olarak gelişecek endüstri ve ticaret kollarının (çıkarılan madenin işlenmesi, taşınması, pazarlanması vb.) yaratacağı istihdam nedeniyle refah seviyesindeki olası artış sayılabilir. Bunun karşısında olası kayıplar ise doğal çevrenin bozulması ve buna bağlı çevresel kirlenme ve insan sağlığındaki muhtemel kayıplardır. Dikkat edilirse, her iki gruptaki olasılıklar tamamen koşullara bağlıdır ve genelleme yapılamaz. Bu nedenle genel-geçer toptancı kararlar almak akılcı değildir ve her konu kendi koşulları içinde ayrıca tartışılmalıdır. Ayrıca koşullar değiştikçe daha önce alınan kararlar da gözden geçirilmelidir. Madencilik konusu da diğer konularda olduğu gibi, enine boyuna tartışılmalı, olası yarar ve zararları ilgili alanlarda uzman bilim adamlarının görüşleri alınarak saptanmalı ve hangi yönde karar alınacaksa toplumsal uzlaşı yoluyla alınması sağlanmalıdır. Alınan karar, olası sağlık riskleri ve nedenleri halka dürüst, açık ve net olarak ifade edilerek halkın otoriteye güveni sağlanmalıdır. Günümüz teknolojisi ve bilgi düzeyi ile bu faaliyetlerin neden olacağı zararların mutlak sıfır değerine indirilmesi mümkün değil, ancak bu zararlar asgari ölçüde tutulabilir, tabi uygulama ve kontrol süreçlerinde gereken özen ve dikkatin gösterilmesi ve sürdürülmesi koşuluyla.

Bunları da sevebilirsiniz