Tarihi Eser Kaçakçılığı: Tarihi ve Devleti Korumak

Türk Dil Kurumu tarih bilimini, «Toplumların, milletlerin, kuruluşlarını etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkileşimlerini inceleyen ve ayrıca her milletin kurduğu medeniyetleri ve kendi iç sorunlarını inceleyen bilim.” olarak tanımlamaktadır. Yani, tarih, bir milletin yaşadığı olayların arasındaki ilişkilerin bütünüdür. Ayrıca tarih bir süreçtir. Dolayısıyla bir milletin oluşumu, tarihi sürecinin bir sonucudur. Bu çok basit ve anlaşılabilir bir mantık. Öyle ki bu mantık, aslında tarihin ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir.
Bir millet biyolojik, coğrafi ya da ideolojik bir birlik değildir. Bir millet, tarih içinde bir birini etkileyen birçok faktörden oluşmaktadır. Coğrafi koşullar, göç dalgaları, çocuk masalları, liderlerin kararları, komşularla olan ilişkiler bu faktörlerden bazıları olarak sayılabilir. Sonuç olarak millet tarihi bir süreç içerisinde, birbirini etkileyen yukarda da örneklerini verdiğimiz birçok faktörün etkileşimi sonucunda meydana gelmiştir. Bu bakış açısıyla ele aldığımız da, tarihin, tek bir gerçek olduğu açıktır. Çünkü tarihi bilimsel araçlarla inceleyebilmekteyiz.
Ancak tarihi sadece basit bir geçmiş olarak algılamak büyük bir yanılgıdır. Tarihin her zaman güncel olacak olan ve belki de en önemli fonksiyonu; insanları belli bir toplum içerisinde birarada tutan değerler bütünü olmasıdır. Bir millet geçmişi ile ilgilenmeyi bıraktığında hem eski hatalarını tekrarlamak durumunda kalır, hem de kendini başka toplumlardan ayırt eden ve dolayısıyla bir medeniyet ya da bir millet yapan temelden sarsılmış ve kopmuş olur. Bu tehlikeli ve anlamsız bir oyun.
Son dönemlerde Türkiye’nin üzerine oynanan oyunları düşündüğümüz zaman Türk tarih bilincinin ne denli zedelendiğini görmezden gelmek mümkün değil. Güncel basından takip ettiğimiz kadarıyla, Türkiye ve Türk tarihinden daha ziyade diğer başkaca milletlerin geçmişiyle ne denli iç içe olunduğunu görmek acı bir ironi. Öyle ki, son dönemlerde Filistin tarihi hakkında daha detaylı bilgi alabiliyoruz. Peki, bu Türkiye’nin tarihi mi? Türk milletine yansıtılan bu sorun, Türk halkını ne kadar ilgilendiriyor? Ne yazık ki, bu sorunu Türk halkına mal etmek isteyenler çirkin amaçlarına Türkiye’yi alet etme çabası içerisindeler.
Türkiye’nin (sadece Türklerin değil, Türkiye’nin) tarihini ele aldığımız da ise, çoğu zaman korkunç bir manzara ile karşılaşmaktayız. Türkiye tarihine Anadolu’nun barındırdığı tarihi zenginliğe ilişkin son derece sağduyusuz bir yaklaşım sergilenmekte. Ne yazık ki, bugün birçok tarihi eser yurtdışında bulunuyor ve kaçakçılık faaliyetleri aracılığıyla yurt dışına taşınmaya devam ediyor.
Sadece, Haziran 2010’da İstanbul’da bu suçu işleyen 32 kişinin yakalanması Türkiye açısından sorunun ne denli önem teşkil ettiğini gösteriyor. Düzenlenen operasyonla, birçok tarihi eser, sikkeden heykele, en ucuzu 40 bin TL değerinde olan 1.185 parça ele geçirildi. Bu eserler Almanya’ya gidiyordu. Örnekleri çeşitlendirdiğimizde sorunun Türkiye açısından olumsuz boyutu daha da artmakta. Antalya Müzesi’nde sergilenen Herakles heykelin üst kısmının ABD’de Boston Museum of Fine Arts’ta bulunuyor olması, Bergama’dan Zeus Altarı, Hacı İbrahim Veli Türbesi Sandukası ve birçok Troya eserinin bugün Almanya’da sergileniyor olması; Akşehir Seydi Mahmut Hayrani Türbesi’ne ait sanduka ve Cizre Ulu Camii kapı tokmağının yine Türkiye dışında Danimarka’da sergileniyor olması; III. Murat’ın Has Odası çinileri ve Eyüp Camii’ne ait çininin Fransa’da ve Kur’an sayfalarının ve Karun Hazinesi’ne ait eserlerin İngiltere’de bulunuyor olması. Hepsinin bir tesadüf olması ne kadar mümkün?
Bu çirkin kaçakçılık faaliyetlerine ek olarak, var olan eserler üzerinde de yeterli çalışmalar sürdürülememektedir. Likyalıların başkenti Tlos’ta, bölge köylülerinin evleri bulunuyor. Birçok antik kentte aynı durum söz konusu. Efes gibi dünyaca ünlü bir antik şehirde bile çalışmalar yok denebilecek kadar az.
Sorunun en üzücü boyutu ise, yapılan arkeolojik çalışmalarda ve tarihi eserlerin korunması konusunda devletin yaklaşımı. Fethiye’de bulunan eski Yunan kenti Kayaköy’deki durum devletin tarihi korumak konusunda ne denli kayıtsız kaldığının iyi bir kanıtı. Bu kent Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki mübadelenin sonucu olarak Rumlar tarafından terk edilmiştir. Kentin tarihi erken Bizans’a kadar uzanmaktadır. Günümüzde bu tarihi yerleşim yerinde yaklaşık olarak 300 binanın kalıntıları bulunmaktadır. Ayrıca iki büyük ve birkaç küçük kilise bulunmaktadır. Yalnız hiçbir arkeolojik araştırma veya koruma faaliyeti yok. Hemen yakındaki köylülerle konuştuğunuzda, bu evlerin nasıl harap edilip satıldığını anlatırlar. Kaçakçılık ile uğraşanlara ait kazılar da görmek mümkün.
Kentin iki yerinde iki ayrı devlet memuru bulunuyor ve «giriş” için 8 TL alınıyor. Yalnız kent üzerinde hiçbir koruma duvarı olmadığından herhangi bir sokaktan girmek mümkün. Kentte tek kilitli bina büyük kilisedir (memurlardan bir tanesi bu kilisenin yanında oturmaktadır). Yine de kilisede hiçbir restorasyon ya da çalışma yapılmıyor. Devletin burada yapmış olduğu tek masraf basit bir kilittir. Yine de 8 TL alınmaktadır.
Peki, bu durumun yol açtığı sorunlar nelerdir? Türkiye’nin uluslararası sahnede prestijinin düşmesi, tarihi derslerin ihlal ediliyor olması ve hataların tekrarlanıyor olması (örneğin, Osmanlı’daki kapitülasyonların, XX. yüzyılın sonuna doğru tekrarlanması) bunlara ilave olarak turizm gelirlerindeki kayıplar karşılaşılacak olan sorunların «en küçüğü”. Daha da önemlisi, Türkiye’nin farklı etnik gruplardan oluşuyor olmasının, tek bir ulus oluşmasının önünde yarattığı engeldir. Yukarıda belirtildiği gibi, ideolojiden ziyade toplumu birleştiren ve yaratan olgu tarihtir. Tarihin kaçakçılık sektörüne dönüştürülmesi, günümüzde ve gelecekte ciddi toplumsal sorunlara ve sarsıntılara yol açar.

Bunları da sevebilirsiniz