Türkiye, İsrail ve ABD

İsrail ve Türkiye arasında yaşanan «one minute” ve «koltuk krizleri” daha soğumadan, İsrail’in, içinde çoğunlukla Türk gönüllülerin bulunduğu ve Gazze’ye insani yardım taşıyan gemiye saldırarak dokuz kişiyi öldürmesi ilişkilerin tümüyle gerilmesiyle sonuçlandı. İsrail’le yaşanan kriz ve hemen ertesinde, Türkiye’nin İran’a uygulanmak istenen yeni yaptırımlar uygulanması kararına BM Güvenlik Konsey’inde Brezilya ile birlikte olumsuz oy vermesi, Türkiye-Amerika ilişkilerinde de tansiyonun yükselmesine yol açtı. Yaşanan bu gelişmeler, Türk dış politikasında «eksen kayması” tartışmalarını da gündeme getirdi. Kriz, her ne kadar Türk dış politikasının ekseni üzerine yoğunlaşmış olsa da, konunun diğer boyutları da bir o kadar önemli.

İsrail Açısından

İsrail’in son saldırısı, Türkiye’de olduğu kadar tüm dünyada büyük tepki topladı. İsrail’in Filistin söz konusu olduğunda uyguladığı şiddet şimdiye kadar bir şekilde örtbas edilebiliyordu. Burada, İsrail’in dünya kamuoyunun büyük bölümünde yerleştirmeyi başardığı «kurban” imajının etkin olduğunu söylemek mümkün. II. Dünya Savaşı sırasında Yahudilere uygulanan soykırım, İsrail’in «kurban psikolojisi” geliştirmesinde ve tehdit algılamasını da bu yönde belirlemesinde etkili olmuştur. Bu psikoloji, bir süre sonra İsrail’in bölgede tam bir şiddet politikası izlemesine ve sonuç olarak da giderek yalnızlaşmasına sebep olmuştur.
Araplarla ilişkilerinin normalleşmesi bile İsrail’i izlediği şiddet politikasından vazgeçirememiştir. Bölgede yalnızlaşan İsrail’in kurulduğu günden beri en büyük müttefiki Türkiye olmuştur. Fakat İsrail bir yandan bölgede yalnızlaşırken, diğer yandan dünyanın büyük bölümüne -en başta da Amerika- davasının haklılığını kabul ettirmeyi başarmıştır.
Özellikle de ABD, İsrail-Türkiye yakınlaşmasını destekler politikalar izlemiştir. Fakat İsrail’in son eylemi, Türkiye’de olduğu kadar dünyanın büyük bölümünde de kızgınlığa yol açmış ve şimdiye kadar uyguladığı politikaların sorgulanmasına sebep olmuştur. Aslında İsrail, bir nevi kendi bindiği dalı kesmiş, ABD’nin bile desteğini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durumda İsrail, şiddete dayalı politikalarını devam ettirmede eskisi kadar rahat davranamayacaktır.

Türkiye Açısından


Türkiye açısından bakıldığında, kriz Türkiye’yi de İsrail kadar etkilemiştir. Birinci olarak; Türkiye’nin dünyadaki imajı, haklı olup olmamasına bakılmaksızın, bu olaydan fazlasıyla etkilenmiştir. Dünya kamuoyunun büyük bölümünden gelen desteğe rağmen, Türkiye’nin Doğu’ya kaydığı imajı güçlenmektedir. Yani «eksen kayması” sadece iç politikada konuşulan bir konu değildir.
Bu konu, AKP iktidarı ve Mart Tezkeresi krizi ile birlikte Batı’nın gündemine oturmuştur. Aslında, İsrail’in de endişesi bundan kaynaklanmaktadır. AKP iktidarının söylemi, İsrail de Türkiye’nin «İslamlaştığı” ve ideolojik bir eksen kaymasının, İsrail için de kötü bir şekilde sonuçlanacağı kaygısı yaratmaktadır. Bu bağlamda, İsrail ile yaşanan krizin genel olarak Türkiye ile değil de AKP ile ilgili olduğu yorumunu yapmak daha doğru olacaktır.
İkinci olarak; Türkiye’nin krizde haklı olduğu kabul edilse de işin Hamas’ın savunuculuğunu yapmaya kadar vardırılması, tüm dünyada gene de bir kaygı yaratmaktadır. Türkiye’ye hak vermek ile Türkiye’nin Hamas’a karşı tavrını onaylamak aynı anlama gelmemektedir. Türkiye’nin bu ince çizginin farkına varması pek çok açıdan önemlidir.
Örneğin, sadece İran’ın desteğini alan ve çoğu devletin terörist bir örgüt olarak kabul ettiği Hamas’ı açıkça savunmak, her ne kadar Türkiye aynı şey değil dese de PKK ile bağ kurulmasına yol açmaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin de terörizme destek verdiği görüntüsü oluşturmaktadır. Sonuç olarak, Türkiye’nin «ulusal çıkar” ve ideoloji arasındaki seçimini açık ve net olarak ortaya koyması bu açıdan çok önemli olmaktadır.

Amerika Açısından


İsrail ve Türkiye arasında yaşanan son kriz, en çok ABD’yi ikilemde bırakmıştır. Bir yandan Yahudi lobisinin etkisiyle İsrail’i savunmak zorunda olan, diğer yandan ise Türkiye’ye hiç olmadığı kadar ihtiyacı olan ABD, dış politikasını hassas bir denge üzerine oturtmaya çalışmakta. Ancak, İran örneğinde görüldüğü gibi Türkiye’nin ABD’nin her sözünü dinleyen stratejik bir müttefik olmaktan hızla uzaklaşması, Washington’un kaygılarını da arttırmakta.
Sadece Türkiye-İsrail ilişkileri açısından değil, ABD’nin bölgeye ve özellikle de İran’a yönelik politikaları da bu krizden çok büyük zararlar görebilir. Bu durumda ABD, ya Türkiye’ye karşı sert politikalar izlemekten kaçınacak, ya da Türkiye’yi cezalandırma yoluna gidecek. ABD’nin ikinci yolu izlemesinden yana olanların hızla çoğaldığı, ancak uygun zamanı beklediği yorumları yapılmakta.

Sonuç olarak; yaşanan krizin, sanıldığından daha derin etkiler bırakması ve Orta Doğu’da yeni dengelerin kurulmasına yol açması beklenebilir. Bu etkilerin, yukarıda belirtilen üç ülkeyle sınırlı kalması en iyimser beklenti. İşin içine farklı aktörlerin girmesi olayı hem daha karmaşık hale getirecek hem de çözülmesini zorlaştıracak. Ama ne olursa olsun, hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.

Bunları da sevebilirsiniz