Ankara’nın Başkent Oluşu’nun 100. Yıldönümü

Ankara’nın Başkent Oluşu’nun 100. Yılındayız…

Cumhuriyet’in ilan edilişinden 16 gün önce, 13 Ekim 1923 tarihinde Ankara, Yeni Türkiye’nin başkenti olarak kabul edilmiştir. Ankara, bu unvanı bileğinin hakkı ile kazanmıştır. Türk Milletinin, azmi, inancı ve mücadelesiyle ulaşılan bir haktır bu… Artık Türkiye’nin kalbi Ankara’da atmaktadır…

Ankara’nın direniş merkezi olarak seçilmesi Şubat 1919 tarihlidir. Ali Fuat Cebesoy anılarında şöyle ifade ediyor: “Mustafa Kemal Paşa’nın ve benim görüşümüze göre, Ankara, her türlü teşkilata, birliğe ve harekât başlangıcına müsait stratejik bir mevki idi. İstanbul Hükümetinden ve İngilizlerden evvel burasının tarafımızdan tutulması en büyük emelimizdi.” (Cebesoy, 1953: 40; Şimşir 2006: 103).

21 Haziran 1919’da ise, Mustafa Kemal Paşa, mülkî ve askerî makamlara Sivas’ta toplanacak Kongre çağrı tamimi göndermiş ve yazdığı hususi bir mektup ile de, “Artık İstanbul’un Anadolu’ya hakim değil, tabi olmak mecburiyetinde” olduğunu bildirmişti(Atatürk, 2006: 25).

Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelmiş ve Temsil Heyeti’nin merkezinin -şimdilik- Ankara olduğunu kamuoyuna açıklamıştır(Kansu,1997:500). Ve Ankara, Anadolu’nun tam kalbindeki konumuyla, Kurtuluş Savaşı’nın koordine edilmesinde önemli rol oynamıştır (Şimşir 2006: 171).

Ancak, Kurtuluş Savaşı sürecinde ve sonrasında; merkezin, başkentin neresi olacağı konusunda, yani İstanbul-Ankara arasında, dönemin askeri-sivil bürokrasi, aydınları içinde ve işgal kuvvetlerinin de itirazları nedeniyle gerilim ve rekabet yaşanmıştır.

16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgaliyle, Ankara, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin ve milli hareketin -adı henüz konmamış olsa da- merkezi, başkenti olmuştur. TBMM hükümeti, 28 Kasım 1920 tarihinde Ankara’nın başkent olmasıyla ilgili bir kararname hazırlamış ve bir komisyon kurulmasına karar vermiştir. 31 Ocak 1921’de Meclis gündeminde tartışılan konu, milletvekillerinin önemli bir kısmının “İstanbul’un başkent olarak kalacağı” yönündeki itirazları nedeniyle reddedilmiştir(Şimşir,2006:205-216). Ancak, Mustafa Kemal Paşa Ankara’nın başkent olacağı yönünde kararlı tutumunu sürdürmüş, hatta yabancı basına verdiği demeçlerde de bu konuya yer vermiştir( Alpkaya, 1998:48; Türker, 2000:75-81; Şimşir, 2006:223-224).

11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile fiili olarak biten savaş yerini, diplomatik ve daha çetin bir mücadeleye bırakmıştır. İşgal kuvvetlerinin İstanbul’dan çekilme konusunda gösterdikleri direnç, başkent krizini tetiklemiştir(Türker, 2000 :75).

Başta İstanbul basını, sonra işgal kuvvetlerinin itirazlarının merkezinde; “Ankara’nın mevcut imar sorunları ve başkent olmaya hazır olmadığı” eleştirisi vardır. (Türker, 200:75-81; Alpkaya, 1998: 50-51) Evet, Ankara, yoksul ve ihmal edilmiş Anadolu şehirlerinden biridir. Ancak, çorak topraklarında bereketlenen Kuvay-ı Milliye ruhu, Anadolu’nun, Yeni Türkiye’nin kaderini çizmiştir.

Ve yine dönemin basınında yer alan tartışmalara göre, “Ankara savaşın merkezi olarak anılmalı, devletin başkenti ise İstanbul olmalıdır.” Çünkü “Ankara muhiti, insan kaynağı başkent için yetersiz ve nitelikli değildir.”(Kartal, 2013: 79-82). Ancak, Ankara’nın resmi olarak başkent olmasıyla beraber, adeta bir Rönesans yaşanmış; imar-iskân faaliyetleriyle şehrin çehresi değişmiş; nitelikli insan kaynağı yani muhitiyle de Cumhuriyet başkenti kimliğine kavuşmuştur(Kartal, 2019:307-345).

1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılmasıyla birlikte payitaht olan İstanbul’un meşruiyetini yitirdiğini söylemek mümkündür. Ancak, İngiltere ve müttefikleri, Ankara’yı başkent olarak tanımamak üzere Türkiye’ye baskı uygulayacaktır(Şimşir, 2006:236-243).

Bu noktada Lloyd George’un Sevr Antlaşması sonrasında yaptığı açıklamayı hatırlatan 8 Ekim 1923 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesi şöyle demektedir: “Payitahtları İstanbul’da olan Türkler, İngiliz zırhlılarındaki topların menzilinde kalmış olacaklar ve binaenaleyh kendilerine meram anlatmak kolay olacaktır. Hâlbuki Anadolu’ya çekilmiş olan bu cenkçi kavim üzerinde icra-i tesir etmek pek müşkül olur!” (Şimşir, 2006: 256-257). Özetle, Ankara’ya tesir etmek, mümkün olmamıştır; Ankara, yani Kuvay-ı Milliye ruhu, bağımsız Türkiye’nin kuruluşunu sağlamıştır.

Lozan Barış Antlaşması’nın  23 Ağustos 1923’te TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girmesinden sonra, ancak 2 Ekim 1923 tarihinde işgal orduları İstanbul’dan çekilmiş, 6 Ekim’de ise şehre Türk ordusu girmiştir(Alpkaya, 1998: 50).

Kamuoyunda “başkent” tartışmaları devam ederken, 4 Ekim’de Mustafa Kemal Paşa başkanlığında toplanan Halk Fırkası Divanı rejim olarak Cumhuriyeti, başkent olarak Ankara’yı kararlaştırmıştır.13 Ekim 1923 tarihinde yapılan oturumda, Ankara başkent olarak kabul edilmiştir(Alpkaya, 1998: 50). Daha sonra 1924 Anayasası’nın ikinci maddesinde de “Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’dır” maddesi yer almıştır (Şimşir, 2006:245-252). Ankara’nın resmen başkent ilan edilişinin ardından, halk, meclis önünde, caddelerde gösteri ve kutlamalar yapılmıştır(Kartal, 2013: 79-82).

Ancak, İstanbul kamuoyunda tartışmalar devam etmiştir. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin 14 Ekim 1923 tarihli sayısında yer alan bir makale hayli manidar ve Ankara- İstanbul zihniyetini sergiler niteliktedir: “…İstanbul Ankara’yı anlayamıyor. Aralarında derin bir zihniyet, bir nokta-i nazar ihtilafı vardır. Ankara inkılâp mahiyettir. Ankara, devleti yeni baştan ve esaslar üzerine kurmak emelindedir. Ankara ilan etmiş olduğu yeni prensipleri tertip ve tanzimle meşguldür. …İstanbul inkılap ruhuna bigâne kalmış olduğundan Ankara’nın bu endişelerini ne hazım edebiliyor ne de takdir ediyor.”(Kartal, 2013:85). Evet, İstanbul, doğmakta olan Türk Devrimini, yeni Türkiye’yi anlamamakta ve kabullenememektedir.

3 Mart 1924’te Halifeliğin kaldırılmasıyla Türk kamuoyunda Ankara- İstanbul gerilimi, ikilemi kapanmış görünmektedir. Ancak, Yabancı devletlerin temsilciliklerini Ankara’ya taşımakta gösterdiği direnç bir süre daha devam edecektir.(Şimşir, 2006)

Başkent Ankara, artık yeni kurulan ulus-devlet politikalarının merkezidir. Atatürk’ün çağdaş Türkiye idealinin temsil mekanıdır Ankara. Dahası, Falih Rıfkı Atay’ın da ifade ettiği gibi dönemin iktidar kadroları, Ankara ile sadece bir başkent değil, tüm Anadolu’nun imarı için bir mektep-okul yaratmışlardır(Kartal, 2009: Hâkimiyet-i Milliye, 25 Ağustos 1929).

Ankara, Yeni Türkiye’nin Yeni Nesillerini de işaret etmektedir: “Ankara’nın imarındaki kudret, onun arkasındaki güç ‘büyük Gazinin şahsiyetinde’ toplanmıştır. Yeni başkenti ve yeni ülkeyi imar etmek sadece bir devlet meselesi değil, ‘vatan aşkının’ da bir yansımasıdır… Asırlardan beri bu topraklar yıkılmış, daima hazırdan yenmiştir. Artık yeni nesiller yıkmayacak yapacaktı.” (Kartal, 2009: Hâkimiyet-i Milliye, 3 Eylül 1929).

Dolayısıyla, Ankara; “karanlığı yenmiş bir ışık, hakikati, masalın istibdadından kurtarmış bir kudreti” temsil etmekteydi( Kartal, 2009: Hâkimiyet-i Milliye, 15 Haziran 1931). Özetle, İstanbul, mazide kalan çok uluslu bir imparatorluğun- Osmanlı’nın payitahtıydı. Ankara ise, ulusal bir devletin, hür bir devletin, “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözüyle somutlaşan Yeni Türkiye’nin başkentidir.

Sonuç olarak, başkentin Ankara olması nedeniyle, gerek ulusal, gerek uluslararası kamuoyunda yer alan tartışma, gerilim, rekabetin arka-planında; Yeni Türkiye’yi kabul etmek istemeyen zihniyeti görmek mümkündür. Dahası, bir varoluş mücadelesi veren Türk Milletinin, yüreğinin ve bileğinin hakkıyla kazandığı ve de kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yok sayan emperyalist tavır söz konusudur.

Sonsöz olarak şunu söylemek mümkündür; aslında İmparatorluğu temsil eden payitaht İstanbul- Milli iradeyi/Cumhuriyeti temsil eden Ankara gerilimi hiç bitmemiş görünmektedir. Türkiye siyasetine yön veren iktidarların politik cepheleri ve destekçilerinin algıları bu ikilem ile manipüle edile-gelmiştir. Dahası Türkiye jeopolitiğinin dinamikleri, bölgesel ve uluslararası konjonktürde meydana gelen değişimlerin de dahliyle bu ikilemin, bugün geldiği boyut hayli endişe vericidir…

Bugün, yaşadığımız coğrafyada adeta bir ateş çemberinden geçmekteyiz. İtidalli olmak, Türkiye Cumhuriyeti’ni ilelebet yaşatmak üzere hemen her cephede mücadele etmek durumundayız. Unutmamalıyız ki, bu topraklarda Türk milletinin mücadelesi hep kazanacaktır; içinde bulunduğumuz karamsar tabloyu(manzara-i umumiyeyi) ulusal iradenin iyimserliği, azmi ve inancıyla yok edeceğiz. Çünkü biz, “Ankara”yız, “Cumhuriyet”iz.

Cumhuriyetin ve Ankara’nın başkent oluşunun 100.yılı kutlu ve daim olsun!

Kaynakça

Alpkaya, F. (1998). Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu (1923- 1924), İstanbul: İletişim Yayınları.

Atataürk,(2006). Nutuk 1919 – 1927 (Haz. Prof. Zeynep Korkmaz) Ankara: Atatürk Araştırma. Merkezi Yayınları.

Kansu, M.M.(1997). Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.2, Ankara: TTK Yayınları.

Kartal, C.B.(2013). “Ankara’nın Başkent Oluş Sürecinde Dönem Basınında Ankara ve İstanbul: ‘Makarr’ve ‘Payitaht’ “ Ankara Araştırmaları Dergisi 1(1), 75-88.

Kartal, C.B.(2019). “Cumhuriyet’in Başkentinin Mekânsal Dönüşümü ve 1928-1930 Dönemi Hâkimiyet-i Milliye Gazetesine Yansımaları,” Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 9,307-345

Şimşir, B.N.(2006). Ankara… Ankara, Bir Başkentin Doğuşu, Ankara: Bilgi Yayınevi.

Türker, H.(2000).Türk Devrimi ve Basın (1922-1925), İzmir: Dokuz Eylül Yayınları.

Cebesoy, A.F.(1953) Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul: Vatan Neşriyatı.

Bunları da sevebilirsiniz