Post-Kemalizm Tartışmaları ve De-Kemalizasyon Üzerine

Post-Kemalizm kavramı yakın dönemde Türkiye’deki entelektüel ortamını yakından ilgilendiren bir kavram olarak görüyoruz. Bu kavramın tartışılmasındaki en temel süreç ise İlker Aytürk Hocanın artık çoğumuz tarafından fazlasıyla okunmuş olan “Post-post Kemalizm: Yeni Bir Paradigmayı Beklerken” başlıklı çalışması sonrasında ortaya çıkan süreçtir. İlker Hocanın böylesi bir çalışmayı yayınlamış olması oldukça önemli. Zira bu çalışmanın genel olarak kapsamı Türkiye’de tek parti yönetimi üzerine yapılan ve 2000’li yıllarda etkisini artıran bir eleştiri sürecinin artık tıkanmaya başladığını ifade etmektedir.

Bu başlık esas itibariyle 2000’li yıllarda Birikim çevresi etrafında şekillenen ve “sol-liberal” kavramıyla tanımlayabileceğimiz bir entelektüel çevrenin Kemalizm eleştirisinin eleştirisi üzerine bir kitap çalışması olacak kadar kapsamı geniş tutulabilir ancak burada ana hatlarıyla bir giriş yapılacak ve bu konunun Kemalistler açısından gündem olabilmesi için bir kapı aralanmaya çalışılacaktır.

Daha da önemli olan kısmı İlker Hocanın bu çalışmasını sunduğu Birikim dergisi çevresinin makale üzerine gösterdiği sert tepkilerden oluşan çeşitli makalelerdir. Hatta öyle ki bu post-Kemalizm meselesi üzerine Birikim dergisi 2020 yılı içinde iki farklı sayı hazırlamak ihtiyacı hissetmiştir. Diğer dergilerdeki yazıları gözden kaçırsak dahi böylesi bir başlığın ilgili çevre üzerinde önemli bir yansıması olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Post-Kemalizm tartışmasında İlker Hocanın Birikim çevresinde yalnızlaştığını ve fikirlerine destek bulamadığı gibi diğer yazarlar tarafından belirli bir mesafede kendisine cephe alındığını da görüyoruz. Zira Birikim çevresi gerek ortaya çıkış sürecinde Stalinizme karşı daha belirgin olmak üzere 2000’li yıllardan itibaren hatta 2002 sonrası süreçte Kemalizm eleştirisini temel gündem konusu haline getirmiş ve bütün eleştiri oklarını İttihat ve Terakki ile Kemalizme yönlendirmiştir. Türkiye’nin yaşadığı bütün sorunların kökeninde 1913-1923 aralığını arayan Birikim çevresi açısından bu dönemden hareket eden her düşünce ve her eylem ülkeye zarar vermiştir. Bu sebeple de ülkenin demokrasi yolunda ilerleyebilmesi için bu döneme dair ne varsa terkedilmesi gerekmektedir. 200 yıllık modernleşme sürecini ve 1945 sonrası sorunları da kapsayacak biçimde bütün ihaleyi esas itibariyle 1923’ün mirasına yıkan indirgemeci bir tarih anlayışı 2000’li yılların geçer akçesi olmuştur. Başka bir ifadeyle Türkiye’nin entelektüel çevrelerinde “demokrasi” konusunda rüştünü ispat edebilmenin yolu Kemalizme karşı durabilmekten geçmektedir.

Tarihsel süreçte de Kemalizme karşı duran her ne varsa onda zorla da olsa bir parça demokrasi aranmış, Kemalizmin her türlü demokrasi ideali ve çabasına karşılık atılan bütün adımlar yok sayılmıştır. 2000’li yıllardan itibaren artık talep edilen husus düşünce hayatının ve siyasal hayatın net bir de-Kemalizasyon sürecinden geçmesidir.

Türkiye’nin yakın tarihine böylesi bir toptancı yaklaşım üzerinden bakmakta bir sorun yaşamayan Birikim çevresi açısından askeri müdahalelerden çeşitli yargı kararlarına, 1920’li yıllardaki isyanlara verilen tepkilerden 90’lı yıllardaki her türlü muhalif harekete verilen tepkilere, İstiklal Mahkemelerinden DGM’lere, 1961 Anayasasından 1982 Anayasasına kadar, 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a kadar her toplumsal çatışma ve kriz ortamı Kemalizm çuvalı içine sığdırılmış ve oldukça hızlı küresel değişimler, iktidar değişiklikleri, yeni siyasal hareketlerin yeni iktidar biçimleri vb. her türlü gelişme yok sayılmıştır.

1923 ile 2002 arasına dair bir süreklilik anlatısının yarattığı konfor ise AK Parti’nin gelişinden beklenen umutla perçinlenmiş ve “askeri vesayet” üzerine bina ettikleri bir “eski Türkiye”den kurtuluşu bugünün vesayetinin eliyle aramaya başlamışlardır. Gezi Olayları’na kadar iktidarın otoriterliğini sorgulama ihtiyacı hissetmeyen bu tarih ve siyaset algısı kendine düşman bellenenlere uygulanan baskıya karşı sessizliğini ancak ucu kendine dokunduğunda fark etmiş ve beklentileri boşa çıkınca da bu sefer “iktidarın Kemalistleşmesi” sloganına sarılarak ülkenin günah çuvalında Kemalizm ile AK Parti’yi eşitleyecek kadar bu ülkenin tarihine ve gerçeklerine yabancı bir siyasal analizden hakikat üretmeye çalışmışlardır.

İlker Hocanın yazdığı önemli makalede yaptığı açılımın temelinde Türkiye’nin yakın tarihinin her dönemine Kemalizm denemeyeceği, Soğuk Savaş döneminde yükselen sağ iktidarların farklı bir biçimde değerlendirilmesi ve bugünün de bu bağlamda okunması gerektiğine dair bir yaklaşım göze çarpmaktadır. Bugünü anlayabilmek için tek parti döneminin eleştirisinin yeterli olmadığına dair yaptığı açılım tepkiyle karşılanmış hatta bu meselede ilk itirazlardan birini sunan Ömer Turan tarafından “Kemalizm eleştirisini yasaklamaya çalışmak” gibi İlker Hocanın hiç temas ve talep etmediği ilginç bir tepki ortaya konmuştur.

Kemalizm ve Tek Parti dönemine dair eleştirilerin yapılmasına kimsenin itiraz ettiğini sanmıyoruz. Zira bu eleştiriler yaklaşık 90 yıldır yapılıyor. Burada mesele olan husus bilimsel bir çalışmaya ket vurmaya çalışmak değildir. Buradaki mesele güncelde olan biteni tamamen es geçip, muhatabı olmayan bir siyasal miras üzerinden rakibi olmayan bir kavgaya tutuşmanın anlamsızlığıdır. Bilimsel bir faaliyetin yeni siyasal vesayetin kuruluşuna söylem üretecek kadar siyasallaşmış olmasıdır. İkisinin farklı şeyler olduğunu anlatmaya lüzum yoktur sanıyorum.

Ayrıca 2002’ye kadar olan biten her şeyin “Kemalizm” ile yanyana gelmesi kadar Türkiye’nin gerçeklerine aykırı bir iddia bulmak da epey güç. Zira post-Kemalizm 2002’de başlamadı. DP’den Akıncılara, Milli Cephe’den Ortanın Solu’ndaki Kemal Tahir tezlerinin kabulüne kadar gerçekten her olan bitenin Kemalizmle bir tutulması oldukça ilginç. Necip Fazıl ile Doğan Avcıoğlu’nu “darbecilik” kavramında eşitleyen makaleler yayınlamanın hangi gerçekliğe temas ettiğini anlamak da güç. Ordu ve Yargı gibi dönemin iktidarlarına göre yapısı değişen kurumların 1923’ün kesintisiz sureti olduğunu iddia etmek de güç. Atatürk imgesinin bir siyasal arınma suyu haline geldiği Soğuk Savaş döneminde daha belirgin hale gelen “resmi ideoloji”nin Kemalizmin doğal uzantısı olduğunu iddia etmek de güç. Birbirine yakın kelimelerde ve siyasal meşruiyet heyecanı ve mevcut sistemin devamı için icat edilen söylemlerden ideolojik bir arka plan çıkarma ihtiyacı oldukça kolaycı. Hegemonya, vesayet, elitizm, darbe vb. kavramlar üzerinden 200 yılı tek kavramla açıklamaya çalışmak muazzam konforlu. Ülkeyi siyah-beyaz diye ikiye ayırıp tarihin bütün gri tonlarını yok ederek ve gerçeklerini de yok ederek kendine kusursuzluk atfeden bir alan yaratma ihtiyacı fazlasıyla püriten. Ülkenin daha demokratik olabilmesini yalnızca Kemalizmin yokluğuna bağlamak çok uzun süredir epey gülünç.

Bu mesele uzar gider… Kemalizm ve Tek Parti döneminin eleştirisi 2000’li yıllarla başlamadı. Bu eleştiri elbette her sosyal bilimcinin en doğal hakkıdır. Bu konudaki her türlü sansürleme girişimi elbette otoriterdir ve karşı durulması gerekir. Ancak bugünün derdini hala 1923’te aramanın da ne bilimsel ne de bugüne çözüm sunan bir noktada olduğunu da iddia etmek epey zor. Tek Parti dönemi eleştirileri yıllardır yapıldı, Kemalizm dayak yiyeceği kadar yedi… Sonuç? Ortada hiçbir sonuç yok. Böylesi önemli ve hassas tartışmaları siyasal iktidarların emrine verdiğiniz zaman buradan hiçbir şey çıkmadığını ve bundan sonra da çıkmayacağını idrak etmek artık bu kadar zor olmamalı. Son dönemin “Yeni Anayasa” ve 1921 Anayasası tezlerini yan yana getirmek de bundan farklı değil. Bu ikisini aynı yerde konuşmanın bu konuyu tartışmaya kapalı hale getirdiğini artık görmek zorundayız.

Tarihsel konuları siyasal iktidarların emrine verenler sayesinde bizler de bir şeyleri konuşamaz hale geldik. Sayenizde “eleştiri” kelimesinin geçtiği her yer “terk etme” ve “yok “etme” niyet okuması ile sonlanıyor. Bir kez bile soğukkanlı bir biçimde olan biteni okuyamıyoruz. Kemalizmi ifrat-tefrit sarmalına atmak ona yapılacak en büyük hakaretti ve el birliğiyle bunu başardınız. Atatürk üzerinden yaratılan sömürü düzeninin kaynattığı kazana bir odun da siz attınız. Beğenmediğiniz bir şeyi o çok anladığınızı iddia ettiğiniz “Türkiye toplumu”nun hassasiyetlerini yok sayarak çöpe atmaya çalışmanızın sonucunda iki katı sekter kanat yaratmayı da başardınız. Kemalizmi konuşmak Kemalistlerle konuşurken mayın tarlasında yürümekten farksız hale geldi. 60 sene önce daha aklıselim konuşulan bir konu, kimsenin birbirini yok etmeye çalışmadan anlamaya çalıştığı ve tarihsel hakkını verdiği bir akademik ortamı yok etmekle kalmayıp, 12 Eylül sürecinde ve sonrasında yaşadığınız her kötülüğü 1923’ten bilerek inşa ettiğiniz öfke duvarlarıyla sekter Kemalistlerin ekmeğine de yağ sürdünüz.

En az en çok eleştirdiğiniz sekter Kemalistler kadar genç kuşak Kemalistlerin eleştirel düşünmesini de, sorgulamasını da, daha aklıselim bir tavır geliştirmesini de engelliyorsunuz. “Ya göklerden indirmeyelim ve tapınalım ya da yerin dibine sokalım ve bir daha da oradan çıkarmayalım” seçeneği dışında başka seçeneklere kapıyı da kapatıyorsunuz.

Hepinizi can-ı gönülden tebrik ediyoruz…

Bunları da sevebilirsiniz