“Kuruluş Ayarlarına Dönme” Meselesi: Cenk Özdağ’ın Tartışmasına Bir Katkı

Bir önceki sayıda Cenk Özdağ’ın “Kurucu İlkelere Dönmek” Nedir? Nasıl Olur?” başlıklı yazısı1 yalnızca bugünün değil Kemalistlerin belki de 1990’lardan beri yaşadığı kritik bir çıkmazı tanımlayabilmek açısından kıymetlidir. Özellikle de 2000’li yılların ulusalcı söylemine damga vuran kurucu olana dönüş meselesi mevcut iktidarın tasarruflarını gerekçe göstererek neredeyse hiçbir biçimde tartışmaya açılmamış bir gerçeklikle bizi karşı karşıya bırakıyor.

Kuruluş ayarlarına dönmek” olarak ifade edilen ve bir çeşit altın çağ anlatısı olarak sunulan 23-38 aralığına dair özlem elbette Kemalist devrimin ve Mustafa Kemal’in cumhuriyetin inşasındaki eşsiz rolüne vurgu yapabilmek anlamında kıymetlidir. Öte yandan bugün hala bu ülkenin hangi koşullarda nasıl kurulduğuna dair hafızayı da tazelemek açısından ulusal duyguyu beslemek anlamında da önemlidir. Ancak biz son yıllarda bu geri dönüş anlatısının yükselişine tanıklık etmemize rağmen bunun nasıl bir içeriğe sahip olacağına dair ciddi bir veri ile karşılaşmıyoruz. Bunun retorik bir seviyede kalması ve Özdağ’ın ifade ettiği “program” mantığının yanından bile geçmemesinin bazı nedenleri olduğu ifade edilebilir.

Bunlardan ilki Kemalist devrimin birikimine haklı olarak “koruyucu” bir refleksle sahip çıkarken bunun bir çeşit muhafazakarlaşma ihtimali ile bizi yüzleştirmesidir. Başka bir ifadeyle son 20 yıllık dönemde içinde daha şiddetli bir biçimde hissettiğimiz de-Kemalizasyon döneminde Atatürk’ün mirasına dair artan korumacı duygunun yalnızca bir bekçilik seviyesine gerilemesidir. Halbuki Kemalist devrim tüm unsurları ve tarihsel birikimi ile geliştirilerek korunabilecek bir niteliğe sahiptir. Bu bağlamda devrimin birikimini korumak ancak onu güncel dinamikleri üzerinden yeniden konuşabilmek ile mümkündür. Diğer türlü 1930’ların referansları üzerinden ve aslında kişisel olarak dahil olmadığımız bir dönemin başarısından kendimize de paye çıkararak yaptığımız “bir zamanlar kartaldık” nostaljisi Kemalizme bugün neden ihtiyaç duyduğumuzun yanıtı değildir. “Kuruluş ayarlarına dönmek” eğer bu nostaljik söylemin ötesine geçemiyorsa buradan bir çare beklemek de boşunadır. Altı okun neredeyse ambalajından hiç çıkmamış “devrimcilik” ilkesi söylemde “çağın gereklerine uygun olarak yenilenme” cümlesini dillere pelesenk etse bu yenilenmeyi biz 27 Mayıs sonrasındaki gerçek bir devrimci sıçrama dönemi haricinde pek göremedik.

İlkine bağlı olarak ikinci sorun dönemin gelişmelerine ilkesel düzeyde değil eylemsel düzeyde daha fazla hakim olma sorunudur. Kişilerin ve olayların merkeze alındığı siyasal pratiğe dair bilgiye dönük ilgi yoğunluğu tüm bu pratiğin arkasında yatan düşünsel arka plana olan ilginin zayıflığı ile doğru orantılıdır. Bu meseleyi örneklendirmek sanıyorum bu hususu daha anlamlı kılacaktır. Köy Enstitüleri’nin kuruluş ve yıkılış öyküsü üzerinden bir tekrarı talep etmekten ziyade bu kurumun oluşmasını sağlayan fikrin ne olduğunu düşünmek esasında daha kıymetlidir. Kurucu döneme dönmek 1930’larda ortaya konan ürünlerin bir tekrarı anlamına hiçbir zaman gelmemiştir, gelmemelidir de. Öte yandan böyle bir tekrar niyetimiz olmasa bile bu söylemi alternatif bir çözüm ile desteklemiyorsak yine sözün havada kalma ihtimali epey kuvvetlidir. Kurumlar ekseninden çıkıp ilkesel düzlemde konuşurken dahi benzer bir sorun yaşıyoruz. Kemalizmin özellikle de 12 Eylül sonrası dönemi ekseriyetle cumhuriyetçilik ve laiklik savunusu üzerinedir. Milliyetçiliğin terör gündemi olmadan gün görmediği, kalan üç ilkenin de neoliberal çağda itibar kaybettiği bir dönemde iki ilkeye sıkışan bir savunmayı da yeniden düşünmek zorundayız. Cumhuriyetçiliğin ve laikliğin korunmasının aciliyetini tartışmaya elbette açacak değiliz. Ancak bu kavramların 2023 itibariyle nasıl savunulması gerektiğine dair eleştirilerin ötesinde gerçek bir programla topluma seslenmek gerekir.

Yaşanan tehdit algısının yüksekliği bizleri çoğu zaman öfkeli karşı çıkışlara zorluyor. Tam o anda cephede Rousseau okuyan Mustafa Kemal’i gözümüzün önüne getirelim. Daha savaş bitmeden “genel irade” kuramı ile inşa etmeye çalıştığı sistemin taşlarını döşeyen bir liderden daha zor bir durumda değiliz. Ülkenin içinde bulunduğu krizlere yaslanıp yalnızca iktidarı eleştirmekten ziyade kendisini bu ülkenin gerçek sahipleri olarak gören kişilerin bu topluma alternatif olarak ne sunduğunu ilk başta bir program temelinde görmek mecburiyetindeyiz. Bu da ancak geçmişle olan ilişkimizi çok daha rasyonel bir temelde kurmak ile mümkün olacaktır. Mustafa Kemal’in önündeki sorun neydi? Elindeki araçlar neydi? Soruna nasıl bir çözüm üretti? Ürettiği çözüm geçici yoksa kalıcı bir başarı sağlamış mıdır? Soruları üzerinden düşündüğümüzde sanıyorum taşlar yerine oturmaya başlayacaktır.

Üçüncü bir problem olarak da ülkenin yaşadığı sorunların ulusal sınırlara sıkışan sorunlar olduğunu düşündüren yaklaşımdır. Türkiye’nin sorunlarının kuruluş döneminde ulusal sınırlar içinde üretilen çözümlerde saklı olduğunu düşünmek dönemin uluslararası dinamikleri göz ardı etmekle eş değerdir. Türkiye hiçbir dönemde uluslararası denklemden yalıtılmış bir ada ülkesi olmadığı için ve yaklaşık 200 yıl süren bir işgal programına maruz kaldığı için yalnızca kendi toprağında değil sömürgeciliğe maruz kalmış tüm bölge ülkeleriyle bir kader ortaklığına sahip olduğu için, neoliberal dönemin tüm küresel güney üzerinde sert bir taarruz başlattığı 1980’lerden bu yana bu kader ortaklığı küresel düzlemde genişlediği için yalnızca ulusal sınırlar içinde üretilmiş bir programı geri çağırmak çok verimli bir biçimde sonuçlanmayabilir. “Kemalizm tüm ezilen halklara ilham kaynağı oldu” serzenişinizi duyar gibiyim ancak bunun da altını ciddi bir şekilde doldurmadan ve bunu ulusal sınırların ötesine taşıyacak güncel bir program haline getirmeden savunmak da başka bir eksikliği beraberinde getirecektir.

Bizim meselemiz 23-38 arası yapılanları merkeze almaktan ziyade bu pratiğin hangi fikirle ve motivasyon ile yapıldığını tespit edebilmek olmalıdır. Üretilen üründen daha önemli olan şey bu ürünün o dönemde neye karşılık geldiği ve 100 yıl sonra bugün ne ifade edebileceğini düşünmektir. Başka bir ifadeyle bir davranışı değil bir mantığı devralmaya ihtiyaç bulunmaktadır. İkili ve gayrı resmî sohbetlerde basit bir tekrar istenmediğini iddia eden herkesin bunların yerine ne yapılması gerektiğine dair de bir şeyler söylemesi beklenmektedir. Yoksa sözümüzün basit bir temenniden öteye geçmeyeceği ve dışardan sadece geçmişe özlem duyan bireyler olarak görünmenin ötesine geçmek epey zordur.

“Kuruluş ilkeleri” ya da “kurucu ayarlar” kavramlarından ziyade kurucu mantığa yeniden dönmek daha doğrusu kurucu mantık üzerine yeniden düşünmeye ihtiyaç olduğunu ifade edebiliriz. Kurucu kadronun milli ve iktisadi egemenlik hassasiyetinin bugünkü karşılığını çözerek belki başlayabiliriz. Ulusal ölçekte aydınlanmacı bir kültürel atılıma hala ihtiyaç var mıdır? Varsa bu hangi yeni eğitim anlayışı ve kurumları ile sağlanabilir? Sorularıyla devam edebiliriz.

1930’larda olmayan küreselleşme, ekolojik kriz, yapay zeka, sert bir dijitalleşme ve sayısallaşmayı kurucu mantığa göre nasıl yorumlamalıyız?

Sağ popülizm, yükselen kimlik sorunları ve derinleşen iktisadi adaletsizliğe karşı kurucu mantık üzerinden nasıl bir yanıt verebiliriz?

İktisatta ve siyasette “katılımcı” talepler çoğalırken, sivil alanda yeni örgütlenme modelleri konuşulurken cumhuriyetimizi korumaya ya da kimilerine göre yeniden kurmaya çalışırken ulusal ölçekteki ortaklığı perçinlemek için daha çok kişiyi bu sürece dahil edebilmenin yollarını düşünmek zorundayız. Bu da bizi klasik burjuva demokrasisinin kalıplarının ötesinde düşünmeye mecbur bırakmaktadır.

Bu örnekler fazlasıyla çoğaltılabilir. Eğer ayağımız kurucu ilkelerde ve/veya mantıkta kalacaksa en çok çalıştırmamız gereken ilkenin “devrimcilik” olduğunu unutmadan bu süreci devam ettirmek mecburiyetindeyiz. Son tahlilde de bunun her hangi bir yere dönüş değil sahip olunan mantığın ve ilkelerin günümüz itibariyle güncel bir temsili olması gerektiğini de bir yerlerde saklı tutmamız gerekmektedir.

1 http://dagarcikturkiye.com/2023/07/01/kurucu-ilkelere-donmek-nedir-nasil-olur/

Bunları da sevebilirsiniz