Sanayi Devrimi’nden bu yana ulus-devletlerin “büyüme” ve “kalkınma” eksenli gelişimi, ekolojik yıkımın tırmanmaya başlamasıyla hedef tahtasına oturtulmaya başlandı. Özellikle de 1960’lı yıllardan itibaren kapitalizmin her alanda yarattığı tahribatın sorgulanmaya başlanması konuyla ilgili yeni arayışların ortaya çıkmasını da beraberinde getirdi. Büyüme ve kalkınma kavramlarına dair yükselen tartışmaların kökeninde anarşist, eko-sosyalist ve komünalist yaklaşımların ön planda olduğunu ifade etmek gerekir.
Ekolojinin temel tartışma konusu olduğu bu eleştiri sürecinin günümüzdeki en radikal söylemini ise “küçülme” tartışması oluşturmaktadır. “Küçülme” esas olarak mevcut üretim ve tüketim alışkanlıklarının dünyaya artık refah ve bolluk getirmediğini, evrensel kaynakların sınırsız ve kontrolsüz bir biçimde tüketilmesinin dünyayı hızla yokoluşa sürüklediği iddia edilmektedir. Ekolojik kriz üzerinden başlayan tartışmaların küçülme tartışması ekseninde geldiği esas noktanın mevcut iktisadi düzen eleştirisi olduğunun altı çizilmelidir.
Türkiye’de oldukça yeni olan ancak henüz kitap çevrisi düzeyinde kaldığını söyleyebileceğimiz küçülme tartışması literatürde üç önemli çeviri metin üzerinden temsil edilmektedir. Bunlardan ilki İletişim Yayınları tarafından 2018 yılında Tahir Karakaş’ın çevirisi ile yayımlanan Serge Latouche imzalı Kanaatkar Bolluk Toplumuna Doğru: Küçülme Üzerine Yanlış Yorumlar ve Tartışmalar başlıklı metindir. İkinci kitap 2019 yılında Metis Yayınları tarafından yayımlanan Küçülme: Yeni Bir Çağ İçin Kavram Dağarcığı başlıklı metindir. Bu çalışma D’Alisa, Demaria ve Kallis tarafından derlenen bu önemli metin küçülme kavramını düşünebilmek için faydalı olacak 52 maddelik bir sözlük niteliğini taşımaktadır. Son kitap ise geçtiğimiz yılın son aylarında yine Metis Yayınları tarafından yayımlanan ve Jason Hickel tarafından kaleme alınan Çoğu Zarar Azı Karar: Dünyayı Küçülme Kurtaracak başlıklı çalışmadır.
Bu metinlere kaynaklık ettiğini ifade etmemizin yanlış olmayacağı iki önemli kitabı burada zikretmek gerekir. Samuel Alexander imzalı ve Heretik Yayınları tarafından yayımlanan iki önemli metnin Latouche’un kitabının başlığındaki “kanaatkar bolluk toplumu” ifadesini hatırlattığı görülecektir. Bunlardan ilki Parayı Tahrif Et: Diyojen’in Kayıp Diyalogları başlıklı yarı-kurgu bir metindir. Romen Diyojen’in mütevazı yaşamıyla yöneticilerin ihtişamlı ve lüks içindeki hayatının temeldeki anlamsızlığını karşılaştıran ve esas değerin Diyojen’in fıçısında aranması gerektiğini öğütleyen bu metin küçülme tartışmalarına anlam kazandıran bir tarihsel yorumu içermektedir. Alexander’ın diğer kitabı ise Amerika’nın erken dönem anarşistlerinden ve sivil itaatsizliğin kurucularından Henry Thoreau’nun iktisadi görüşlerini özetlediği Yeteri Kadarsa Çoktur başlıklı kitaptır. Alexander yine bu metinde ufak bir sahil kasabasında deniz kenarında balık avlayarak yaşamını idame ettiren Thoreau’nun tıpkı Diyojen gibi doğayla barışık mütevazı yaşamının değeri üzerine bir anlatı kurmuştur. Her iki metinde de dikkati çeken en önemli husus, insanın mutlu bir yaşam sürebilmesi için ihtiyaçlarının oldukça sınırlı olduğunu ve yaşamın değerini metada değil doğanın kendisine sunduğu imkanlarda araması gerektiğine dair vurgudur. Ana akım iktisat tanımının “kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların karşılanması” mitine karşılık olarak insan ihtiyaçlarının oldukça sınırlı olduğuna ve dünyanın adil bir bölüşümle herkese yetebileceğine dair önemli mesajlar verilmektedir.
Latouche’un Kanaatkar Toplumu: Ne Büyüme Ne De Kemer Sıkma
Latouche küçülme üzerine yürüttüğü tartışmayı bu ideal toplumu tanımlayarak başlıyor: “Reklamcıların iyi bildiği gibi, mutlu insanlar kötü tüketicilerdir. Bu mantığın tam tersini benimseyen küçülme toplumu ise, insanlığın mutluluğunu, kanaatkar bolluğa varmak için, özsınırlama ile gerçekleştirmeyi amaçlar”. Bu paragraf Alexander’ın metinlerinde bize verdiği mesajı net bir biçimde çağrıştırıyor: “Tüketim çılgınlığı gereksizdir, insan ihtiyaçları sınırlıdır”.
Yazar küçülmeye dair tartışmayı kavrama gelen eleştiriler üzerinden yürütmeye özen göstermektedir. Bu bağlamda kavramı ikiye ayırmaktadır. Bunlardan ilki çok daha geniş bir alana yayılan ancak yanlış bir algı olan maruz kalınan küçülmedir. Bu algı, negatif büyüme fikrinden kaynaklanan ve yoksullaşmayı ifade eden bir niteliğe sahiptir. Ancak Latouche’un esas kastettiği küçülme, tüketim toplumunun tam tersini ifade eden gönüllülük esasına dayalı bir küçülme biçimdir. Hatta maruz kalınan küçülmeyi ölüm ile sonlanabilecek bir diyet olarak tanımlarken, gönüllü olan küçülmeyi bir çeşit az ile yetinme kültürü olarak tanımlamaktadır. Yazarın kitabın ilk sayfalarında kaleme aldığı bu detaylar küçülme düşüncesinin her şeyden önce bir zihniyet değişimi olduğunu net bir biçimde ifade etmektedir.
Bu zihniyet değişimi de açık bir şekilde “solcu” bir projedir. Liberalizmin ve endüstriyalizmin doğrudan karşıtı olan küçülme projesi sola yeniden bir anlam kazandırmak için ortaya çıkmıştır. Küçülme primitivist bir yaklaşım da değildir. Küçülmeye yönetilen en önemli eleştirilerden biri olan ilkel yaşama geri dönme iddiasına karşılık Latouche bu fikrin tamamen yanlış olduğunu sorunun insan uygarlığının geldiği nokta değil geldiği noktadaki üretim ve tüketim biçimini eleştirdiğini ifade etmektedir. Aynı şekilde benzer bir noktadan getirilen “teknofobi” eleştirisine de aynı yerden cevap verecektir. Küçülme teknofob değildir. Teknolojinin üretimini ve kullanımını dünyayı tüketmeden ve tüm insanlığa hizmet sunacak şekilde kullanmaya başlayabilmeyi amaçlamaktadır. Başka bir ifadeyle mesele geldiğimiz yerden uygarlık temelinde geri düşmek değil, geldiğimiz noktayı sağlıklı bir biçimde korumak ve muhtemel yıkımı engellemek için alışkanlıklarımızı temelinden değiştirmektir.
Çoğu Zarar Azı Karar
Jason Hickel’in kitabı da Latouche’un somut bir ütopya olarak ifade ettiği kanaatkar bolluk toplumu kavramına giden yolda hem Latouche gibi zihinsel dönüşümü ön plana alırken aynı zamanda sayısal verilerle dünyada gelinen noktayı geniş bir perspektiften sunuyor.
Hickel’in sorgulamaya başladığı yer “Çoğu Zarar” olarak başlığını attığı kapitalizmin tarihidir. Hickel, küçülme kavramını açıklamadan önce güçlü bir büyüme eleştirisi ile giriş yapmaktadır. Kapitalizmin tarihini açıklarken Sanayi Devrimi’nin de öncesine geçerek 13 ve 14. yüzyıllardan itibaren Avrupa’daki iktisadi değişimin temellerini açıklayarak günümüze gelen Hickel, kapitalizmin doğal bir biçimde ortaya çıktığına ve tarihsel akışın mecburi bir sonucu olduğunu düşüncesine itiraz ederek kapitalizmin gördüğü küresel itibarı köklü bir tartışmaya açmaktadır. Hickel, kapitalizmin tarihini insan bedeninin metalaşması, insan hayatının anlamının yitirilmesi ve doğanın tahrip edilmesinin önünün açılması üzerinden tanıdık bir okuma yapmaktadır.
Öte yandan Hickel’in esas dikkat çekmek istediği noktada radikal ekolojik düşüncenin yüksek bir sesle paylaştığı insanın doğa üzerindeki tahakkümünün kapsamlı bir eleştirisidir. Descartes’tan Bacon’a ve oradan da genel olarak yoğun aydınlanmacılık eleştirisi ortaya koyan Hickel’e göre bilimsel gelişme çağı olarak bildiğimiz aydınlanma döneminin ürettiği fikirlerin son noktası insanın doğa üzerinde kurduğu tahakkümün meşrulaştırılmasından ibarettir. İnsanlığın bilimsel gelişimini bir ilerleme olarak kaydeden klasik aydınlanmacı görüşlerin doğa üzerinde mutlak bir hakimiyeti meşrulaştırması insan ile doğa arasına inşa edilen katı hiyerarşiyi daha fazla pekiştirmiş ve bilim üzerinden insanın doğa karşısında edindiği üstünlük doğanın çok daha yoğun bir biçime tahrip edilmesiyle sonuçlanmıştır.
Hickel’e göre bütün dünya “büyüme” fikrini ve büyümeye dair rakamları bir fetiş haline getirmiş ve büyümenin sınırları tamamen ortadan kalkmıştır. Sınırları ortadan kalkan bir kontrolsüz büyümenin sırf kazanç elde etme adı altında dünyayı tamamen sayısallaştırması devletlerin ve şirketlerin yönetimi altındaki insanları ve doğayı tamamen edilgen hale getirmiş ve doğada var olan her şey satılabilir ve tüketilebilir bir meta niteliğine doğru gerilemiştir.
Önceki yazımızla da tekrara düşmeden Hickel’in kitabının çözüme dair önerilerde bulunduğu bölümde bir “post-kapitalist” tahayyül ortaya koyduğunu göreceğiz. Bu post-kapitalist tahayyül ise ancak bazı yeni ilkelerin yaşama geçirilmesi ile mümkündür.
Hickel ilk adımda “planlı eskitme” olarak adlandırdığı fikirden vazgeçilmesi gerektiğini söylüyor. Planlı eskitmeden kastettiği husus ise beyaz eşya üretiminde sıkça gördüğümüz “dayanıklı mal” kategorisinde olmasına rağmen baştan bir sınırlı ömür biçilen mallardan vazgeçme düşüncesidir. Daha uzun süreli ve dayanıklı ürünler kullanarak kısa aralıklarla aynı ürünleri sürekli yenileme ihtiyacının ortadan kaldırılması gerekir.
İkinci adım, tüketim çılgınlığının en önemli araçlarından olan reklamların azaltılmasıdır. İnsanda anlık olarak yapay bir ihtiyaç algısı yaratan reklamların tüketimde oldukça önemli bir rol oynadığını düşünen Hickel, kapitalizmin bu algı oyununu mümkün olduğu kadar azaltmayı önermektedir.
Üçüncü adım, nadiren kullanılan ve çoğu lüks tüketim malı olarak kullanılan pek çok ürünün tek bir sahibi olmasına son verilmeli ve bu mallar sınırlı bir alanda da olsa ortak bir mülkiyete tabi tutularak kullanılmalıdır.
Dördüncü adım, en önemli küresel sorunlardan biri olan gıda israfına bir son vermektir. Zira üretim ile tüketim ya da arz ile talep arasındaki dengesizlik gözetilmeden basit bir kâr hırsıyla hareket eden gıda sektörünün kontrolsüz üretimi tüketimi de kontrolsüz hale getiriyor ve tarihi geçen ürünlerle ihtiyaçtan fazlasını tüketmeye çalışan bireylerin artıkları büyük bir israf kalemi oluşturuyor. Hem de dünyada yoksul nüfus milyar birimi ile tanımlanmaya başlamışken…
Beşinci adım ise ekolojik yıkımdan başka bir şey üretmeyen sektörlerin acil bir biçimde küçültülmesidir. Bu sektörler küçülmeye başlayınca öncelikle gıda sektöründe kullanılan hayvanlar yeniden doğal yaşamına kavuşacak, ardından damızlık gibi kullanılan geniş ve verimli topraklar yeniden kendi doğal düzenine geri dönecek.
Yazıyı yine Latouche’un sözleri ile bitirelim:
“Küçülmenin iddiası çağdaşlarımızın olgunluklarına, onların içinde yaşadığımız dünyanın bağrında başka bir dünya olduğunu keşfetme kapasitelerine dair de bir iddia. Bu iddia riskli ama zorunlu bir iddia ve denemeye değer”.