Çevre Krizine Eko-Sosyalist Müdahale: Ian Angus Üzerine Notlar

Ekolojik krizin giderek etkisini artırdığı bir çağda yaşıyoruz. Gerek basında gerekse sosyal medyada çevre krizi ile ilgili yoğun bir tartışma ortamını da görmek mümkün. Ancak bu tartışmaların genel olarak içeriğine bakıldığı zaman iki husus ön plana çıkıyor: Bireylerin sorumluluğu ve reformist çözümler. Bu iki vurgunun dışında kalan alanlarda yapılan tartışmalar ise yeteri kadar görünürlük kazanabilmiş değil. Bu sebeple görünür olmayan alandaki bir tartışmayı önde gelen temsilcilerinden biri aracılığıyla bu mecraya taşımaya çalışacağım. Kanadalı bir eko-sosyalist aktivist olan Ian Angus, Türkiye’de yeni yeni tanınmaya başlayan önemli isimlerden biridir. Angus’tan önce ekolojiye sosyalist bir perspektiften bakan çeşitli akademisyenler, yazarlar ve aktivistler Türkçeye kazandırılmıştır. Ancak Angus’un metinleri diğerlerine göre çok daha yeni bir dönemde literatürümüze girmiştir. Angus’un iki önemli metninin Türkçeye çevrildiğini görüyoruz. Bunlardan ilki Efil Yayınevi tarafından Haziran 2019’da yayınlanan ve Nil Darılmaz tarafından çevrilen Yeşilin Daha Kızıl Tonu: Bilim ve Sosyalizmlerin Kesişimi başlıklı metindir. Diğeri ise Marx-21 Yayınları tarafından Şubat 2021’de yayınlanan ve Nuray Onuk tarafından dilimize kazandırılan Antroposen’le Yüzleşmek: Fosil Kapitalizm ve Dünya Sisteminin Krizi başlıklı metindir.

Angus’un Eko-Sosyalizmi

Angus’un eko-sosyalizminin iki temel kavram üzerine kurulduğunu göreceğiz. Bunlardan biri “Antroposen” diğeri de “Fosil Kapitalizm” kavramlardır.

Antroposen, adının jeolojik çağlardan devşirilerek alan, doğanın gidişatında insan müdahalesinin belirleyici olmaya başladığını ifade eden bir kavramdır. Mevcut çevre krizinin tanımlanırken ortaya çıkan bu tanım sosyalist bir mecrada değil ana akım ekoloji tartışmaları içinde ortaya çıkmıştır. Kavramın ana akım bir tartışma içinde çıkmış olmasına rağmen Angus gibi sosyalist bir aktivistin bu kavramı yeniden yorumladığı görülecektir. Antroposen kavramına ana akım yaklaşımın temelinde bireyi ve onun davranışları merkeze alan bir görüşün ağırlık kazandığını görmek mümkündür. Başta sosyalistler olmak üzere meseleye radikal perspektiften bakan görüş açısından ise krizin kökeninde bireyler değil kapitalizm bulunmaktadır. Bütün bir insanlığı suçladığı iddia edilen antroposen kavramına karşılık “kapitalosen” gibi yeni kavramlar türetilmeye başlanmıştır. Angus tam bu noktada farklı bir yorumun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ona göre antroposen kavramını suçlamak yerine kavramın kendisini çok daha sosyalist bir içerikle doldurmanın imkanı bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle kapitalist düzenin üretimi olan antroposen kavramı ekolojik krizi son tahlilde yanlış yorumlasa da insanın çevre krizindeki sorumluluğunu tespit etmek noktasında bir gerçekliğe sahiptir ve başka kavram arayışları bu denli etkili olmayacaktır.

Kendideyimiyle: “Eğer insanlığın çoğunluğu buna karşı mücadele ederse başka bir antroposen mümkün”.

Angus, çevre krizinde insanı merkeze koyarken ve sorumluluk yüklerken kavrama sosyalist bir içerik kazandırmak için şu soruyla devam edecektir: “Hangi insanlar sorumludur?”. Bu soru ise kendisinin eko-sosyalist yaklaşımındaki ikinci kavram olan “fosil kapitalizm”e bizi götürecektir.

Fosil kapitalizm” kavramı mevcut kapitalist düzenin fosil yakıtlara bağımlılığı üzerine inşa edilen bir düşüncedir. Kapitalizmin “büyüme” ve “üretim” odaklı eğilimi, daha fazla kâr elde etmeye dayalı tarihsel temelleri ile birleştiğinde bu kâr odaklı büyümenin gerçekleşebilmesi için fosil yakıtların işletilmesi üzerine kurulu iktisadi düzenin ne olduğunu detaylı bir biçimde anlamak gerekmektedir. Angus’a göre kısa vadede sermayeye kâr getiren fosil yakıt ekonomisi uzun vadede dünyayı korkunç bir yıkıma sürüklediğini ve sermayenin fosil yakıt tercihinin dünyadaki kirliliğin oldukça önemli bir kısmına denk geldiğini iddia etmektedir. “Fosil kapitalizm” olarak adlandırdığı bu iktisadi düzenin çevre üzerinde yarattığı tahribatın en kısa zamanda tersine çevrilmesi gerekmektedir. Eğer bu süreç tersine çevrilmezse kaçınılmaz sona çok daha hızlı bir biçimde yaklaşılacaktır.

Hepimiz Aynı Gemide Değiliz”

Çevre krizinde insanoğlunun büyük bir sorumluluğu var, evet doğru. Ancak insanoğlunun yarattığı bu tahribatta herkese eşit pay biçmenin imkanı var mı? Angus’a göre elbette hayır:

21. yy.da fosil kapitalizm sadece eşitsizlikle değil (ki bu her zaman sınıflı toplumun bir özelliği olmuştur), aynı zamanda aşırı bir eşitsizlik ile anılacak: Çok küçük bir azınlığın elinde toplanmış emsalsiz varlık birikimi, ultra zenginlerin kontrol edebildiği ekonomik, siyasi ve askeri kaynaklar tarafından fakirliğe zorlanan kitleler”.

Bu anlatıyı hepimiz yakından biliyoruz. Çok farklı yerlerde sürekli olarak karşımıza çıkıyor. Ancak dünyayı değerlendirirken ve çoğu zaman da fail ararken belki de çokça gözden kaçırıyoruz. Angus’un dönüp dönüp buraya gelmesi bu bağlamda tesadüf değildir. Ekolojik krizin, neoliberal düzenin zenginlik ile yoksulluk arasında yarattığı uçurum ile doğrudan bir ilgisi olduğunu iddia ediyor. Zira sermayenin belirli merkezlerde toplanması ve yoğunlaşabilmesi sayesinde oluşan yarığın temelinde doğanın metalaşması süreci temel bir başlıktır. Her şeyin tüketilebilir ve satılabilir olması düşüncesinde en zararlı çıkan doğanın bizzat kendisidir.

Doğanın tahribatı Kuzey-Güney ayrımında kendisini daha çok belli ediyor Angus’a göre. Kuzeyde büyüyen sermayenin yoksul Güneyin doğal kaynaklarını kontrolsüz bir biçimde tüketmesi yoksul Güneyde hayatı idame ettirmeyi imkansız kılıyor. Buna da “çevresel ırkçılık” adını veriyor. Öte yandan ekolojik krizin kabulü ile militarizm arasında da bir bağlantı kuruyor. Angus’a göre, bir başka yaklaşımsa ekolojik sorunları ve iklim krizini sadece göç ve mülteci sorununa bağlıyor. Bunu da kötü bir ulusal güvenlik meselesi haline sokarak ordunun bütçesini daha da artırma ve ABD özeline bakıldığı zaman güneyden gelen ve/veya gelecek muhtemel göçü engellemek için de orduyu devreye sokma ihtimalinden bahsediyor. Angus bu duruma “çevresel militarizm” adını veriyor.

Özetle bu anlatı, antroposen kavramıyla insanı merkeze koyarken bunun hangi insan olduğu konusunda toptancılıktan kaçınarak gerçek failleri nerede aramamız gerektiği konusunda bize fazlasıyla ipucu veriyor.

İstikamet: “Ekolojik Medeniyet”

Fosil kapitalizmin yarattığı ve dayattığı “büyüme”nin dünyayı getirdiği nokta katastrofik bir niteliğe sahiptir. Ekoloji adına hükümetlerin ve sermayenin ürettiği politikalar da mevcut düzenin devamını sağlayan bir çeşit reformizmden başka bir şey değil. Hatta bu yıkımı önlemek yerine suskunluklarına devam ediyorlar:

“Bu ülkelere [ABD, Avustralya ve Kanada’dan bahsediyor] tek tek sorarsanız yöneticilerimiz tartışmasız kendi çocuklarının ve torunlarının istikrarlı ve sürdürülebilir bir dünyada yaşamalarını istediklerini söyleyecektir. Öyleyse neden tavırları sözleri ile çelişmektedir? Neden uygulamada kendi çocuklarına ve torunlarına zehirlenmiş hava ve suyu olan bir dünya, sel ve kuraklıkların ve artan iklimsel felaketlerin olduğu bir dünya bırakmak için bu kadar kararlı gözüküyorlar? Neden sera gazı emisyonlarını azaltmak için önlem alınmasına yönelik yarım gönüllü çabaları dahi tekrarlayan bir şekilde sabote ediyorlar?”

Bu soruların hiç biri krizin etrafından dolaşan yüzeysel ve basit detaylarla ilgili değil. Tamamı krizin en temelindeki sorunlara ve çelişkilere temas ediyor.

Angus’un bütün bu krize önerdiği çözüm “ekolojik medeniyet” olarak adlandırdığı ve kapitalizmin tamamen dışında inşa etmeye çalıştığı bir medeniyet türü. Yeni bir sosyalist medeniyetin imkanlarını ararken bugüne kadar sürdürülen temel alışkanlıkların değiştirilmesine odaklanıyor. Öncelikle neoliberal ekonomin nicel karakterine karşı niteliği ön plana alan bir değişiklik öneriyor. Başka bir ifadeyle rakam yerine değer üreten bir ekonomi modeli. Mevcut tüketim alışkanlıklarının bu tahribattaki rolünü detaylı bir biçimde anlattığı için tüm yaşamın yeniden organize edilmesini talep ediyor. Yıkımı hızlandıran çatışma yerine küresel bir solidarizm öneriyor.

Bütün bunların nasıl gerçekleşeceğine dair şüpheler ve tartışmalar olabilir, bu doğaldır. Ancak mevcut düzene dair doğru sorular sormadan ve bugünün ana akım siyasetini hakikat olarak kabul ederek onun çizdiği sınırlar içinde edilgen bir biçimde devinmeye çalışmanın da bir sonuç getirmeyeceği tecrübeyle sabittir. Bu nedenle Angus’un ve bu mecrada çalışan diğerlerinin sözlerine kulak vermek önemli.

Bunları da sevebilirsiniz