20. yüzyılın başına mı sonuna mı geldik ?

Ağaçkakan Dergisi , 1998, Cilt 4, Sayı 33

Ne biçim soru bu ? Tabii ki sonuna geldik, iki yıl sonra yeni bir yüzyıla merhaba diyeceğiz”, diye düşünmeniz çok doğal. Hatta, “ kardeşim ne başı , ne sonu ? Sen ne diyorsun, yeni bir yüzyıl yeni bilimsel-teknolojik devrimlerle geldi bile, senin dünyadan haberin yok !”, diyebileceğinizi de biliyorum. “ Efeendiiim, bilgi çağına girdik bile, iletişim, bilişim, ibrişim alanındaki devrimler…” diye nutuk atacaklar da olacaktır. (ne o, ibrişim devrimi yok mu ? Ama ben geçenlerde “kasnak gerilmesinde, ibrişim kayganlığının, gergef esnekliğine bağlı olarak gösterdiği değişimler” diye bir makale okumamışmıydım, pardon, pardon..Teknoloji bahsi geçince karıştırıyorum..)

Şaka bir yana epey oldu, sosyalist bir arkadaş, dünyadaki gelişmelerden konuşurken , emperyalizm için “17 Devriminin intikamını alıyorlar” demişti. (17 Devrimi dediği, Çarlık Ruyasında, 1917 yılının Ekim ayında yapılan Sovyet işçi-köylü Devrimi). Çok hoşuma gitti, bir kenara not ettim, dünyada olup bitenleri anlamak için üzerinde düşünmeye değer dedim. Ama düşününce, sadece “17 Devriminin” intikamı değil ki alınan, hoş aradan geçen yıllarda arkadaş da fikrini geliştirmiştir ya, 1923 Türkiye Cumhuriyet Devriminin, Çin Devriminin, Küba Devriminin , Vietnam, Kamboçya, Ulusal Kurtuluş Savaşları ile bağımsızlıklarını kazanmış nice Asya, Afrika, Latin Amerika devrimlerinin de intikamı alınıyordu, aslında. Hatta esas intikamı alınmak istenen de bu devrimlerdi.

Yüzyılın başını düşünelim. Dünyanın çok büyük bölümünde sömürge, yarı-sömürge (ki onlar bile çok sayıda değil) ülkeler ve onları boyunduruk altında tutan emperyalist ülkeler var. Emperyalist ülkeler kendi aralarında bu sömürgeler için paylaşım savaşları yapıyorlar. Yarı-sömürgeler, Osmanlı İmparatorluğu gibi, Çin gibi, sömürgeleştirilmeye çalışılıyor. Emperyalistler açısından tam bir “sömürge cenneti”, kelimenin tam anlamıyla. Örneğin, Afrika’da bir bölgeyi mi sömüreceksin, önünde hiç bir engel yok. Yatırım yapsan, yatırımının karşısına çıkabilecek hiç bir güç yok. Talan ediyorsun, gık diyen yok. Bir tek, diğer emperyalistin rekabeti ile uğraşmak zorundasın. Sömürdüğün yerlerde “gümrük duvarı” yok, kendi ulusal kaynaklarını koruyacak kurallar koyacak, bir devlet yok. Olanları da, Osmanlı gibi, zaten çökertiyorsun. Elini kolunu sallaya, sallaya geliyorsun, Toroslar’dan, canının çektiği kadar sedir ağacını kestirip, Fransa’ya taşıyorsun, şarap fıçısı yapmak için, tık diyen yok. Ne dava açan “çevreci avukatlar” var, ne de dava açabilecekleri bir “ulusal mahkeme”.

Derken “17 Devrimi” (tabii ki bu kadar basit değil, biz sadece özetliyoruz, öyküsünü anlatmaya çabalıyoruz, dilimiz döndüğünce) , dünyanın önemli bir bölümü bu “yağma sistemi”nden kopuyor. Artık bu bölgede eskisi gibi davranamazsın. Ardından Türkiye’de Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi .. Ne o, burada da dilediğin gibi davranamıyorsun. Kapitülasyonlar kaldırılmış, imtiyazlar bir bir elden gidiyor. Derken Çin Devrimi, dünyanın yine koca bir coğrafyasında elin kolun bağlanıyor. Birşey yapamıyorsun, derken , derken, dünyanın çok büyük bir bölümünde önüne bir gerçek çıkıyor . Ulusal Devletler..

Ulusal devletler, her ne kadar “işbirlikçi”ler tarafından yönetilirlerse yönetilsinler, sömürge değiller. Artık yüzyılın başındaki gibi “elini kolunu sallay, sallaya” girip, talan edebilecek durumda değilsin yani. Yine nedenlerini, niçinlerini tartışmak için değil, sadece bir not olarak düşmek için belirtiyoruz, Sovyetler Birliği’nin dağılışı.. İşte yine bir dönüm noktası. Bu kez tersine bir gidiş ama.

Birdenbire piyasaya, – dağılışı sadece tek bir yıla indirgememek, bir süreç içinde değerlendirmek gerekir- yeni fikirler çıkıyor, en önemlisi de “Yeni Dünya Düzeni” .. Serbest Piyasa Ekonomisi, Küreselleşme, Özelleştirme, Yerelleşme, (Şimdilerde, Yeşiller Partisi’ndeyken ortak sloganımız olan “Küresel Düşün, Yerel Davran” deyimini düşündükçe kafamı yastığın altına sokuyorum) ve daha bir yığın cilalı sloganlarla yeni bir saldırı başlıyor: Emperyalizmin yeni saldırısı..

Bakınız söylenen sloganların aslının ne olduğu o kadar açık ki, kim nederse desin, “mızrak çuvala sığmıyor” ve sırıtıyor. Örnek mi , Cumhuriyet gazetesinden herhangi bir yazı, – köşe yazısı değil, okur yazısı- seçiyoruz : “Küreselleşme, yeni pazarların genişletilmesi, ulusal devletin devre dışı bırakılması, kumanda ekonomisinin donatılması olarak tanımlanabilir. Bu süreç kaçınılmaz olarak özelleştirmelere neden olmaktadır. .”(a.b.ç) (Dr. Sabiha Çaycı, Küreselleşme ve İşçi Hareketi, Cumhuriyet , 12 Nisan 1998) deniliyor. Yani emperyalizm açısından esas sorunun ulus devletin yıkılması olduğu o kadar açık ki..

Tabii ki, bu noktaya birden bire gelinmedi: IMF, Dünya Bankası, vb kurumlarla önce bu ulusal devletler denetlendi ve çökertildi. Bakınız yine rastgele bir gazete yazısı : “1980’ler boyunca Dünya Bankası ve IMF kanalıyla aktarılan kaynaklar Üçincü Dünya’nın bir çok bölgesinde , özellikle Afrika ve Latin Amerika’da yaşam koşullarının kötüleşmesinde en önemli faktördü. Afrika’da bu on yıl boyunca kişi başına milli gelir ortalama yüzde 2.2 oranında düştü. Öyle ki, 30 yıllık bağımsızlıktan sonra kıtadaki tahmini kişi başına gelir 30 yıl öncesinin düzeyine inmişti.” (ertan Günçiner, Aydınlık, 21 Aralık 1993.) Yazıda verilen örnek çok çarpıcı değil mi ? Afrika’da halkları ulusal devletlerin kurulduğu yıla geri götüren bir ekonomik çöküntü.

Yeni Dünya Düzeni” nin “paket programı”na bir kere takıldınız mı , sonunuz belli: ille de Ulusal devletiniz yıkılacak; her şey o “paket programın” içinde yer alıyor. Ekonomik olarak çökertme yetmedi mi , bu kez, Yugoslavya örneğindeki gibi iç savaş ve parçalanma. Bunu yapmak için çok uğraşmaya da gerek yok. , dünyanın bu coğrafyasında bulunmaz bir “malzeme bolluğu” var zaten. Hangi Afrika ülkesi, uluslaşma sürecinden –Almanya, Fransa gibi- geçmiş de, “kaynaşmış bir toplum” oluşturmuş. Her birinde bilmem ne kabilesi ile diğeri, bilmem ne dini ile diğeri (hatta diğerleri) zaten var. Kafkasya öyle değil mi ? Asya öyle değil mi ? Ekonomik çökertme artı siyasal faaliyet. Kimlik tartışmaları, kültür tartışmaları, etnik farklar, vb. derken atomizasyon.. sonuç taa yerel yönetimlere kadar götürülür. Zaten Yeni Dünya Düzeni’nin hedefi de tam böyle bir dünya değil mi ? Ulusal devlete benzeyecek, onu andıracak hiçbir yetkisi olmayan yerel yönetimler ve emperyalistler, başbaşa.. gel keyfim gel. Tıpkı bu yüzyılın başı gibi, sadece biraz modernize edilmişi.

Onun için özelleştirmeler.. Onun için Dünya Bankası, IMF..Enerji yatırımlarında Danıştay’ın devreden çıkarılmasıplanları.. ve tabii herşeyden de önemlisi, tam bir sömürgeleştirme anlaşması olan MAI. Ulusal devleti ortadan kaldırmak için MAI.

Diyeceksiniz ki, ekolojistler, niye bu konularla bu kadar çok ilgileniyorlar. Nükleer santrallar, termik santrallar gibi uğraşı alanlarından dolayı mı ? Ya da Bergama’daki altın madeni mi, bu uğraşının nedeni ? Hem siz daha sesiniz bile duyuramayan küçücük bir azınlıksınız, size ne oluyor ?

Biz sömürgede yaşıyor olsaydık ekoloji ile ilgilenecek zamanımız olur muydu ? Diyelim ki, zamanımız oldu, ekolojik tahribatları engellemek için MAI’nin, ÇUŞ’lar için öngördüğü gibi uluslararası tahkime mi başvuracaktık ? Sömürge bir ülkede ekoloji hareketi zaten olamaz, olsa da göstermelik olur. Onun için ekolojik duyarlılığımız kadar emperyalizme karşı, onun son marifeti Yeni Dünya Düzenine karşı da duyarlılığımız gelişmeli diyoruz.

Aslında esas sorun bu değil, ekolojistlerin ne yapacakları.. Esas sorun emperyalistler gerçekten bizi yüzyılın başına götürebilecekler mi ? Bütün belirtiler bu yönde olsa da, dünya halklarının yaşadıkları bunca deneyim var. Hadi hepsini bir yana bırakın, Türkiye insanının yaşadığı bunca deneyim var. Bu ülkenin insanlarının emperyalizme karşı dünyada ilk kurtuluş savaşını başarmış oldukları gerçeği var. Kolay mı 75 yıllık bir geçmiş, yüzyıllık bir birikim.. 50 yıldır işbirlikçiler tarafından yönetiliyor olsak da, tüm kurumlar Yeni Dünya Düzeni’ne teslim olmuş değiller. Hala direnenler var. İşte buyrun, yeni bir örnek, Danıştay Başkanı, “Türkiye, ABD’nin sömürgesi değil, yargı organlarına talimat vermek nezaketsiz bir tutumdur” diyebiliyor, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Mark Parris’e karşı.

Üstelik maskesi ne kadar cilalanmış olursa olsun, cazip “paket programları”na rağmen emperyalizm yine teşhir oluyor, ince taktiklerine rağmen maskeleri yüzlerinden sıyrılıyor. –İnanmıyorsanız uzağa değil, bakın Ağaçkakan’a. Bol bol örneği var.-

Hala umut var, yeni bir yüzyıla gerçekten yeni bir yüzyıla başlangıç yapabilmek için. Sonuçta, Her şey bizim elimizde ..

Bunları da sevebilirsiniz