İlginç Zamanlarda Yaşamak

 

İlginç zamanlarda yaşayasın” sözü, literatürde eski Çin bedduası olarak bilinmektedir. Tüm dünyaya ilginç zamanlar yaşatan virüsün kaynağının da Çin olması bu söz çerçevesinde düşünüldüğünde gerçekten ironik bir durum olarak görülebilir. Önce Çin’de başlayan oradan adeta denizdeki bir dalganın yayılımı gibi tüm dünyayı saran bu virüsün yarattığı durum, hiçbirimizin tanık olmadığı ve umarım bir daha da benzerine tanık olmak zorunda kalmayacağımız vahim bir durum.

Dünyanın yaşamış olduğu en büyük salgınlardan olan vebadaki gibi fiziksel olarak korkutucu belirtiler olmasa da yakın temasla insanların birbirine bulaştırdığı bilinen bu virüsle de insanlar birbirini vebalı gibi görmeye başladı. Distopik olarak adlandırılan kitap ve filmlerin konusu olacak zamanlardan geçiyoruz. Yaşanan süreci anlamlandırmaya çalışırken, birdenbire sokağa çıkmaya korktuğumuz ve etrafımızda ellerinde eldiven, yüzlerinde maskelerle market reyonlarını boşaltan topluluk yığınlarına tanık olduk.

Dünyanın yeniden şekillendiği, hatta kimilerine göre yeni bir çağın başlangıcı olarak görüldüğü şu günler, tüm dünya için sancılı geçiyor. Virüsün kaynağı konusunda ise her zamanki gibi çeşitli komplo teorilerinin üretilmesi de kaçınılmaz hiç şüphesiz. İster doğal yollarla, ister laboratuar ortamında oluşturulmuş olsun her iki anlamda da insanlık yenilmiş konumdadır.

Doğal yollarla oluştuğunu düşünürsek eğer yaşadığı ortama, kendisine kaynak olan bu dünyaya ve canlılığa düşman olan insanlar, yaptıklarının bedelini ödüyor diyebiliriz. İnsanlık doğadan gelen bir virüsten kaçmak için, şuan dört duvar evlerine hapsolmuş durumdalar. Öte taraftan bilinçli olarak oluşturulmuş bir virüs olduğunu düşünürsek, yeni bir Frankenstein hikayesine tanıklık etmiş oluyoruz. Mary Shelley tarafından yazılan kitabın konusu kısaca şöyledir; tıp öğrencisi Victor Frankenstein ölüme meydan okumak için mezardan topladığı kadavralarla bir insan yaratmaya çalışır fakat bu insan gözlerini açtığında çirkin ve korkutucu bir hal almıştır. Başlarda iyi niyetli olan bu yaratık, yaratıcısından isteklerine karşılık alamayınca önce yakınlarını daha sonra da yaratıcısını yok ederek ortadan kaybolmuştur. Bizim hayatımızı kabusa dönüştüren bu virüsünde bilerek yapıldığını düşünürsek yeni bir Frankenstein hikayesiyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Ne niyetle oluşturulduğu bilinmez ama tüm dünyayı içinden çıkılabileceği malum olan bir karanlığa sürüklediğini söyleyebiliriz.

Hem dünya hem de ülke olarak ciddi anlamda bir sınavdan geçiyoruz. Özellikle iktidarda olanların başrolde olduğu şu günlerde, onların attığı her adım hepimizin geleceğini belirleyecek. Her ne kadar virüsün zengin fakir anlamında herkesi eşitlediği, bu virüsle temas eden herkeste enfekte olduğu söylense de ne yazık ki zengin fakir arasındaki uçurum burada da ortaya çıkıyor.

Herhangi bir aşısı veya ilacı olmayan bu hastalıkla tek mücadele yöntemi evde kalmak. Mümkün olduğunca toplumdan uzak durmak ve sosyal mesafe denilen arayı korumak. Eşitsizlik de tam da burada başlıyor. Ay sonunu getiremeyen emek gücüne dayalı olarak çalışan ve kazancını günlük olarak kazanan milyonlarca insan ve aile yaşamaya çalışıyor bu ülkede. Emeğinin karşılığını günlük alan o kişi için, bir gün bile çalışmamak hanesine eksi olarak yazılıyor ve belki de o günü olmasa bile gelecekte evde kalacağı günlerde aç kalacağı anlamına geliyor. Devletin attığı adımları hastalıkla mücadelede bir adım geriden giderek yaptığı şu günlerde birçok emekçinin bu durumunun da görmezden gelinmesi gerçekten içler acısı.

Hiçbir devletin ve milletin tecrübe etmediği bu küresel salgın sonrasında ise ne insanlar ne de devletler aynı kalabilecektir. Salgın sonrası senaryoları ile ilgili şimdiden birçok tahmin yapılabilmektedir. Özellikle dijitalleşme ile birlikte home office çalışma olarak nitelendirilen evden iş yürütmenin ön plana çıkması, eğitimin yine bu kanallar yöntemiyle yürütülmesi gibi birçok şey, belki ilerleyen zamanlarda devletlerin pek çoğu tarafından yapılacak yöntemlerdi. Fakat bu salgınla birlikte birçok şirket tarafından bu durum elzem oldu ve dijitalleşme süreci hızlandırıldı diyebiliriz.

Yine devletlerin hasta bireyleri kontrol altında tutmak için attığı birçok adım George Orwell’in 1984 romanındaki distopik durumun hayata geçirilmesi gibi. Salgın sonrasının kestirilememesi veya aşı, ilaç gibi kesin tedavi yönteminin olmaması otoriter devlet için güzel bir bahane olacak ve Big brother’ın herkesi kontrol altında tutma isteğini yerine getirecektir. Bu da otoriterleşmenin hızlanması olarak nitelendirilebilecek durumun yaygınlaşması anlamına gelen senaryolardan biri.

Salgın sonrasının bir başka ve kaçınılmaz sonucu ise dünya çapında yaşanacak olan ekonomik kriz. Kapitalist sistemin sonunun geldiğini düşünenler için belki de bu salgın son darbeydi. Kapitalizmin ve küreselleşmenin tüm insanlığı ele geçirdiği şu durumda, devletlerin vatandaşlarını yaşatmaya çalışmasına tanık oluyoruz. Kimilerinin insanın emeğini, enerjisini sömürerek servetlerine servet kattığı vahşi kapitalizmin durması belki de bu çarkı işletenlerin durup düşünmesini sağlar ve insanı sömürerek kazandığı servetinin belki de çok küçük bir kısmıyla o insanı yaşatma derdine düşmesini sağlayabilir. Belki o zaman bu vahşi kapitalizmin değişimine tanık olabiliriz. Fakat bu çok iyimser bir bakış açısı olur.

Yine küreselleşme ile devletler arasındaki sınırların yok sayılarak kapitalist sistemi hızlandıran durumdan, sınırların kapatıldığı herkesin kendi içinde savaştığı durumlara tanık oluyoruz. Avrupa Birliği denilen o yüce oluşumda bile yeri geldiğinde ülkelerin nasıl yalnızlaştığına da tanıklık ettik. Almanya’nın disiplinli tutumuna karşın İtalya ve İspanya’nın vahim durumu ülkeler arasındaki birliğin kötü günde pek de birleştirici olmadığına, tabiri caizse her koyunun kendi bacağından asıldığını görmemizi sağladı.

Bu zamanlar insanların hayallerini ve geleceklerini yitirmiş hissettikleri zamanlar… Sanki sadece senin başına gelmiş gibi hissettiğin, oysa neredeyse tüm dünyayla benzer duyguları paylaştığın bir durum aslında. O zaman gelin en başa gidelim:

Ne en güçlü olan tür hayatta kalır, ne de en zeki olan. Değişime en çok adapte olabilendir, hayatta kalan.” Charles R.Darwin



Bunları da sevebilirsiniz