Kedi ve Güvercin Kadar Bile Olamıyorlar!

Urla, Çeşmealtı’daki evimize vardığımızda, bizi kapıda kara kedimiz karşıladı. ‘Kedimiz’ sözcüğüne kanarak onun evimizin kedisi olduğunu sanmayın, sadece ara sıra geldiğimiz yazlık evin kapısında bizi bekleyen ve zayıf miyavlamalarla geldiğimiz için bize teşekkür eden bir sokak kedisi o.

Biz yokken karnını nerede doyurduğunu merak ediyorsanız söyleyeyim; hemen yanı başımızda bulunan ve adı Menteş olan askeri tesislerde. Çünkü orada her zaman yemeklerin en lezzetli parçaları kedilere atılır. Ayrıca, orada askerliklerini yapan asker abileri, akşam sohbetleri sırasında ellerindeki köfte ekmekleri de onlarla paylaşırlar.

Bu yüzden, bizim kara kedimiz, gelir gelmez önüne koyduğumuz lezzetli mamalara hiç yüz vermez! En büyük beklentisi ona göstereceğimiz sevgidir. Başını ve boynunu bacaklarımıza sürttükten sonra kendini okşatmak için önümüze yatar, sevgi sözcüklerimizi dinlerken ellerimizle hırpalanmaktan büyük keyif alır.

Bir de, oturduğumuzda kucağımıza atlayarak oraya yerleşmesi ve bu sırada duyduğu büyük keyfi mırıltılarla taçlandırması vardır ki, en az onun kadar biz de mutlu oluruz ve onunla birlikte kediler dünyasına yolculuklar yaparız.

Yine bir hafta sonu Çeşmealtı’na gitmiştik. Kedimiz yine bizi kapıda karşılayınca, Seymur heyecanla yanına koştu ve onun sevgi sürtünmelerine başlamasıyla birlikte başını okşamaya başladı. Her ne kadar, tırmalanma korkusuyla annesi Seymur’a engel olmaya çalışmışsa da, iş işten geçmiş, Seymur çoktan onu kucağına almıştı bile.

Eve girince Seymur kucağındaki kediyle salona giderken, küçük kardeşi Okyanus evin bodrumuna koştu. Çünkü, üç gün önce bir güvercini boğulmak üzereyken kurtardığımı ve yanına yem ve su koyarak bodrumda korumaya aldığımı ona anlatmıştım. Bu nedenle daha eve gelmeden önce heyecanla güvercini görmeyi bekliyordu.

Güvercini nasıl kurtardığımı anlatayım size:

Dört gün önce, hafta arasında bir fırsatını bularak, meyve fidanlarını sulamak bahanesiyle bir soluk almak için Çeşmealtı’na gitmiştim. Pencereden bakarken, kullanılmadığı için oldukça kirlenen havuzun içindeki suda hafiften bir dalgalanma gördüm. Böylesi dalgalanmaların nedeni çoğunlukla suya düşen kuşlar olduğu için havuzun yanına koştum. Korkum doğruydu; suyun üzerinde bembeyaz bir güvercin vardı ve suyun üzerinde tutunmak için son gayretini gösteriyordu. Başını bile yukarıda tutamayacak kadar güçsüz görünüyordu.

Hemen elime bir ağaç dalı alarak onu kolaylıkla kenara çektim.

Elime aldığımda değil kaçmayı düşünmek, kanatlarını çırpacak gücü bile yoktu. Hatta öyle ki, elimdeyken bile gözlerini kapıyor, başı düşüyordu.

Gerçekten çok büyük bir yaşam savaşı geçirdiği anlaşılıyordu. Kuyruk teleklerinin neredeyse tamamı koparılmıştı. Sağ kanadındaki teleklerde sorun yok gibi görünse de o kanadını hiç açamıyordu. Sağ ayağının da üzerine basamıyor, sadece sol ayağının üzerinde durabiliyordu.

Belli ki, zavallı güvercin bir başka hayvanın saldırısına uğramış, kurtuluş için atladığı havuzda boğulmanın eşiğine gelmişti.

Ellerimle kontrol ettiğimde, kanadında ve bacağında kırığa ait bir durum saptayamadım. Kendi başına iyileşebileceğini düşünerek ve gelişmeleri gözlemek için onu evin bodrumuna koydum.

Az kalsın unutuyordum, rengi bembeyaz olan şanssız güvercinin sağlam bacağında turuncu renkte bir halka vardı. Yaptığım basit bir internet taramasında, bu halkaların değerli ve sahipli güvercinlerin ayak bileklerine takıldığını öğrendim. Ama, onun nasıl bir güvercin olduğu ya da kime ait olduğu benim için önemli değildi. Önce yaşamasını sağlamalıydım! Hele biraz iyileşsin, o zaman belki sahibini de araştırmaya başlayabilirdim.

Çeşmealtı’na gitmeden önce torunlarıma anlattığım bu öykü, ailemizdeki herkesi etkilemiş, herkes güvercini merak eder olmuştu. Ama ailece vardığımızda kapıda bizi karşılayan kara kedimiz herkesin dikkatini dağıtmış, sadece küçük torunum Okyanus, unutmadan güvercinin yanına koşmuştu.

Okyanus kapıdan girer girmez bodruma koşunca ben de arkasından gittim, bodrumun kapısını hemen kapatmalıydım. Çünkü her ne kadar Seymur’un kucağında olsa da, bizim kara kedi fırlayarak kapısı açılan bodruma girebilir ve güvercine zarar verebilirdi. Aslında bu abartılı bir korkuydu ama daha üç gün önce güvercini bu hale getirenin bizim kedi olabileceği düşüncesini kafamdan atamıyordum.

Güvercini gören Okyanus, onu hemen yakalamaya kalkmamış, benim önerime uyarak önce uzaktan bir süre izlemeye başlamıştı.

Güvercin daha iyiydi. Bıraktığım yemlerin çoğunu yemiş, bodrumun her yanına kakasını yapmıştı. Ancak hala ayağının üzerine tam olarak basamıyor, kanadını da tam olarak açamıyordu. Onu elime alarak Okyanus’un okşamasını ve öpmesini sağladıktan sonra yere bıraktım ve Okyanusla birlikte, kucağında kara kedimiz bulunan büyük torunum Seymur’un yanına çıktık.

Seymur kardeşine güvercini sorunca, Okyanus büyük heyecanla anlatmaya başladı. Ben onları bırakarak balkona çıktım. Biraz çevreyi izlerken konuşmalar artınca salona geri döndüm. Okyanus hala abartılı olarak abisine güvercini anlatmaya devam ediyordu ama  kedimiz Seymur’un kucağında yoktu! Aklıma birden, bodrumun kapısını açık bıraktığım gelince bir adımda bodruma indim.

Gördüğüm manzara şuydu; bizim kara kedi, güvercinin karşısına geçmiş onu seyrediyor, güvercin de kendisinden bir karış uzaklıktaki kediye, tipik güvercin sesiyle ‘guruk’ diyerek sevgi gösterisinde bulunuyordu. Kedinin sakin görünüşü nedeniyle korkularım azaldı ve onları izlemeye başladım.

 Çevrede çok sayıda sokak kedisi vardı. Eğer bu güvercine saldıran bizim kara kedi olsaydı, bunu sadece onunla oyun oynamak için yapmış olabilirdi. Eğer kötü niyetli bir saldırıda bulunmuş olsaydı şimdi bu kadar sakin olamaz, yine saldırırdı.

Ben böylesine iyimser bir düşünceye kapılmıştım ama şunu da biliyordum; Barışık görünseler bile kedilerin kanatlılara karşı sağı solu olmazdı. Bir anda içgüdüsel bir hareketle üzerine atlar ve zaten ‘bir sıkımlık canı’ olan güvercini öldürebilirdi.

Kediyi dışarı çıkardım ve o sırada yanıma gelmiş olan çocukları güvercinle baş başa bırakırken kapıyı çekerek yukarı çıktım.


ERTESİ  SABAHIN  SÜRPRİZİ

Bütün günü ve geceyi güvercin ve kedi ile geçirdikten sonra gecenin geç saatlerinde, kedimizi dışarıdaki kendi doğal yaşamına bırakarak yattık.

Elbette, sabah olduğunda kara kediyi yeniden yanımıza alacağımızın sözünü vererek!

Sabah, her zamankinden daha erken kalkan çocuklar, önce güvercini görmeye inmiş, sonra da dışarıda kediyle oynamaya başlamışlardı.

Herkesle birlikte kahvaltı ederken birden aklıma güvercini görmek geldi. Kapısını açarak bodruma girdiğimde, loş bir ışıkla bodrumu aydınlatan küçük pencerenin dışındaki kara kedimizin güvercini izlemekte olduğunu gördüm. Ben oraya indiğim için mi, yoksa güvercini izlemek amacıyla mı oraya geldiğini bilmiyordum. Bodrumdan çıktım. Dışarıdan dolanarak onun bulunduğu pencerenin yanına gittiğimde benimle hiç ilgilenmeden güvercini izlemeye devam edince durum anlaşıldı. Onun aklı güvercindeydi.

Hemen kahvaltıya döndüm ve çocuklarla bir deneme yapmaya karar verdik;

Kedinin güvercinle dost olup olamayacağını, onları bir araya getirerek anlamaya çalışacaktık.

Elbette böyle bir düşüncenin yarattığı heyecanla çocuklar;  “Hadi dede, hadi dede!” diyerek zorlamaya başladılar. Kediyi kucağımıza alarak güvercinin yanına indik ve onu güvercinin yanına koyduk. Güvercin hiç kaçmadı. Bir kediye bir de yerdeki yemlere bakıyor ama hiçbir korku veya telaş göstermiyordu.

Kedi de, olumsuz bir havada görünmüyor sadece oturarak ilgiyle güvercini izliyordu. En büyük korkumuz, kedinin ani bir hareketinin güvercinde yaratacağı stres idi. Çünkü, kuşların korkuya karşı son derece duyarlı olduklarını ve stresin kimi zaman ölümlerine bile yol açtığı biliniyordu.

Nitekim, yan yana dururken bizim kara kedi, güvercine doğru patisiyle hafif bir tokat atınca korkularımızda haklı olduğumuzu düşündük. Ama onun patisiyle atmaya çalıştığı tokat güvercini kaçırmamış, tam tersine, topallayarak ona doğru birkaç adım atmasına neden olmuştu. İlginç bir durum izliyorduk;

Bu kez kedimiz, bir bize bir de kendisine doğru yürüyen güvercine baktıktan sonra patisini güvercine doğru bir kez daha hafiften uzattı. Güvercin, iyice özgüven kazanış olacak ki, kedinin patisini gagasıyla temizler gibi bir hareket yaptı. Bu kez kedi göğsünün üzerine çökerek yattı ve diğer patisini de güvercine uzattı.

Artık kedi kendini güvercine teslim etmiş gibiydi.

Onları yakından izleyen Seymur’la Okyanus, çizgi filmlerinde gördüklerini canlı olarak görüyor olmanın mutluluğu ile tüm dikkatlerini bu olaya vermişlerdi.

Yine de güvercin çok dikkatli olmalı,” dedim çocuklara. “Çünkü kedilerin doğasında kuşları yakalamak vardır. Kimi zaman, öldürmek istemeseler bile ya korkutarak ya da patilerini vurarak kuşları öldürebilirler!”

Kedi ile güvercinin dostluk oyunu daha da ilerleyince, kedi sırt üstü yatmaya, güvercin de onun boynundaki tüyler arasında gagasını gezdirmeye başladı.

Yine de güvercine zarar verebilir mi,” diye sordu Okyanus.

İçgüdülerin ne zaman bir refleks yaratacağı belli olmaz,” diye yanıt verdim. “Şu anda ikisi de kendisini güven içinde duyumsadıkları için, kedinin bir zarar vermesi söz konusu değil gibi görünüyor. Ama bir korku ya da bir ses, kediyi kışkırtabildiği gibi güvercini de alt üst edebilir!”

Seymur 12 yaşın verdiği olgunlukla;

Zaten savaşlar da güvensizlikten çıkıyor, değil mi Dede?” diye sordu.

Evet oğlum,” dedim. “Elbette yaratılan güvensizlik ortamı savaşların nedenidir. Ama asıl suçlular, ülkeleri birbiriyle savaştırmak için güvensizlik ortamı yaratanlardır. Kimi ülkeler silah satmak, petrollere sahip olmak, kimileri de ülkeleri güçsüz hale getirmek için savaşları çıkarırlar.”

Seymur başka soru sormadı. Sadece yüzme tuhaf ve üzgün bir bakış attı o kadar. Ne dedğimi anlamıştı!

 

Kediyi içeride bırakamadık elbette. Dışarı çıktığımızda komşumuz olan Haydar’ı bizimkilerle sohbet ederken bulduk. Güvercinin öyküsünü duymuş ve ilginç bir haber vermek için gelmişti.

Birkaç gündür, beyaz bir güvercin bizim evin çatısına konarak acayip sesler çıkarıyor,” dedi. “Sizin güvercinin eşi olmasın!”

Elbette olabilirdi.

Hemen, Haydar’dan ödünç bir kafes alarak güvercinimizi içine koyduk ve evin çatı balkonunda bir başka güvercinin görebileceği yüksek bir yere bıraktık.

Neler olacağını, böyle bir güvercinin gelip gelmeyeceğini merak ederek izlemeye başladık. Bir süre ortalıkta görünmedi. Umutsuzluk içinde aşağı inerek evin bahçesine çıkmıştık ki, Haydar’ın sesini duyduk;

Sizin balkona doğru uçtu, sizinkinin yanına gitmiş olmalı!”

Hemen koşarak yukarı çıktık ve balkon kapısının camından izlemeye başladık. Gerçekten de, bizimki gibi bembeyaz bir güvercin kafesin yanına konmuş, her ikisi karşılıklı olarak değişik güvercin sesleri çıkarıyorlardı. Sık sık kafesin telleri arasından buluşturdukları gagalarıyla da özlem gideriyorlardı.

Okyanus; “Dede kafesinden dışarı çıkaralım bizim güvercini,” önerisinde bulundu.

Seymur da “Evet dede,” diyerek ona destek verirken, “Hem sonra ikisi birlikteyken başka hayvanlar onlara zarar veremez, öyle değil mi?” sözleriyle önerilerini güçlendirmeye çalışıyorlardı.

Haklı olabilirlerdi ama ben yine de korku içindeydim. Çünkü serbest bıraktığımızda henüz iyileşmemiş kanadıyla uçamaz da yere düşerse, yabancı bir kedi ona zarar verebilirdi.

Ama çocuklar öylesine ısrarcıydılar ki, ne yapacağımı bilemedim.

Kafesin kapağını biz açacağız,” dedi Okyanus. “Sen karışma dede!”

 

Güvercinimizin eşi o sırada uzaklaşmış, Haydar’ın çatısına konarak beklemeye başlamıştı.

Okyanus’la Seymur, benim korku dolu bakışlarıma aldırmadan kafesin kapağını açtılar.

Ama o da ne! Güvercin dışarı çıkmaya yeltenmedi bile. Donmuş bir şekilde kafeste duruyor, Haydar’ın çatısına konmuş olan arkadaşının olduğu yöne bakıyordu. Sanki, uçamayacağı korkusunu duyuyor ve arkadaşının gelip kendisini almasını bekliyordu.

Onu yalnız bırakın, yanıma gelin!” diye kısık sesle seslendim çocuklara. Birlikte balkon kapısının arkasına geçerek neler olacağını izlemeye başladık.

Çok geçmeden Haydar’ın çatısından kalkan beyaz güvercin, bir uçumda gelerek kapısı açık olan kafesin yanına kondu. Bir süre hiçbir şey yapmadan ve hiçbir ses çıkarmadan orada kaldı. Arkadaşının kendiliğinden kafesten çıkmasını bekliyor gibiydi.

Ve beklediği an gelmiş, güvercin topallayarak kafesin dışına doğru yürürken, dışarıdaki güvercin heyecandan kanatlarını çırpıyor ve mutluluk sesleri çıkarıyordu. Buluştuklarında yaşadıkları mutluluk görülmeye değerdi. İkisi de gagalarını birbirinin boyun tüyleri arasında gezdiriyor, çıkardıkları güvercin sesleri birbirine karışıyordu.

Bakın,” dedi Seymur. “Şimdi de gagasıyla arkadaşının sakat kanadına bir şeyler yapıyor. Belki de onu iyileştiriyor?”

 

Korktuğum an yaklaşıyor olmalıydı. Acaba uçabilecek miydi, yoksa uçamayarak yere inecek ve yaşamı tehlikeye mi girecekti!

Derken, bizim yaralı güvercin uçma denemesinde bulunmak için, hafiften kanatlarını çırparak havalanmak istedi. Sakat kanadı sağlam tarafa uyum gösteremeyince geri döndü ve yeniden kafesin yanına kondu. Onu izlemekte olan arkadaşı yanına yaklaşarak gagasını boyun tüyleri arasında gezdirdi. Sanki onu teselli ediyordu.

Okyanus’la Seymur ağlamaklı olmuşlardı. Çünkü bir gün sonra evden ayrılacaktık ve yaralı güvercin bir süre daha bodrumda yalnız kalmak zorundaydı.

Siz üzülmeyin,” dedim çocuklara. “Haydar’dan rica ederiz bizim bodruma gelerek ona bakar ve bir süre daha onu burada tutarız. Nasılsa arkadaşı onu bırakıp gitmeyecektir. Haydar’a söyleriz, ara sıra üst balkonda onları bir araya getirir!”

Yalnız önemli bir sorun olduğunu Seymur’un anımsatmasıyla anladık.

Ama dede,” dedi. “Güvercini kafesin içine nasıl sokacağız? Yakalayamayız ki!”

Evet, güvercin şu anda kafesin dışındaydı ve kafese sokmak için yakalamaya kalksak, kaçıp uçmaya çalışacak ve büyük olasılıkla uçamayıp yere düşecekti. Orada da yakalamak kolay olmayacaktı elbette. En korkulan şey, çevrede bulunan sokak kedilerine kolay bir yem olmasıydı.

Biz bir çare ararken, balkonun duvarına atlayarak bir araya gelen iki güvercin, bir konuda görüş alış verişinde bulunuyor gibi karşılıklı sesler çıkarıyorlardı.

Ve birden önden yaralı güvercin, ardından da arkadaşı kanatlarını çırparak havalandılar. Önden uçmakta olan yaralı güvercin, çok uzak olmayan bir ağacın dalına konunca arkadaşı da yanına kondu. Bir iki dakika kadar orada kaldıktan sonra yeniden birlikte havalandılar ve bir o kadar uzaklıktaki başka bir ağacın dalında mola verdiler.

Acaba nereye gidiyorlar?” diye sordu Okyanus.

Kanadını fazla zorlamadan, kısa uçuşlar yaparak daha önce mutlu oldukları yere gidiyorlardır,” diye yanıtladım. “Bundan sonra artık yaralı güvercinimiz kendi doktorunu buldu. Arkadaşının, gagasıyla yapacağı masaj ve akıtacağı gaga sıvısı, yarasına çok iyi gelecektir!”

 

Evden ayrıldığımızda, arabada sürekli kara kedimizden ve balkondan uçurduğumuz güvercinimizden söz ettik.

Çocuklar, sadece çizgi filmlerde gördükleri kedi ve güvercin dostluğunun gerçek yaşamda da olabileceğini, iki güvercin arasındaki arkadaşlığın da ne denli yakın olabileceğini yaşayarak görmüşler, mutlu olmuşlardı.

Ancak, savaşların nedeni konusunda onlara söylediklerim canlarını sıkmıştı.

Özellikle de, çok etkilendiğini anladığım Seymur;

Dede sahi mi?” diye sordu. “Zengin devletler sırf silah satmak ve petrolü ele geçirmek için savaş çıkarırlar mı?”

Ben başımla onaylayınca;

Ne kötüymüşler,” diye ekledi Okyanus. “Güvercinle kedi kadar bile olamıyorlar!”

 

Bunları da sevebilirsiniz