Cehalet Saçmalar

Unutulmaz yazar Uğur Mumcu zamanında “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz” demişti. Mumcu’nun bu ifadesi tam da günümüz iktidar sahiplerine ve yandaşlarına uygun düşmektedir. Halkımız da; “Cahil bir dostun olacağına, bin akıllı düşmanın olsun.” Der. Zira cahilin ne zaman nerede ve nasıl yanlış yapacağı hiç belli olmaz. Bu nedenle de cehaletin ve cahillerin başı hiçbir zaman beladan kurtulmaz. Hele bir de, cehalet devlet yönetiyorsa, toplumsal tükeniş kaçınılmazdır. Cehaletin öznel duygu ve düşünceleri sonucu yapacağı ukalalıklar, yanlışlar kendi halkını zora soktuğu gibi devleti de cümle aleme rezil eder.

Osmanlı yükseliş döneminde akl-ı baliğ ve akl-ı selim insanlar tarafından adalet ve o günün hukukuna uygun olarak yönetilmiştir. Dostunu dost, düşmanını düşman bilerek halka güven vermiştir. Ne zaman ki, din devlet işlerinde işlerlik kazanmış, Osmanlı da yozlaşmaya ve tükenmeye başlamıştır. Bunun ilk örneğini Sultan Süleyman döneminde Şeyhülislam yapılan Ebu Suud Efendi oluşturur. Çünkü bundan böyle Osmanlı Yönetimi dini kendilerine göre yorumlayıp gerçeği inkar eder olmuştur. Nasıl ki; İmam Gazali devlet gücünü arkasına alıp, İslam’da içtihat kapılarını kapatarak İslam Dini’ni dondurmuş, gücün yandaşı yapmışsa, bugünün din adamı geçinen bir takım iktidar yandaşları da her konuda fetvalar vererek çağ dışı yaşamı topluma dayatmaktadır.

Cumhuriyet, daha Kurtuluş Savaşı sırasında Meclis tarafından yapılan bir Anayasa ile yönetilmeye başlanmıştır. Kurtuluş Savaşı bile Meclis tarafından yönetilerek savaş bir hukuk devletine yakışır şekilde yönetilmiş ve başarıya ulaşmıştır. Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi önderliğinde ülkenin yurtsever din adamları, İstanbul’un işbirlikçi Şeyhülislam ve işbirlikçi yandaşlarına karşı fetvalar vererek Kurtuluş Savaşı’na destek vermişlerdir. Oysa İslam dinine göre, işgal altındaki bir ülkede ibadet etmek bile caiz değildir. Bu gerçeği bile göz ardı eden saltanat ve işgalcilerle işbirliği yapan  din adamları kurtuluş için savaşan yurtseverleri fetvaları ile hain ilan ederek katledilmelerini vacip kılmışlardır. Din siyasete alet edildiğinde hem ülke için, hem de yöneticiler için felaket kaçınılmazdır. Çünkü cehalet, kendisini bilgin sanarak saçmalar.

Son on beş yıldır din siyasetin önüne geçerek devlet yönetimini ele geçirip devletin yozlaşarak çürümesine neden olmaktadır. Devletler bir temel Anayasa ve ona uygun yasalarla yönetilir. Zamanın Başbakanı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği bir karara karşı “siz bu işlerden anlamazsınız,  bu işler ulemanın işidir” diyerek devlete dinsel kisve giydirmeye başlamıştır. İşte o günden sonra kendilerini din adamlığı ile sıfatlandırarak her konuda fikir beyan edip, fetvalar vermeye yeltenmişlerdir. Yolsuzlukla elde edilen, rüşvetle sağlanan zenginlikleri mübah sayarak, dini haksız kazancın oyuncağı yapmışlardır. Altı yaşında kızların evlenebileceğini, sakalsız erkeklerin cinsel arzuyu kamçıladığını utanmadan ifade eden, anaokulunda kız çocuklara erkek çocukların ayaklarını yıkatan, yine anaokulu ve ilköğretimde kız çocuklarının başını bağlatan ve onlara anlamadıkları Arapça ile din eğitimi veren dinci zihniyet toplumsal olgunluğu yok etmeye çalışmaktadır. Bilim ve teknolojinin gün be gün geliştiği çağımızda, bin dört yüz sene önce yaşanmış olgu ve algılarla günümüzü açıklamaya çalışıp, kendi çıkarları için  çağdaş gelişmeyi görmeyen zihniyet, bu ülkeyi hala felakete sürüklemektedir.

Hukuku dinselleştiren, toplumun çağa uygun ahlak ve inançlarını en geri Arap kültürüne indirgemeye çalışan iktidar zihniyeti, miras yercesine yaşarken ülkeyi yoksulluk cehenneminin ateşine atmaktadır.  Anayasal Hukuk Devletini, kendi kısır mantığı ile yönetmeye kalkışmak faşizmin temel taşıdır. Dışarıda boyun eğen, içeride yalanlarla halka dinsel ve etnik söylemle hamaset yapıp devlet yönetme, faşizmin kuralıdır. Anayasa’yı tanımayan, hukuku görmezden gelen zihniyet, varlığını ancak dini fetvalarla ayakta tutabilir. Bunun adına halkımız “benden sonra tufan“ demektedir. Adalet mülkün temeli olmadıkça, devletin ayakta durması ve ilerlemesi asla olası değildir. Yandaşlarla devlet yönetmek ancak aşiretlere mahsustur. Liyakatsız  ve bilgisiz insanların yapacağı tek şey vardır; o da halkın kutsal inançlarını kullanmaktır. Bugün söylediğini yarın inkar eden zihniyet hukuk tanımayan zihniyettir. Maalesef bugün yaşadıklarımız monologla güdümlü bir yönetimdir.

Birinci Dünya Savaşında İngilizlerle işbirliği yapan Arap şeyhlerinin zihniyetini İslam Dini’ne uyduran Suudi inancını Türkiye Cumhuriyeti’ne taşımaya ve giydirmeye çalışan iktidar anlayışı, asla kabul edilecek bir anlayış değildir. Ama gel gör ki; iktidarın bir Bakanı olan Fikri Işık “ Diyanetin fetvasında Anayasaya uygunluk aranmaz” diyerek laikliği açıkça inkar etmektedir. Söz konusu söylem, ülkenin gelecekte nelere gebe olduğunu net olarak yansıtmaktadır. Çünkü din kişinin vicdan sorunudur. Devlet yönetimi ise toplumsal dayanışma ve birlikte yaşama alanıdır. Bu da ancak bir toplumsal anlaşma, kısaca anayasa ile sağlanır.

Tek adamlığa dayalı anayasa dışı bir yönetim, ülkemizi elli yedi Arap ülkesine dönüştürerek Ortaçağ karanlığına sürükleyecektir. Bunun önünü almanın tek yolu çağdaşlığı özümsemiş tüm toplum kesimlerinin dayanışarak bir araya gelip, gidişe dur demelerinden geçmektedir. Çünkü, söz konusu olan yurt ve Cumhuriyet’tir.   

Bunları da sevebilirsiniz