Ümmet Eğitiminden, Millet Eğitimine Ve Eğitimde Gericileşme

Cumhuriyet dönemi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla başlar, devrimci bir yol izler. Bu devrimci dönemde üç öğe vardır:

“AKLIN İNANÇTAN, BİLİMİN DİNDEN ÖZGÜRLEŞMESİ” için;

A) TEMELİNDE HALKIN BULUNDUĞU BİR DEVLET,

B) TEMELİNDE HALKIN BULUNDUĞU BİR EĞİTİM,

C) GELECEĞE DÖNÜK BİR İDEOLOJİ: ÇAĞDAŞ UYGARLIK

Böylece ümmet eğitiminin yerine, millet eğitimi, yani dindaşlık yerine vatandaşlık; dinsel devlet ve dinsel eğitim görüşünün yerine milli devlet, laik devlet laik eğitim… İşte Kemalizm’in dayandığı temel ve ideoloji.

Atatürk bu amacı gerçekleştirmek için önce devleti, sonra öğretim ve eğitimi bütün dinsel otoritelerin baskısından kurtarmak gereğini duymuştu. Nitekim 3 Mart 1924 tarihinde üç önemli maddeyi içeren ve Atatürk’ün kendi ifadesiyle “Cumhuriyetin halen ve atiyen taarruzdan katiyyen ve ebediyyen masun bulundurulmasını” Türk milletinin istediğini belirten teklifi Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur.

Bunlar:

1. Hilafetin ve ona bağlı dinsel bir kuruluş olan Şeriyye ve Evkaf vekâletlerinin kaldırılması,

2. Erkânı Harbiye (genel kurmay) Vekâletinin kaldırılması,

3. Tevhidi tedrisat (öğretim ve eğitimde birlik) yani medreselerin kaldırılması.

Atatürk’ün bizzat, Cumhuriyetin kurulduğu dönemde, sıcağı sıcağına, bu üç maddelik kanunu hazırlayıp Meclise sunması, Türk devletinin geleceği için nelerin tehlikeli olduğuna işaret etmesi bakımından ilginç ve anlamlıdır. Bu kanunla dinsel otoritelerin ne devlete ne de eğitime karışamayacağını ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde hiçbir dinsel ve militer gücün ve gölgesinin bulunmaması gerektiğini belirtmek istemiştir.

Atatürk’ün hilafet, medrese ve tekkelere karşı almış olduğu sert tutum bağnazlığın her türlü gericilik ve tutuculuğun bu kurumların çevresinde yuvalanmış olmasındandır. Dinin ve halkın sırtında yaşayan bu asalaklar kendilerine karşı alınan bütün önlemleri, dine karşı olarak göstermekte ve yaymakta güçlük çekmediler. Ve Laikliği dinsizliğin bir göstergesi olarak anlamaya ve anlatmaya çalıştılar. Atatürk’ü din düşmanı, savunucuları da dinsiz olarak propaganda ettiler.

Laiklik dinsel müdahaleye karşı alınmış nesnel bir tavır olduğu için gerici ve bağnaz kadrolar tarafından dinsizlik olarak nitelendirilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti çeşitli dönemlerde irticayla karşı karşıya getirilmiştir. Atatürk devrimlerine karşı olanlar da bu bağnazlıktan, politik çıkar sağlamak amacıyla yararlanma yolunu tutmuşlardır.

Eğitimde geleceğe yönelik, çağdaşlaşmayı gerçekleştirecek yollar aranacak yerde, eğitimin temel taşları olan devrimcilik, devletçilik gibi sürekli bir gelişim gerektiren amaçlar, yerinde saymaya başlatılmış ve Atatürkçü ideoloji bir tür bekçi düdüğüne dönüştürülmüştür.

Ümmetçi Kurumlara Geri Dönüş Özlemi

İkinci Dünya Savaşından sonra çok partili politik yaşam, gerici güçleri bir oy potansiyeli sayarak, öğretim ve eğitimde ümmetçi bir tutuma kapı aralamış ve nihayet 1924’de çıkarılan Tevhidi Tedrisat Kanunu (öğretim ve eğitimde birlik) yokmuş gibi kabul edilerek, seri halinde bir kanser uru gibi İmam Hatip Okulları ülkenin her tarafında Köy Enstitülerine inat açılmıştır. Bilimsel yoksulluğumuzun bırakmış olduğu boşluk, Yüksek İslam Enstitüleriyle giderilmek istenmiş, onlara üniversitelerimizde, tıpkı bazı iş adamlarına verilen akademik paye gibi, fakülte unvanı verilmiştir.

Eğitimin katledilmesi ve dinselleştirilmesinde ilk kurban Hasanoğlan Köy Enstitüsü Müdürü M.Rauf İnan olmuştur.

Rauf İnan’ın öğrencilerle ve Ankara’da çalışan öğretmenlerle yaptığı konuşmaları zararlı bulup, bunu İnönü’ye ulaştırmakta, dahası etkili olmakta gecikmediler.

*Bir gün Tonguç Çankaya köşküne yemeğe çağrıldı. Başbakan Rüştü Saraçoğlu. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel de yemekteydi. Tonguç kendince önemli gördüğü konularda köşke sürekli giden kişiydi.

O gün İnönü, M. Rauf İnan’ın çalışmalarını övgüye değer bulduğundan söz açarak, onu Bakanlık Müfettişliğine yükseltmeyi düşündüğünü duyurdu. Böylece Tonguç’un olurunu almaya çalıştı. İnönü’nün o güne dek doğrudan ilköğretim personel işlerine karıştığına tanık olmadığından; bu işin içinde bir oyun olduğunu sezinlemekte gecikmedi. M.Rauf İnan’ın yükseltme görünümü altında daha etkisiz bir işe getirilmek isteniyordu.

Tonguç türlü düşünceler içinde iyiden iyiye daralmıştı.

Ve İsmet İnönü’ye yanıtı da:

“Bir kez kelle verme yolunu yeğlerseniz, günün birinde sıra sizin kellenize gelecektir” oldu.

1946 seçimleri sonunda Hasan Ali Yücel’in ve İsmail Hakkı Tonguç’un kelleleri de Nazi yanlısı Başbakan Recep Peker tarafından Milli Eğitim Bakanlığından uzaklaştırıldı.

Sonuç olarak 1946’dan itibaren sağcı politikacılar hep iktidar oldu.

Atatürk’ün devrimlerinin savunucuları teker teker bağnaz dinci örgütler tarafından katledildi.

Yetmedi, Başta Eğitim olmak üzere, Yargıda ve bütün kamu yönetimlerinde, dinselleştirmeyi gerçekleştirdiler.

Unutulmamalıdır ki;

Atatürk’ün çeşitli dönemlerde söylemiş olduğu fikirleri, bir bütün içine yerleştirilmezse O’nu parçalamış oluruz. Bu bizi medreselerin tefsir (yorum) metoduna götürür. Medreseleri kaldıran Orta Çağ düşüncesine son veren bir insanı bilimsel geçerliliğini yitirmiş ve devresini kapamış bir dünyanın metoduyla incelemek hüzün verici bir alın yazısında O’nu tutuklu kılar.

Atatürk Devrimlerinin özü laiklik kavramında özetlenir. Laikliği dine karşı değil, yobazlığa, bağnazlığa ve her türlü sömürüye karşı düşünür.

*Mehmet Cimi – KaNes Yayınları 2015 sayfa 216

Bunları da sevebilirsiniz