Bağımsızlık ve Çağdaşlaşma Diyorsak

Türkiye dış ilişkilerinde yalpalamaya devam ediyor. Bu yalpalamanın, ülkenin iç siyasal alanındaki gelişmelerle yakından ilgili olduğu aşikar. Son birkaç yıldır siyaset, ülke içerisinde iktidar odaklarından bazıları için günü kurtarma amacıyla sürdürülürken; bazı başka iktidar odakları ülkeye yeniden ayar verme amacıyla siyasete müdahale etme çabasında. Bu durumun dış ilişkiler açısından da bu şekilde seyrettiği söylenebilir. Ülke içerisindeki iktidar odaklarının amaçları farklı olsa da bu amaçlara hizmet edecek stratejilerin birbiriyle ortaklaştığı durumda, somut adımlar atılabildiğini görüyoruz.

S-400 ve Doğu Akdeniz konuları Türkiye’nin görece bağımsız, ülke çıkarlarına uygun bir dış politika sürdürmesi açısından çok önemli adımlar kuşkusuz. Bu iki konuda izlenecek tutarlı yaklaşımı başarıya ulaştıracak yegane tümleyici ise Suriye meselesidir. Suriye acilen teröristlerden arındırılmadıkça, ülke genelinde egemenliği tanınmadıkça ve senelerdir sürdürülen yıkıcı politikaların yaraları sarılmaya çalışılmadıkça, ne Rusya-Türkiye stratejik yakınlaşması ne de Doğu Akdeniz politikası tam bir başarıyla kavuşabilir. Ancak Türkiye’nin Suriye konusundaki yaklaşımı, politika yapıcıların bu durumun ne kadar bilincinde olduğunu sorgulatıyor. Türkiye’nin özellikle İdlib konusunda Rusya-İran ve Türkiye arasındaki anlaşmaya riayet etmediği sıklıkla yabancı basına yansıyor. Ayrıca, Suriye’den gelen şehit haberleri, politikanın yanlış seyrettiğini kanıtlar nitelikte. Buna ek olarak, Libya’da Rusya’nın desteklediği Hafter’in Türkiye’yi düşman ilan etmesi de resme dahil edildiğinde Türkiye’nin, Ortadoğu’da geçmişte sürdürdüğü yıkıcı politikaların etkisinden kurtulamadığı görünür oluyor.

Elbette, politika değiştirmenin bedelleri olmayacağını düşünmek safdillik olur. Ancak diğer gelişmeler düşünüldüğünde politika değişiminin, ya da bu yöndeki çabaların samimiyeti sorgulanır duruma geliyor. Esad ile görüşüldü mü görüşülmedi mi, görüşüldüyse ne konuşuldu açıklanmıyor. Türkiye S-400 konusunda ısrar etse de ABD ile yakın ilişki kurmak konusunda çok talepkâr. G-20 zirvesinde kamuoyuna verilen imaj en az eskisi kadar Amerikancı bir Türkiye imajıydı. Erdoğan, ABD’nin Türkiye’ye yaptırım uygulamayacağını ifade ederken, Türkiye ve ABD’nin stratejik ortak olduğunu özellikle vurguladı. G-20 aile fotoğrafında Erdoğan’ın protokol gereği Putin’in yanında olması gerekirken, son anda kendiliğinden Trump’ın yanına geçtiği iddiaları da basına yansıdı. İktidarın, İmralı’dan önce PYD-YPG ile ilgili sonra İstanbul seçimleriyle ilgili mesajları bizzat yayın organları aracılığıyla kamuoyuna iletmesi, hem Suriye meselesinde hem de Türkiye’nin Kürt sorunu bağlamında kapalı kapılar ardında planlar yapıldığını düşündürüyor. Burada ABD’nin rolünün ne olduğu ya da olacağı ise en büyük merak konusu kuşkusuz.

Dış politikada, bir ileri iki geri adımlar atılırken Türkiye içeride tarihi bir dönemeçten geçiyor. Ülkenin ilerici kesimleri, vatanın ve sonraki nesillerin geleceği için inisiyatif almaya başladı. Moraller yüksek. Belki yirmi yıldır ilk defa umutlar canlı. Müthiş bir aydınlanma rüzgarı esiyor. Dış politikada bağımsızlık diyenler, Türkiye’nin ilerici kesimlerine sırtını döndüğü sürece bağımsız dış politika girişimlerinin ölü doğacağını söylemek olanaklı. Çünkü bağımsız dış politika, güçlü bir Türkiye’yi gerektirir. Baskılara, yıldırma politikalarına direnebilecek öz güç gerektirir. Türkiye, aydınlık zihinler tarafından yönetilirse; bilim ve sanat yapan, üreten, üretmeye önem veren, sorgulayan, eleştiren ve en önemlisi de gözü çağdaş uygarlık düzeyinde olanlar yönetimde söz sahibi olursa güçlü olur. Yani bağımsızlık, çağdaşlaşma olmadan olmaz. Yurtta barış olmadan, cihanda barış hedefine koşulamaz….

Bunları da sevebilirsiniz