Merkez Sağ Neydi Ne Oldu? Ya da Hiç Değişmedi mi?

Katıldığı bir televizyon programında, 31 Mart yerel seçimlerine ilişkin olarak konuşan Hüsamettin Cindoruk, “Türkiye’de merkez sağın bu hale gelmesinin nedeni Demirel ve Özal’ın partilerini bırakıp Cumhurbaşkanlığı koltuğuna geçmesidir” değerlendirmesinde bulundu. Onlar partilerinin başında kalsalardı, merkez sağ bu hale gelmez, AKP iktidara gelemez, bugün yaşananlar yaşanmazdı demeye getirdi. (https://www.youtube.com/watch?v=f4K–czN3ZA)

Konuyu olgulardan, ülkemizde kendisini “merkez sağ” olarak ifade eden partilerin somut niteliklerinden, AKP’yi iktidar yapan iç ve dış koşullardan bağımsız, kişilere bağlı bir konu olarak ele alan bu yaklaşımın doğru olduğu kanısında değilim. Tam tersi olarak, merkez sağın başından itibaren olmak istediği yerde olduğunu, dünden bugüne değişen pek bir şeyin olmadığını, hem cumhuriyet devrimlerinin savunucularını hem de karşıtlarını birlikte idare etmeye dayalı pragmatizmin, bu gün karşı karşıya kaldığımız ekonomik, sosyal ve siyasi sorunların bizatihi kaynağını oluşturduğunu düşünüyorum.

Niçin böyle düşündüğümü anlatabilmek için, kısaca da olsa, kendisini “merkez sağ” olarak niteleyen partilerin hangi koşulda ortaya çıktıklarını, neyi savunduklarını, ne yaptıklarını hatırlamak gerekiyor.

Kendisini “merkez sağ” olarak niteleyen, Hürriyet ve İtilaf Fırkasından feyiz, Truman Doktrini’nden yani yükselen güç ABD’den cesaret alarak güç kazanan bu siyasi çizgi, DP’den başlayarak, Cumhuriyetin kurucu değerlerine/ilkelerine karşı mesafeli oldu. Sosyal-kültürel eksende laiklik ilkesine, ekonomik eksende ise bağımsız ekonominin inşası için devletin öncülüğünde yürütülen kalkınma hamlesine karşı sistemli bir karşı duruş sergiledi.

DP’nin kuruluş döneminde, tüccar kesimi (özel sektör), toprak ağaları ve tarikatların/cemaatlerin ortak çıkar paydasında bir araya gelmesi ile oluşturulan çekirdek ittifak günümüze değin bozulmadı. Her daim “Tanzimat batıcıları”, “Gardırop Atatürkçüleri” ve yerli-yabancı sermaye güçleri ile kol kola yürüdü. 24 Ocak Kararları, 12 Eylül darbesi ile başlayıp ANAP’la devam eden süreçte, zamanın ruhuna uygun olarak Prens Sabahattin çizgisine yakınlaştı. Karen Fogg yazarları ve “yetmez ama evetçi” liberallerle birlikte, “küresel düşünüp yerel davranarak” ve “demokrasi” kavramının arkasına saklanarak kimlik politikalarının neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin yılmaz savunucusu haline geldi.

Kendilerini “merkez sağ” olarak tanımlayan partiler, her dönemde ekonomik ve siyasi bağımlılık politikalarının yılmaz savunucusu oldular. Bırakınız ekonomik ve siyasi bağımsızlık, laiklik, vb. gibi Cumhuriyet’in temel değerlerini savunmayı, en temel demokratik standartları, sosyal, ekonomik demokratik hakları geri götüren Anayasa başta olmak üzere, mevzuat düzenlemeleri konusunda dahi duyarlı olmadılar. Bırakın 12 Mart’ta, 12 Eylül’de yaşanan insan hakları ihlallerine karşı durmayı, gencecik insanların idamını, Menderes’lerin yaşadıklarının rövanşı olarak görecek kadar kendilerinden geçtiler. Milliyetçi Cephe örneğinde olduğu gibi radikal sağ partileri, solu bastırmak amacıyla fütursuzca kullanandılar, zaman içerisinde de kullandıklarını düşündükleri bu siyasi yapılar tarafından teslim alındılar.

Sonuç olarak, Cindoruk’un ifadesiyle “merkez sağın bu hale gelmesinin”, kendisinin iddia ettiği gibi, Demirel ve Özal’ın partilerini bırakıp Cumhurbaşkanlığı koltuğuna geçmiş olmalarının sonucu olduğu kanısında değilim. Tam tersi olarak, 2002’de iktidara gelen AKP çizgisinin, Demokrat Parti (DP) ile başlayıp, Adalet Partisi (AP), Anavatan Partisi (ANAP), Doğru Yol Partisi’nin (DYP) devamı ya da doğal olarak ulaştığı sonuç olduğunu düşünüyorum.

Tüm bu söylediklerimden çıkarak, bugün gelinen noktanın sorumluluğunun bütünüyle kendini “merkez sağ” olarak tanımlayan bu partilere atılması da doğru olmayacaktır. “Bu günlere” gelinmiş olmasının esas nedeni, Cumhuriyet devrimlerinin koşulsuz savunucusu olmak üzere kurulmuş olan CHP’nin, rakibine benzeyerek, iktidar olacağını zanneden yöneticilerin elinde kurucu değerlerinden uzaklaşmış, Cumhuriyet’in kurucu değerlerini sahipsiz bırakmış olmasıdır.

Bunları da sevebilirsiniz