Bir Dönem Biterken!

Fransa’da başlayıp, Belçika ve Hollanda’ya da yayılan “Sarı Yelekliler” olayı, pek çok kişi açısından 40 yılı aşkındır hayatımızı şekillendiren neoliberal küreselleşmeci politikaların, siyaset kurumu, sendikalar, vb. demokratik kitle örgütleri ile entelektüel yapılar üzerinde kurmuş olduğu zihinsel tahakkümün şu veya bu şekilde sonunun geldiğini/gelmek üzere olduğunu ortaya koyuyor.

Geçtiğimiz 40 küsur yılda neoliberal küreselleşmeci politikaların sözcülüğünü ve uygulayıcılığını üstlenmiş siyasi yapılar -kendilerini ister “sağ” ister “sol” olarak tanımlıyor olsunlar- mevcut yapılarını/güçlerini koruyamıyorlar. Ya Yunanistan’da, PASOK’un, Fransa’da Sosyalist Partinin başına geldiği gibi tasfiye oluyor ya da dönüşmek zorunda kalıyorlar.

Dönüşmek denince ilk akla gelen örnek, Jeremy Corbyn’in Genel Başkanlığında, geçmiş 40 yılın öz eleştirisini yaparak neoliberal politikalara sırt çeviren İngiliz İşçi Partisi. Yunanistan’da, SYRIZA örneğinde yaşandığı gibi, önce neoliberalizm karşıtı sonra ise yandaşı olmak şeklinde, tersine dönüşler de söz konusu şüphesiz ki.

Mevcutların tasfiye olması durumunda ise ortaya çıkan boşluk, üç farklı siyasi tavır tarafından doldurulmaya çalışılıyor. Bu üç tavrı, “sarı yelekliler” olayının da anavatanı olan Fransa’dan örneklerle sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

En yaygın olan tavır, dönüşüyor gibi yaparak yeni bir yüz ve yeni bir isimle mevcut neoliberal küreselleşmeci politikaları sürdürmek. Sarı yelekliler olayıyla hepimizin yakından tanıma fırsatı bulduğu, Nikolas Sarkozy ve François Hollande tarafından uygulanan neoliberal politikaların, devamlılığını sağlama misyonunu üstlenmiş olan Emmanuel Macron ve partisi Yürüyüş (En Marche) bu kapsamda değerlendirebileceğimiz en iyi örneklerden biri.

İkinci tavır, neoliberalizmin geniş toplum kesimlerinin yaşamlarında neden olduğu yıkımı, yıkımın nedeni olan ekonomik politikaları görmeksizin, sonuçları itibarıyla değerlendiren, esas olarak yabancı düşmanlığı üzerinden okuyan, böyle okuduğu için çözümü de bu bağlamda siyasi söyleme dönüştüren sağ partiler. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Macron’la birlikte ikinci tura kalan Marine Le Pen’in başkanlığını yaptığı Ulusal Cephe Partisini (National Front) bu kapsamda değerlendirmemiz mümkün.

Yaşanan sorunların ardında yatan temel nedenin neoliberal küreselleşmeci dünya düzeni olduğunun farkında olan, çözümün bu temel yanlıştan dönmekle mümkün olduğunu düşünen ve bu siyasi tavrı yeni bir siyasi parti kurarak gerçekleştirmeyi seçen yaklaşımı da üçüncü ve son tavır olarak saymak mümkün. Geçmişte üyesi oldukları Sosyalist Parti, neoliberal politikalara içten bağlılık sorununu aşamadığı için bu partiden ayrılan Marc Dolez ve Jean-Luc Mélenchon tarafından kurulan Sol Parti’yi (Parti de Gauche) bu “tavıra” örnek olarak göstermemiz mümkün.

Bu noktada, mevcut siyasi yapıları altüst eden bu gelişmeleri, Sarı Yelekliler benzeri toplumsal tepkileri, neoliberal politikaların terkiyle sonuçlanacak yeni bir sürecin başlangıcı olarak görmemiz mümkün mü sorusunu yanıtlamak gerekiyor.

Antropolog David Greaber, Fransa’yı sarsan Sarı Yelekliler olayı ile ilgili olarak Le Monde Gazetesine yazdığı; “Sarı Yelekliler, zeminin ne kadar oynamış/yıpranmış olduğunu gösterdiler” başlıklı yazısına; “Etrafımızda olup bitenleri anlayabilmek için konvansiyonel tanımlar yetersiz kalıyor/başarısız oluyorsa, bu devrimci zamanlarda yaşadığımızı gösteren oldukça iyi bir işarettir” cümlesiyle başlamış. (1)

Öncelikle, 2008 Krizi sonrası özellikle kapitalizmin merkez ülkelerinde yaşanan, yukarıda kısaca ve Fransa özelinde aktarmaya çalıştığım siyasi altüst oluşların, örgütlü olmasa da Sarı Yelekliler benzeri toplumsal hareketlerin, neoliberalizmin üzerine inşa edildiği siyasi zemini ciddi şekilde sarstığı konusunda Greaber’la hemfikir olduğumu belirtmeliyim. Tereddütte olduğum husus, yaşananların “devrimci zamanlarda yaşamak” olarak adlandırılıp adlandırılamayacağı.

Sarı Yelekliler hareketiyle ilgili olarak yorum yapan -gerek dünyanın çeşitli ülkelerinde gerekse ülkemizde- pek çok kişiye göre, temel sorun hareketin merkezi bir örgütlülüğe sahip olmaması.

Sosyolog Alain Touraine ise bu tür toplumsal karşı çıkışların, karşı karşıya olduğumuz sistemik krizi aşmak için yeterli olmadığı kanısında. Touraine’e göre, “… bir yıkım tehdidine etkili bir biçimde direnmek söz konusuysa kazancın mutlak gücüne karşı seferber olmamız için yeterince güçlü bir ilkeye dayanma ihtiyacı doğar: Yalnızca bir ilke, sadece toplumsal değil aynı zamanda ahlaki de olan bir ilke direnebilir paranın gücüne”. (2)

İstemediğimiz bir oldubittiyle karşılaşmamak için, bıkmadan ve kapsamlı bir şekilde bu konuyu tartışmaya devam etmek gerekiyor.

Kaynaklar:

(1) http://news.infoshop.org/europe/the-yellow-vests-show-how-much-the-ground-moves-under-our-feet/?fbclid=IwAR3CzYgVb8vC7pOSVhhX3QYBj2E-lg0YXk1pcByeXEmkZ60PEqbQL9HiEWc

(2) Alain Touraine, Krizden Sonra, Yapı Kredi Yayınları-2016

Bunları da sevebilirsiniz