Okumak ve Yazmak

Schopenhauer, iki yüz yıl önce şunları söylemiş: “Ortalık o kadar çok sayıda külüstür kitapla dolu ki, okuyucular doğru dürüst olanı nasıl seçebilsinler.” Schopenhauer bir de bu günleri görseydi, sanırım bir cümle değil bu konuda saatlerce konuşurdu. Çünkü aklına esen kitap yazıyor artık. Baskı kolay, üstelik yayınevlerinin bir kısmı kitabın içeriğine değil yazardan kazanacağı paraya bakıyor. Geçenlerde bir tanıdığım, telefon açıp sen kitabını kaça bastırdın diye sordu. Bu soru karşısında gerçekten şaşırdım, “Neden yayınevine para vereyim ki? Yayıneviyle yazar sözleşme yapar, yayınevi ona satış üzerinden yüzde verir” dedim. O bunu anlayamadı, gittiği yayınevleri kitabı incelemek yerine şu kadar paraya basarım diye pazarlık etmiş. Onu kırmamak için bir şey söylemedim, yazmak zorunda değilsin, demedim.

İlk romanımı yazdığımda kaç yayınevinden geri dönmüştüm hatırlamıyorum, kitap öylece kaç yıl beklemişti. Şimdi parayı veren kitabını bastırıyor, demek ki. İnsanlar kendilerini ifade etmek istiyorlar, bunu anlayabiliyorum, buna kimsenin itirazı olamaz. Ama bir gereklilik değil, kendini ifadenin tek yolu kitap yazmak da değil. Kitaplarım yayınlamaya başladığında birileri, ben de yazacağım ama vakit bulamıyorum demişlerdi. Heveslerini görünce, neden diye soramamıştım.

Kitap yazmak bir gereklilik değil ama okumak gereklilik. Tabi bunca kitap arasında doğru kitabı seçip bulmak koşuluyla. Son yıllarda öyle kitaplar basılıyor ki insanı okumaktan soğutur.

Jean-Jacques Rousseau ile ilgili bir anekdot var, tam da bu günlere uygun. Rousseau o dönem için alt tabakadan sayılan bir hizmetçi kıza aşık olmuş ve evlenmişti. Kadının adı Therese idi. Rousseau’nun ölümü üzerine Therese, onunla ilgili bir kitap yayımladı. Kitap yayımlandıktan sonra Paris entelektüel çevreleri şöyle yazılar yazmışlardı: “Zavallı Jean-Jacques Rousseau! Kıza yazı yazmayı öğretmiş ama okumayı öğretememiş.”

Yeri gelmişken söz etmek istedim. Rousseau’nun babası Osmanlı sarayında saatçilik yapıyordu. Rousseau da İstanbul’da yaşadı bir süre. Kim bilir kitaplarına temel oluşturacak bazı kavramları belki Osmanlı kültüründen almıştır. Tabi bu ayrı bir araştırma konusu. Yazmak isteyen çok insan var bildiğim kadarıyla. Bu insanlar yılda bir iki kitap bile okumuyorlar. Paris aydınları “yazmayı öğretmiş, okumayı öğretememiş” demekle ne kadar da haklılar.

Biriyle karşılaşıyorsunuz, hiç kitap okumadığını da biliyorsunuz ama dönüp size, “Benim hayatım roman, bir gün yazacağım” deyiveriyor, bakıp kalıyorsunuz. Bazıları internet aracılığı ile bana ulaşıp “Ben öyle şeyler yaşadım ki, hayatımla ilgili anlatacaklarım sizi dehşete düşürecek, sizin yazdıklarınız benimkinin yanında hiç” diye yazıyorlar. İşte böyle durumlarda gerçekten ne yapacağımı, nasıl yanıtlayacağımı bilemiyorum.

Öykü, roman, şiir yazmanın en iyi ve tek yolu okumak. Gerçi yazarlık kursları var ama okumazsanız o kurslar da bir işe yaramaz. Düşünelim, Hemingway’e, Dostoyevski’ye, Yaşar Kemal’e yazarlığı kim öğretti? Onların derdi yazar olmak da değildi. Onlar ve diğer önemli yazarlar hayatı anlamak, insanı anlamak, araştırmak, yanlışlara müdahale etmek için yazdılar. Nazım’ın dediği gibi “anlamak ne büyük bahtiyarlıktır”.

Anlatmaktan önce anlamakla uğraşır yazarlar.

Bunları da sevebilirsiniz