Vaatler

Vaatler, vaatler… Bugünlerde her bir koldan en çok maruz kaldığımız, bir işi yerine getirmek için verilen sözler. Temsil yetkisini eline almak isteyen siyasi partilerin halka dağıttığı umut cümlecikleri. Her ne kadar medya organları, her parti tarafından adil bir şekilde kullanılamıyor olsa da günümüz teknoloji sayesinde gerek sosyal medya yolu ile gerek fiziki olarak halka ulaşmayı başarıyor siyasiler.

Geçmişten günümüze birçok seçim geçiren ülkemizde siyasilerin de gerçekçi ve ütopik çeşitli vaatleri olmuştur. Gazeteci Cüneyt Özdemir’in geçmişten günümüze seçim vaatlerini derlediği 5N1K programında da, verilmiş vaatlerin ne kadar gerçekleştirilebilir olduğunu görmekteyiz. Kendi deyimiyle “altı kez gittiği Başbakanlığa, yedi kez gelen” siyasi lider olan Süleyman Demirel’in 1991 seçimlerinde kim ne veriyorsa 5 lira fazlasını vereceğini söylemesi ve 500 günde ekonomiyi düzelteceği sözünde bulunması, iktidara geldikten sonra da verilen bu sözlerin unutulup gitmesi seçim öncesi vaatlerin pek de gerçekçi olmadığını gösteriyor. Keza DYP (Doğru Yol Partisi) – SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) koalisyon hükümeti döneminde ekonomiden sorumlu Bakan Tansu Çiller’in her köylüye traktör ve her aileye ev ve araba anahtarı verme sözü de siyasilerin hayal dünyalarının genişliğini bize bir kez daha gösteriyor. Tabi ki bu konuda çıtayı yükselterek mitinglerinde döner dağıtıp, mazotun 1 TL olacağı vaadinde bulunan Genç Parti lideri Cem Uzan’ı da unutmamak gerekir.

Vaatlerdeki amaç, hiç şüphesiz dikkat çekici ve somut olması. Özellikle toplum genelinin eğitim seviyesi ve beklentileri düşünüldüğünde, halkın yumuşak karnı olan ekonomik vaatlerin ön planda olması kaçınılmaz oluyor. Hele de şu an yaşadığımız ekonomik çıkmaz düşünüldüğünde verilen sözlerin ne doğrultuda olacağı daha anlaşılır oluyor. Bizim toplumumuz da ne yazık ki demokrasi, hukuk, insan hakları, sanat, kültür gibi konular ekonomiden sonra geliyor. Ekonomi dediğimiz, vatandaşın cebi aslına bakıldığında. Ancak tam da bu noktada halkın yumuşak karnı olan ekonominin anlatımı ile ilgili bir karmaşa önümüze çıkmaktadır. Gazeteci Soner Yalçın’ın Sözcü gazetesindeki yazısında belirttiği gibi akademik terim ve kavramlarla ekonomiyi anlaşılmaz bir alan haline getirdiler. En son, doların önlenemez yükselişinde merkez bankasının yapmış olduğu müdahale ile doların bu hızını frenlemesi için yapmış olduğu faiz artırımı ile yurdum insanının kafası allak bullak oldu. Faiz artırımı basit olarak anlatıldığında; Merkez Bankaları ülkelerin para politikalarını belirler. Hem ne kadar para basılacağına karar verir hem de bankalara verilen borç paraların faizlerini belirlerler. Merkez’in en son kararına göre bankalara verilecek borç paralar için yüzde 16,5 faiz isteyecekler. İstenen faiz yükseldikçe bankalar da bunu müşterilerine yansıtır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde faiz silahı ısınan ekonomiyi soğutmak için kullanılır. Faizler yukarı çıkınca ekonomik aktivite yavaşlar dolayısıyla enflasyonun gerilemesi beklenir. Yüksek faizler büyüme politikalarını da olumsuz etkiler.

Aslında vatandaşın bu terimlere çokta kafa yorması gerekmiyor. Sadece cebindeki para ile çarşıda pazarda ne alabiliyor görmesi yeterli. Doları olmadığı için kaygılanma gereği duymayan vatandaşın ülkesinde artık samanın bile ithal edildiğini ve bu alışverişte doların para birimi olarak kullanıldığını ve bunun da kazandığı paranın sabit ama alacağı ürünün fiyatının artmasının kaçınılmaz olduğunu bilmesi gerekiyor.

Bir şeyler yolunda gitmiyor. İktidar tarafından ne kadar bir şeylerin üstü örtülmeye çalışılsa da mızrak çuvala sığmıyor. Yaşananlar karşısında telaşa kapılan Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) aksine muhalefet partileri gayet heyecanlı ve umutlu görünüyor. Tüm muhalefet partilerinin programlarının ve liderlerin kişiliklerinin uzun uzadıya masaya yatırılıp incelenmeleri için çok vakit yok açıkçası. İktidarın telaşla halkın önüne getirdiği bu seçim insanların kafasını daha çok karıştırdı. Asıl soru; madem her şey yolunda, neden erken seçim? Yolunda gitmeyen şeyler varsa niye aynı iktidar? Tüm mesele bu.

Bir tarafta inandığı değerlerin, benimsediği ideolojilerin olduğu bir kesim, diğer tarafta kafası karışık bir kitle. Demokrasinin karakter olduğu ülkelerde insanlar inandıkları liderlerin, partilerin peşinden giderler. Eleştirilerini, övgülerini rahatlıkla dile getirip o çerçevede mücadele ederler. Fakat bizim gibi Avrupa tarafından Ortadoğu ülkesi olarak nitelendirilen ve son hali ile o dönemece doğru hızla yaklaşan bir ülkede bunları yapmak için çok fazla zamanımız ve altyapımız yok ne yazık ki. Çünkü bir an önce, sokulmaya çalışılan karanlıktan kurtulabilmemiz için bir ışığa ihtiyacımız var. Bu demek olmuyor ki inanmadığımız bir şeyin peşinden gidelim, kendi değerimizi yok sayalım. Alternatif seçeneklere baktığımızda şu andan daha iyisini yapacak seçenekler olduğunu görebiliriz. Yeter ki sağduyulu olalım ve kulak verelim.

Sandığa gitmeden önce; hak, hukuk, adalet, demokrasi, kadın hakları, çocuk istismarları, eğitim gibi konular umurunda değilse bile, bari elini cebine at ve kaç param var ve ben bu parayla ayın sonunu getirebilir miyim diye bir düşün ve kararını öyle ver….

“Düşünceleriniz ne ise hayatınızda o’dur, hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız düşüncelerinizi değiştirin.”

Marcus Aurelius

Bunları da sevebilirsiniz