Bir Film Analizi: PK (Peekay)

FİLMİN KÜNYESİ

Filmin adı: PK – Peekay​

Yönetmen: Rajkumar Hirani​

Senaryo: Rajkumar Hirani, Abhijit Joshi, Sreerag Nambiar​

Görüntü yönetmeni: Abhijat Joshi, Rajkumar Hirani​

Sanat yönetmeni: C. K. Muraleedharan​

Ülke: Hindistan​

Tür: Komedi, Dram, Fantastik, Gizem, Romantik​

Vizyon Tarihi: 19 Aralık 2014 (Hindistan)​

Süre: 153 dakika​

Dil: Hintçe, Bhojpuri​

Müzik: Atul Gogavale, Shantanu Moitra​

Oyuncular:

Aamir Khan

Anushka Sharma

Boman Irani

Saurabh Shukla

Sanjay Dutt

Sushant Rajput

FİLMİN KONUSU

Uzaylı, bir insan olarak (Aamir Khan), Rajasthan’daki bir araştırma görevi için çıplak olarak Dünya’ya gelir. Fakat uzay gemisinin uzaktan kumandası bir hırsız tarafından çalınır.

Hırsızdan uzaktan kumandasını geri almaya çalışırken uzaktan kumandayı alamaz ama hırsızın kaset kaydedicisini ele geçirir. Bu esnada hırsız bir trene atlar ve oradan uzaklaşır. Kısa bir duraklamadan sonra uzaylı (daha sonra ismi PK) kendisine gelir ve arayış içine girer.

Aynı gün Brugge’de Jaggu, Sarfaraz Yusuf ile tanışır ve ona âşık olur. Belli bir zaman geçtikten sonra Jaggu, babasına Müslüman olan Sarfaraz’a aşık olduğunu açıklar. Jaggu’nun babası ilişkilerine itiraz eder. Çünkü Sarfaraz Pakistanlı bir Müslüman, Jaggu ise Hindu’dur.

Babası, Sarfaraz’ın Jaggu’ya ihanet edeceğini öngören din adamı Tapasvi Maharaj’a danışır. Onların yanlış olduğunu kanıtlamaya kararlı olan Jaggu ise, babasının Sarfaraz’ı kabul etmesini ister. Fakat baba din adamının da etkisiyle ilişkiye kesinlikle karşı çıkar. Bunun üzerine Jaggu, Sarfaraz’a evlenme teklifi eder ve evlilik kararı alır. Biri Hindu diğeri Müslüman olan olayın iki kahramanı tuhaf bir şekilde Hristiyan ibadet mabedi olan kilisede evlenme kararı alır fakat bu karar anı izleyici ile paylaşılmaz. Aynı gün kilisede bulunmakta olan başka bir çifte evlilikten vazgeçme mektubunun gönderilmesi durumun yanlış anlaşılmasına neden olur çünkü gönderilen mektup Jaggu’nun eline geçer ve Jaggu durumu yanlış anlar Sarfaraz’ın mektubu gönderdiğini düşünür, hayal kırıklığına uğrar. Jaggu Hindistan’a döner ve bir TV muhabiri olur. TV muhabiri olduktan sonra haber arayışına başlar. Bu haber arayışları esnasında PK’ye tesadüfen rastlar ve onu takip etmeye başlar. Olayın baş kahramanı PK “Kayıp Tanrı” hakkındaki broşürleri dağıtırken Jaggu’nun ilgisini çeker. Uzaylı, bir bağış toplama kutusundan para almaya çalışırken, yakalanır ama Jaggu, onu kurtararak güvenini kazanır. PK, Jaggu’ya güvenlikten sonra kendisi ile ilgili gerçekleri anlatır. Jaggu ilk etapta PK’ya inanmaz ve onun bir deli olduğuna karar verir. Bir gezegenden, bilim adamı olduğunu ve bir araştırma için geldiğini söyler. Halkı soyma, yalan söyleme, din ya da sözlü iletişim hakkında hiçbir şey bilmiyordur. Onlarda el tutularak fikirler aktarılır. Uzaylı, arabada seks yapan çiftlerin giysilerini habersizce çalarak insanların karşısına çıkmayı öğrenmiştir.

Bando şefi Bhairon Singh, kamyonetiyle giderken yanlışlıkla uzaylıya çarpar. Onu tam geride bırakıp gidecekken geri gelip onu hastaneye götürür. Uzaylı Bhojpuri dilini bilmediğinden konuşamaz, bu yüzden Bhairon Singh onun hafıza kaybı geçirdiğiniz düşünür. Uzaylı, insanların ellerini tutarak iletişim kurmayı öğrenmeye çalışır, ancak onun bu davranışını insanlar sapıklık olarak algılayıp onu kovalarlar. Bhairon, uzaylıyı bir geneleve götürür. Uzaylı, orada kendisine verilen kadının altı saat boyunca elini tutar ve böylece Bhojpuri dilini öğrenir. Artık konuşabiliyordur. Uzaylı, uzaktan kumandasının bir hırsız tarafından çalındığını Bhairon’a anlatır. Bhairon da uzaylıya hırsızın Delhi’de olabileceğini söyler. Uzaylı, Delhi’ye gider. Garip davranışlarından dolayı insanlar sarhoş olduğunu ve kendisine “PK” (sarhoş) derler. Uzaylı, kumandanın peşine düşer ve araştırırken sık sık “Sana ancak Tanrı yardım edebilir” ya da “Senin işin Tanrı’ya kalmış” cümlelerini işitir. Bunun sonucunda da Tanrı’ya ulaşıp kendisine kumanda aletini vermesi için yardım etmesini istemeye karar verir.

Uzaylı, Tapasvi ve diğer keşişlerin Tanrı ile iletişim kurmak için “yanlış numara” çevirdiklerini ve dolayısıyla halka anlamsız ritüellerde bulunduklarını iddia eder. Jaggu, yalancıların ifşa videolarını haber kanalına göndererek halkı teşvik eder. Bu “yanlış numara” kampanyası, Tapasvi’yi dehşete düşüren popüler bir kitlesel harekete dönüşür. Bu arada Bhairon hırsızı bulur ve uzaylı ile irtibata geçerek hırsızın uzaktan kumandasını Tapasvi’ye sattığını söyler. Uzaylı, Tapasvi’nin her yerde dolandırıcılık yaptığını ve bunun “yanlış numara” olmadığını fark eder. Bhairon, Delhi’ye geleceğini bildirir. Bharion Delhi’ye geldiğinde bombalı saldırıya uğrarlar ve Bhairon ölür. Daha sonra saldırının Tapasvi’nin grubu tarafından Tanrılarını korumak amacıyla yapıldığı ilan edilir.

Tapasvi canlı yayın üzerinden uzaylı ile yüzleşmeye karar verir. Tapasvi uzaylıya doğru numaranın ne olduğunu sorar. Uzaylı tanrının insanların inanması gereken tek kavram olduğunu ve diğer tanrıların insan tarafından uydurulduğunu söyler. Tapasvi, uzaylının insanları tanrılarından vazgeçirmeye çalıştığını savunur. Tanrı ile doğrudan bağlantı kurduğunu iddia eder ve Müslümanların yalancı olduğunu ispatlamak için Sarfaraz’ın ihanetini nasıl tahmin ettiğinden bahseder. Uzaylı buna karşı çıkar, Jaggu’ya yazılan mektubun Sarfaraz tarafından yazılmadığını iddia eder.

Sarfaraz’ın part-time çalıştığı Belçika’daki Pakistan Büyükelçiliği ile temas kurulur. Büyükelçilik, Sarfaraz’ın hâlâ onu sevdiğini ve bir gün ararsa kendisinin bilgilendirilmesini istediğini söyler ve hattı Lahor’da yaşayan Sarfaraz’a aktarır. Jaggu, Sarfaraz ile yeniden bağlantıya geçmiş olur. Tapasavi uzaylının uzaktan kumandasını geri vermek zorunda kalırken aynı zamanda kehanetleriyle Jaggu ve Sarfaraz’ı kırmayı planladığını Hindistan’ın tümüne açık etmiş olur. Bu arada, uzaylı Jaggu’ya aşıktır. Birden fazla ses bandını yalnız Jaggu’nun sesiyle doldurmuştur. Evden ayrılırken iki bavulu kasetlerle ve ekstra pillerle doldurur. O ayrıldıktan sonra, Jaggu onun hakkında bir kitap yayımlar. Bir yıl sonra uzaylı, insan tabiatı üzerine yeni bir araştırma göreviyle kendi türünün birkaç üyesiyle birlikte Dünya’ya döner.

FİLMİN İNCELEMESİ

Filmin merkezinde din ve inanç olgusu yer alsa da kültürel simgelerin anlamlarına ilişkin göndermeler de mevcut. Dinsel öğelerle sık sık başvurulması filmi daha güçlü kılmak adına yapılmıştır. Toplumun kendi içindeki karmaşasını çözebilmek adına dinsel öğelerin yanı sıra kültürel öğelerle de durum zenginleştirilmiştir. Bir kültürün en başat göstergelerinden olan “kıyafet” üzerinden bir semboller eleştirisi görüyoruz. Kimi kısa giyer kimi uzun; kimi bol giyer kimi dar; bir kesimde beyaz elbisenin anlamı “dul” olmak iken bir diğerinde “yeni gelin” olmanın ifadesi vb…PK tüm bu karmaşa laf içinde doğruyu bulma çabası içerisindedir ve en doğrunun da doğru olan tanrıya ulaşmakta mümkün olduğunu anlatır. Bunun için çok farklı dinlerin ibadetlerini gerçekleştirira. Bu din ve inanç çeşitliliğini kıyafetler üzerinden pekiştirir. Peekay Hindu din adamını imtihan etmek için karşısına farklı giysiler içinde değişik din mensuplarını çıkarır. Bu sahnede Hindu din adamının şahsında, giyim kuşam ile inanç arasındaki bağlantının biz insanların işi olduğunu, Tanrı’nın insanları bir işaretle bu dünyaya göndermediğini seyircinin gözüne sokar adeta. “İşte bunlar hep sonradan “tabula rasa”mıza işlenen kodlardır” der film bize; ve ayrıca birbirimize karşı en büyük ön yargılarımızın kaynağı olduklarını da… Kalıplaşmış ve toplum tarafından doğru kabul edilen çoğu şeyin aslında doğru olmadığını gerçeği yansıtmadığını kıyafetler üzerinden göstermeye çalışır. Beynimizde var olan kodların her zaman geçerli olamayacağını somut bir şekilde ifade eder.

Yönetmen esas söyleyeceği sözünü Peekay ile Hindu din adamının tartıştığı canlı yayın sahnesine saklıyor. Bu tartışma iki insandan ziyade iki dinin çatışması haline gelir. İnanç çatışmasına döner ve daha sonra tekrar insan halini alır bu seferde toplum ve doğruluk çatışmasına döner. İşte bol mesajlı filmin en önceliklisini uzaydan gelen’imizin ağzından dinliyoruz: “Sürekli tek bir tanrı olduğunu söylüyorsunuz. Ama bence iki tanrı var. Biri bizi yaratan, biri de sizlerin yarattığı… Bizi yaratan hakkında bir şey bilmiyorum ama sizin yarattığınız tıpkı sizin gibi. Küçük, yalancı, hastalıklı, boş vaatler veren, zenginlere öncelik tanıyan, fakirleri sırada bekleten, övgü aldığında mutlu olan, küçük şeylerle insanı korkutan. Doğru numara oldukça basit: Bizi yaratan tanrıya inanın. Ona güvenin. Kendi yarattığınız sahte tanrıları ise yok edin… İnsanlar arası farklılıklar Tanrı’nın değil, insanın eseri. Ve bu farklılık insanların ölmesine, birbirini yok etmesine sebep olan dünyanın en tehlikeli yanlış numarası…” Bu sözler oldukça net ve basit bir şekilde aslında iki tür insanın varlığından söz ettiğini görebilmekteyiz. Doğru insan ve doğru tanrı yanlış insan ve yanlış tanrı tiplemeleri önümüze çıkmaktadır. Hindu din adamı acılar veren şu berbat dünyada onlara “umut” veren tek şey olarak konumlandırdıktan sonra, ne diye bu umudu insanların ellerinden almak istediği sorusuna yukarıda cevabı veriyor, Peekay.

Biz, bütün bu vurucu sahneler ve çarpıcı söz sanatının ardında örtülü olanın başka bir şey olduğunu düşünüyoruz. Filmin sadece birinci katmanında kalınırsa eğer, ilk paragrafın sonunda ifade ettiğimiz üzere, çatışmalarımızın sebebinin Tanrı değil, onun adına konuşan din tacirleri olduğu, filmin temel mesajının da bu duruma dikkat çekmekten ibaret olduğu düşünülebilir. Ancak biraz daha yakından bakılır da ikinci katmana ulaşılabilirse, filmin bütününe sinmiş olan “deizm” açıkça görülecektir. Yönetmenin, amacı ne olursa olsun, bilincinin çatlaklarından deist bir anlayış sızmıştır sinemasına. Yani Yaratıcıya inanılan, ama vahyin, daha doğrusu kutsal kitaplar ve peygamberi tavrın reddedildiği bir inanç düzlemi… Adeta, “Tanrı, tamam iyi hoş da, ah şu dinler, ideolojiler, mezhepler vs. olmasa gül gibi geçinip giderdik insanlık ailesi olarak” denmektedir zımnen. Film, insanların etnik ve dini farklılıklarının önemsiz olduğu, herkesin birbirinin yaşam biçimine, kimliğine, kültürüne saygı duyması gerektiğini savunur göründüğünden bunu hemen fark etmek kolay olmayabiliyor. Toplumlar arası her türden farklılığı ve öznelliği önemsiyormuş gibi yapan post-modernitenin iki yüzlülüğü içinden, eşitlik, çok kültürlülük, hoşgörü, ötekine saygı, empati vb. değerleri pazarlayan liberal hümanist bir söylev çekiyor bize yönetmen/uzaylı. Ve aslında liberal bir ütopya öneriyor biz dünyalılara…Tek bir tanrının varlığıyla aslında tüm sorunların çözülebileceğini gözler önüne sermektedir. Daha sonradan gelen birçok dinsel simgenin insanları yanlış yönlendirdiğini toplumsal ve toplumlar arası çatışmalara neden olduğunu gösterir. İnsanların kendi tanrılarını yaratmalarının ve var olan tanrıyı reddetmeleri oluşacak sorunların da habercisi durumundadır.

Üç dinde de temelde birey yaşamının merkezine ahlak ve etik kavramlarını yerleştirmeyi hedeflemektedir. Zaten var olan bu temel ahlak ve etik davranışlar o dine inanan insanlar tarafından saptırıldığını gözler önüne sermektedir yönetmen. Bunun yanında ise üç dinin kendisine özgün kuralları bulunmaktadır. Ancak verilen öncelikli mesaj ahlakın bireyler tarafından özümsenmesi ve yaşamlarının temel noktasına oturmasıdır.

Günümüzde ise şunu kolaylıkla görebiliriz ki dinsel kurallar, ahlakın çok öncesinde yer almaktadır. Toplumların farklı kültürler geliştirmesi ve bu farklılıklar sonucu birbirlerini eleştirmesi ya da savaşması insanlık ırkını bir bütün olarak gören bir uzaylı tarafından anlaşılması gerçekten zor bir durumdur. Özellikle de Hindistan gibi toplumların daha inançlı ve karmaşık olduğu toplumlarda böyle bir maceraya çıkabilmek bu serüveni daha da karmaşık hale getirecektir. PK filmindeki öykünün içinde hikaye yerleştirimi ile hazırlanan senaryosunda ayrıca Pakistanlı Müslüman bir gence aşık olan Hindu bir gazetecinin dramı da yer almaktadır. Bu da dinler arası farklılıkların daha doğrusu hoşgörüsüzlüğün insanlığı çok olumsuz etkilediğini gösterir.

Aşk evrenseldir ya da evrensel olmalıdır. Hiç bir inancın bu kadar yüksek bir değere sahip olan bir duyguya müdahale etmemesi gerektiği söylenir. Bir insanın gözlerinde mutluluğu yakaladığınız anda onun aidiyetinin sizden farklı olması buna engel olmamalıdır. Dini inanç da aşk gibidir aslında. Aslında bu son yazdıklarım temenniden ibaret yazılar. Özellikle bizim gibi toplumlarda (Orta Doğu, Güney Asya, Afrika) aidiyetler aşkın önüne geçer ve siz birini sevmek yerine sizden olan birini sevme arayışına geçersiniz.

İslamiyet öncesi Anadolu tarihimize baktığımızda insanların çok farklı dinlerinin olduğunu görüyoruz sürekli bir arayış içindedirler. Ve bir kavim öteki kavmi yendiği zaman onun tanrısı yok saymaz kendi tanrısı olarak alırdı böylece en çok tanrıya sahip olan en güçlü olan olurdu. Aslında tanrı insanı yaratmış olmuyor yine insan tanrıyı yaratmış oluyordu.

Aşkın gerçek anlamda tarihte vücut bulduğu bu coğrafyanın günümüzde bu hale gelmesi de eleştirilmesi gereken üzücü bir durumdur. Belçika’da tanışan bir Hintli ve Pakistanlının mutluluklarının önüne aidiyetleri geçecektir. Ancak filmin sonu umutlu bitmektedir. Zihninizde derin bir sorgulamaya sebep olacak PK filmini izlemenizi şiddetle öneririm. Aidiyetlerinize bir defa daha bakın. Aidiyetleriniz ile aranıza giren her şeye bir defa daha bakın.

Filmin aşk ile başlayıp aşkla bitmesi dram ögesine de vurgu yapıldığını yani filmin sadece satirik bir film olmadığını göstermektedir. Bunun yanı sıra filmin vermeye çalıştığı mesaj sadece farklı dinlerden olan insanların aşık olmasının sakıncalı olmadığı değildir. PK, dini dogmaları, insanların yanlış bildiği gerçeklerin, din adı altında insanları sömüren, onlardan maddi kazanç sağlayan sahte din adamlarının eleştirisidir. Filmin sonunda da herhangi bir din yüceltilmemiş ya da farklı dinlerin barış içinde yaşadığı Hindistan’ın bu güzel mozaiği bozulmamıştır, sadece var olan sistemin eleştirisi yapılmıştır.

PK, özellikle geri kalmış toplumlardaki en temel sorunlardan birinin üzerinde durarak izleyicilerde derin bir sorgulama hissine sebep olan bir filmdir. PK, din gibi saf ve temiz bir olgunun nasıl birey ile yaratıcı arasından çıkarılıp aracılar tarafından bir sömürü düzenine dönüştürülebildiğini; dünyayı keşfetmeye gelmiş bir uzaylının gözünden sunar. Zira toplumların farklı kültürler geliştirmesi ve sonra da kendi oluşturduğu bu farklılıklar yüzünden birbirlerini eleştirmesi ya da savaşması; insanlık ırkını bir bütün olarak gören bir uzaylı için anlaşılması zor bir durumdur. Her yerde tanrıyı arayan, el ilanları çıkaran, ondan yardım istemek için bütün farklı tapınma çeşitlerine vakıf olan ve sonunda tanrıyla iletişim bozukluğu çektiği kanısına varınca yüzyılın tespitini yapan PK ’ye göre herkes yanlış numaradan tanrıya ulaşmaya çalışmaktadır.

Dua, ibadet, giyinme biçimleri, gruplaşan insanlar… Tüm bunlar insanı özünde Tanrıya yakınlaştırmaktan çok uzaklaştırmaktadır. Farkında olmadığımız ön yargılarımız, sorgusuz sualsiz kabul ettiğimiz dogmatik düşünceler, din kavramı, batıl dinler, dini kendi amaçları için kullanan insanlar en masumane ve ironik bakış açısıyla eleştirilmiştir PK’de. Kafasında hiçbir değer yargısı olmayan birinin din olgusunu objektif bir biçimde eleştirmesi izleyiciler için oldukça duygusal bir yüzleşme niteliğindedir. Bu özel günlerde kendi maneviyatına yolculuğa çıkmak isteyen tüm kara mizah severlere önerebileceğim bir film.

Tek Tanrı’dan paganizme dönen, paganizmden tek tanrıya dönen aciz insanoğlunun Tanrı arayışı…

İşte Aamir Khan’ın son filmi PK tam da bu konuya değiniyor ve işte bu yüzden kadim Bollywood’ta zirveye oturuyor. Mevcudiyetini İslam’ın gelişiyle beraber yitiren eski ama hala inatla inanılan semavi dinlere ve bunun yanında insanlar tarafından oluşturulan sözde tanrılara değiniyor. Tek ilaha vurgu yapıyor. Farklı bir gezegenden gelen bir insanın ya da uzaylının dünyaya gelişini ve aslında keşif gezisine çıkışını anlatıyor. Acaba başkahraman PK’in ait olduğu gezegenin varlıkları (insanlar) başka bir gezegende yaşayabilirler mi? Bu soruya cevap arayan PK’in dünyada karşılaştığı maceralar eleştirel bir bakış açısıyla seyirciye aktarılıyor.

Komedi filmi gibi görünse de güldürerek sorgulatan başarılı bir yapımdır. Şekilselleşen inançları sorgular. “Tanrı ile insanlar arasında iletişim kesildi.” vurgusu ile sorgulamanın yapılmadığı, şekiller birbiriyle çelişince de şiddetin başladığı ifade edilir.

Her Tanrı elçisi olduğunu iddia eden kişilerin gerçek yüzlerini ve arka planlardaki beklentilerini gösterir, sadece bu kadarla kalmaz, onlara inanan masum insanların nasıl da manipüle (insanları istemedikleri halde etkileme veya yönlendirme) edildiğine, korku aşılandığına işaret eder.

Masum inananların da gerçek “masum” olmayıp, bilinçsiz olduklarını, önyargıları nedeniyle yaşamlarını nasıl sınırladıklarını ve sonucunda umut veren bir şeyin kalmadığını ortaya koyar.

Filmde tüm dinlerin kökenine inilmedikçe, sadece kıyafetlere, saç, sakal ve kullandıkları objelere bakarak kişileri sınıflandırdıklarında nasıl da komik ve aptal durumuna düşüldüğü bir oyun ile sahnelenir.

Doğa, kendi iç özünü, madde ile birleşip oluşturduğu şekillerle ifade eder. Şekiller, maddenin değişimi ile değişir ama içerik aynı kalır. Ya da içerik değişirse maddede meydana getirdiği şekil de değişir. İnançlardan örnek verecek olursak ne namaz, ne oruç, ne sünnet, ne abdest ne de hac, ne sadece İslamiyet, ne Hristiyanlık ne de Yahudiliğe aittir. Karşılaştırmalı olarak tarih incelediğimizde, bu ve bunun gibi ritüellerin insanlık tarihi süresince farklı coğrafya ve zamanlarda insanlık arasında kendisini benzer şekillerde gösterdiğini, her araştırmacı keşfedecektir.

Esas soru; insan analiz ve sentez yapma kapasitesine sahip iken, her seferinde neden bazı ellerin oyununa gelip, bu değişmesi kaçınılmaz olan şekil için şiddet uygular? Bunu “masum” eller ve ağızlarla yapar?

Sanırım yanıt 2500 yıl önce yaşamış Sokrates’ten gelir. “Sorgulanmamış yaşam yaşanmaya değmez.”

Çocukların, zihinsel becerileri henüz gelişmediği için sorgulaması beklenemez, onlara “neden” sorusu sorulduğunda basitçe “işte, öyle istiyorum” demek dışında bir şey söyleyemezler.

İnsanlık, geçen 4 milyon (en azından şu ana kadar bulunan bulgulara göre ilk insanın yaşı) yıldan sonra hala çocuk değildir ve zihinsel kapasitelerini bilim, sanat ve yüksek fikirlerle kerelerce ispatlamıştır.

Hindistanlı yönetmen Rajkumar Hirani’nin son filmi “PK-Peekay”, insanın dünyaya bembeyaz boş levha (tabulara rasa) gibi bir zihinle geldiğini, içine doğduğu toplumun kültürü ve her türden değer yargıları ile donandığını fikrini, esas John Locke çizgisini izliyor. Yönetmen, meselesini işleyebilmek için temiz zihinli bir insan evladı yerine, bir “uzaydan gelen”den yola çıkıyor. Hikayesine dayanak oluşturan esas sorusunun şu olduğunu söyleyebiliriz, yönetmenin: Dünyamıza ait hiçbir inançla, kültürle, ideolojiyle “kirlenmemiş” bir uzaylının dünya toplumları arasındaki her çeşit farklılığı algılama ve yorumlama biçimi nasıl olurdu? Bununla kalmıyor tabii filmin sorgulaması; bir sonuca da varıyor: Tüm toplumsal değer yargılarına bir uzaylı gibi tepeden, yukardan bakabilsek, aslında hiç çatışmak zorunda kalmazdık; hiç korkmadan sorular sorar ve yeterince didiklersek inançlarımızı, tüm kavgalarımızın esas müsebbiplerinin bizi aldatan menfaatperest din taciri şarlatanlar olduklarını göreceğiz. İlk elden tüm cevabın bundan ibaretmiş gibi göründüğünü söylemek mümkün. Ayrıca yönetmenin/filmin kahramanı uzaylının bu noktaya varması bir dizi eğlenceli olayın sonunda gerçekleşiyor.

Gökyüzünde çok fazla yıldız var. Saymayı hiç denediniz mi?

Şimdi başlasanız sadece bizim galaksimizdekileri bitirmeniz 6000 yılınızı alır ve daha birçok galaksi var. Bilim insanları iki milyardan fazla olduğunu söylüyor.

Yani bu milyarlarca gezegende bizim gibi insanların olması mümkün değil midir?

Bizim Mars’ta ve Ay’da yaşam aradığımız gibi onlar da belki bize ulaşmaya çalışıyorlardır.

Bu sözlerle başlıyor PK filmi. Aamir Khan yine başrolde. Yine kendisinden beklendiği gibi sorunların üzerine gitmiş, tersliklerin üstüne basa basa yanlış olduğunu anlatmış. Hatırlayın 3 Idiots’u, Fanaa’yı ya da Taare Zameen Par‘ı. Güzel bir kurguyla o uzun süren müzikli Hint danslarını bile umursamıyorsunuz, ben artık kanıksadım bile. Aşkı, mutluluğu, hüznü ya da bir durumu müzikle anlatmanın neresi kötü. Neyse, biliyorsunuz Hindistan çok kalabalık bir ülke, çok sayıda farklı dil, din, mezheplere ayrılmış insan topluluklarının bir arada yaşadığı toprakların üzerine kurulu. Haliyle bu çeşitlilikte, bu zenginlikteki bir ülkede sorunlar da yok değil. PK filmi ise bu farklılıklardan kaynaklandığı ileri sürülen sorunlar üzerine odaklanmış. Açık bir dille Hindistan’daki din karmaşasına eleştiride bulunuyor, bunu yaparken de mizaha başvuruyor. Aşağılamıyor, mizahtan yardım alıyor. Mizahla sorunların ne olduğu sunuluyor. İnsanların nasıl kandırıldığına ya da bazı şeylere insanların nasıl da kolayca inandığını sorguluyor. Tüccarlaşan dini faaliyetlerden, insanın var oluşuna, insanların bir arada yaşayışına, neden kavga ettiğimize dair pek çok sorgulama var. Ancak tek yönlü bir bakış yok filmde, farklılıklarımızın gerçekten zenginliğimiz olabileceğini de öne sürüyor. Filmin güçlü bir dili var. Bence bu, filmin işlediği konular, olaylarla doğrudan kaynaklanıyor.

Dinsel olguların bu kadar keskin işlendiği film insanın kendisini sorgulaması gerektiğinin kanıtıdır. Hiçbir dinin üstünlüğünü ya da daha az inanılması gerektiğini ispatlama çabası içeride değildir. Din olgusu üzerinden insanın kendisini yargılaması gerektiğini savunur. Hayatımızın her alanında önümüze çıkmakta olan on yargılarımızın bizi zavallı bir duruma düşürdüğünü göstermektedir.

PK toplumdur, toplumun kendisidir. Toplumdaki tüm karmaşıklıkları tüm insan “tip”lerini içinde barındırır. En anlamlı olmanın en anlamsız hali olmasıdır. Jaggu arayıştır. Karakterinde mutluluğu ve doğruyu barındırır. Sarfaraz ise doğruluğun kendisidir.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın