Sivilcenin Başı

Cumhuriyeti kutladık. Doksan dördüncü kere. Elimizde ne var, kalan ne elimizde diye düşündük mü, düşünmeden mi kutladık bilemem. Ama bilirim ki, ben her gün düşünürüm. Neredeydik, nereye geldik; nerede kaldık, nereye gidecektik diye düşünürüm her gün ben. Yanıtlarım bir değildir. Durum karmaşıktır. Bilmediklerimiz bildiklerimizden çoktur. Bunu bilir, bunu söyleriz. Daima böyledir, çünkü cüretimiz, farkındalığımızdandır.

Ben düşündükçe aklım bir Sakarya’ya, Afyon’a, İzmir’e, bağımsızlığı uğruna canını teslim eden Anadolu insanına gider; bir Kore’de ABD yancısı olmaya mecbur edilmiş, kardeş kanı döken Mehmetçiğe, oradan 6. Filoyu kovanları dar ağacına mahkum edenlere.

Ben düşündükçe aklım bir bağımsızlık ve tam egemenlik için Lozan’da saçlarını ağartan İsmet Paşa’ya gider; bir Gümrük Birliği’ni bayram gibi kutlayan, AB’ye uyumlanmak için yarım yılda anayasayı, yasaları değiştiren adları tarihin karanlığına gömülecek hükümetlere. Oradan tam bağımsız Türkiye sevdasıyla hapislerde çürüyen aydınlarına bu ülkenin.

Aklım gider, düşündükçe ben, bir 1926 Medeni Kanunu’na, Türkiye kadınına yaraşan, kadını kadın için var eden o devrim kanununa; bir de müftüye verilen nikah kılma yetkisine, oradan gericiliğin adım adım örülmesine.

Kah giderim, 1930’da bir köy okuluna, mandolin çalan bir çocuğun parmaklarına; kah giderim evimin karşısındaki İmam Hatib’e, bu sene kız çocuklarıyla erkeklerin ayrı okuduğu, okul çıkışında başı türbanlı kızlarını bile artık göremediğim İmam Hatib’e. Oradan giderim köy enstitülerinde cenin bulunmuş dedikodularının bir aydınlanma girişimini çökerttiği o karanlık günlere.

Bir bakarım, bir avuç akademisyeniyle, uluslararası konferanslara, kongrelere ev sahipliği yapan Türkiye üniversitelerindeyim, umutla bakıyorum geleceğe. Bir bakarım, üniversiteleri boşaltılan bir ülkenin khk mağduru doktora öğrencisiyim. Bilirim ki, bu güne bir günde gelmedik. Yakınlarda bir zamandı, YÖK kurulmuştu, üniversiteler siyasi iktidara göbekten bağlanmıştı.

Sonra bir bakarım düşününce ben, bir cumhuriyet balosunda 29 Ekim’i kutluyorum, kollarımda cumhuriyet aşığı aşkım. Türkçe tangolarda dans etmekteyiz. Sonra bir daha bakarım, İspanyolca tango şarkıları eşliğinde bu yazıyı yazarken, öldürdüğümüz cumhuriyete ağıt yakıyorum.

Nasıl oldu tüm bunlar? Nasıl yıkan da yaratan da biziz hep?

Şimdi görmekteyim, sakalı dizindeler, sokaklarda kadın dövmekte; kara cepleri para dolular, evlerinde rahatça uyumakta; zihinleri örümcekliler geleceğe hükmetmek için ellerinden geleni yapmaktadır.

Aydınlığın karanlığa karşı savaşı bin yıllardır sürmektedir dünyada. Bu topraklar da azade değildir bu kadim savaştan. Savaşanlar bilir savaşmaktır bizi güçlü kılacak olan. Güçlenmek için savaşacağız önce, sonra savaşı bitirmek, geleceği birlikte kurmak için. Ama savaşacağız, savaşsız günleri kurmak için. Başka yolu yok çünkü karanlığı yenmenin.

Açık olan bir şey var bugün. Bugün beş yıl öncesinden daha aydınlıktır.

Çürüme ve kokuşma ortadadır. İleri demokrasi safsatasına inananların büyük çoğunluğu hata yaptığını fark etmiştir, itiraf edemese de. Korku büyüktür çünkü yine de. İnsan haklarının, mevcudiyetini insanı çiğnemeye borçlu olanlar tarafından savunulamayacağı acı deneyimlerle anlaşılmıştır. Özgürlüğün, paçavraların egemen kılınmasıyla değil, bilimin egemen kılınmasıyla kazanılacağı, geçmişi unutanlar tarafından anımsanmıştır. Cumhuriyet devrimini, “darbe”, “reform”, diyerek küçümseyenler, ağızlarını büzmeden önce iki kez düşünmek zorunda kalmaktadır artık. Mustafa Kemal’e “diktatör”, “halk düşmanı” diyenler, halk düşmanlığının nasıl olduğunu deneyimlemiştir. Kuşkusuz bazı düşmanların, düşmanlığı ebedidir. Bunu ebedi düşmanlığı değiştirmek, yoksa yenmek ve yok etmek bizim görevimizdir. Çalışmak ve safsatayı, gerçekten ayırarak işlemek, öğrenmek, öğretmek, cumhuriyetini seven ve geçmiş nesillerin mirasını, zenginleştirerek gelecek nesillere aktarmak isteyen her bireyin en önemli görevlerinden birisidir kanımca. Ben bunun için çalışmakta, üretmekteyim.

Bugün, demokrasiyi cumhuriyete karşı koyan, bu suni ayrımlarla zihinleri bulandıran siyasi akıl iflas etmiştir. Özgürlüğün, egemenlik olmadan edinilebileceğini hararetle savunmak giderek zorlaşmaktadır. Bilimi, vicdanın düşmanı olarak görenlerin, kör gözleriyle toplumu yeniden şekillendirmeyi hedeflemiş olduğu acı deneyimlerle öğrenilmektedir. Vicdanı, bilimin aynası kılmak esas gailedir.

Bugün, 5 yıl öncesinden daha adınlıktır, çünkü bugün karanlık kendini saklayamacak denli görünür olmuştur. Sivilcenin başı belirmeden sıkmak güçtür sivilceyi. Belirmiştir sivilcenin başı bugün.

Dünle bugün arasındaki en önemli fark ise, Kemalistlerin, bu ülkenin sosyalistlerinin, mücadeleyi, devrimciliği hatırlamasıdır. Özlerine dönmeleridir. Rozet Atatürkçüleri, Mustafa Kemal Türkiyesi’nin gerçek sahibi olamayacaklarını, acı şekilde deneyimlemiş ve tarih kitaplarının üzülerek okunacak sayfalarındaki yerlerini almışlardır.

Bizler, savaşımızın emperyalizmle ve gericilikle olduğunu artık her nefesimizde duyumsuyoruz. Bugün kutlanacak bir şey varsa, bu uyanışımızdır…

Bu uyanış, cumhuriyeti yeniden kuracak ve yüceltecek yegane iradenin tohumudur.

Bunları da sevebilirsiniz