Kayıp Hayatlar

Farkında mıyız? Türkiye’de TÜİK’in verilerine göre 5 milyon 820 bin tarım işçisinin yarısını mevsimlik tarım işçileri ve aileleri oluşturuyor. Bunun yanı sıra burada çalışan mevsimlik tarım işçilerinin yarısı, kadın ve kız çocuğu… Mevsimlik tarım işçiliği denilince belki de okulla dahi tanışmayıp, kendini tarlada bulan bir kız çocuğunun öyküsüyle karşılaşıyoruz çoğu zaman.

Hayat, her ne kadar acımasız olsa da bizim için, onlar için çok daha acımasız… Evlerine, doğduğu topraklara hasret olan insanlar aynı zaman da sömürüye de çok açıklar. Tarlalarda hayat 06:00’da başlayıp, 20:00’de bitiyor. Tabiki dışarıdan görünen bizim için bu kadar. Onlarla yapılan görüşmelerde, haberlerde çok daha ayrıntıya ulaşabiliyoruz.

Evlerinde dahi olamayan mevsimlik tarım işçileri, bizim gibi yerleşik bir hayattan öte göçebe bir hayata kucak açmışlardır, açmak zorunda kalmışlardır! İşsizlik almış başını giderken ülkemizde, bir çoğunun hayata tutanacak tek dalı maalesef bu olmuştur.

Biraz geriye dönecek olursak, tarlalarda hayat 06:00-20:00 arasında aktif olsa da bunun ardında neler oluyor bir bakalım. Aslında tahmin etmek çok da zor değil. Türkiye’de her çalışan kadın gibi; kadınlar ve kız çocukları genellikle tarım işine gider, ardından çadırlarında ev işleriyle uğraşırlar, hiç yorulmamış gibi(!)

Bir kadın Evrensel ile yapılan bir röportajda diyor; “Rahatça oturabileceğim bir ev istiyorum. Ateşi yakacağım, yemeği koyacağım diye bir sürü zorluk çekiyoruz. Bütün hayatım çadırda geçti. Bu hayattan kurtulmak istiyorum” .

Özellikle, kadının bu topraklarda aileyi çekip, çeviren bir rolü vardır. Sırf bu yüklenen rol yüzünden belki de bu kadar çok acıya ve zorluğa göğüs germek zorundaydı, kadın. Bu zor hayatta kadın yalnız değil, kız çocukları da annelerine eşlik eder nitelikte…

Birçok kadın ve kız çocuğu, tarlada çalışmalarından sonra, çadırlarına dönüp o çadırın temizliğini, yemeğini yapmak zorundalar. Çünkü bunu karşılayacak bir destek mekanizması yok! Tükettikleri kuyu suyu bile o kadar sağlıksız ki… Çadırlarda elektrik yok, su yok. Hem altyapı sorunları hem de imkansızlıklar içinde yaşanan, belki de kaybolan hayatlar…

Sağlık sorunları yaşadıklarında onları koruyan bir sistem bile geliştirilmemiş henüz. Hasta olan işçi, gidiyor yarım gün ya da 1 gün çadırında dinleniyor. Ardından tekrar, tarlalara dönmek zorunda. İyileşse de iyileşmese de… Bunun yanı sıra bu kişi bir kadın olunca zorluk ve mücadele daha da artıyor. Çadırdaki yemek ve temizlik işleri ertelemeye gelmiyor, çocukları için. Nitekim toplumsal cinsiyet rolleri o kadının var oluşundan önce belirlenmiş bu topraklarda…

Özellikle mevsimlik tarım işçileri sömürüye maruz bırakıldığı bu topraklarda, en çok sömürülenler yine değişmiyor, kadınlar ve çocuklar oluyor. Kız çocukları okul yerine, tarlalarda anneleriyle… Kadınlar, dinlenmeye dahi vakit bulamadan tarla-çadır işleriyle iç içe. Bir kaza olduğunda bile, çoğunlukla kimlikleri bile ortaya çıkmıyor, çoğu zaman medyaya bile yansımıyor.

Alışmadık…

Alışmayacağız…

Ne bir kadın, ne de bir kız çocuğunun sömürülmesine, kendi temel ihtiyaçlarını ve insani değerlerin unutulduğu bir dünyada yaşamalarına, hayatlarının kaybolmasına izin vermemeliyiz.

Çünkü kadının, tek destek kaynağı yine bir kadındır.

Biliyoruz ki, bir gün kız kardeşlik kazanacak!

Yazımı Sophie Hunger’ın sözleriyle bitirmek istiyorum.

Le vent les portera tout disparaîtra le vent nous portera” ,

“Rüzgar onu götürecek her şey yok olacak ama rüzgar bizi taşıyacak”

Şarkı için: https://www.youtube.com/watch?v=AyUp1rnv7rY

*Yazıyla ilgili görseller web alıntısıdır. 





Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın