İran İzlenimleri

Son yıllarda tansiyonun hiç düşmediği bölgemizde yine oldukça yoğun bir gündem var. Ekim yazımda, bu yoğun gündem arasında, kafanızı biraz dağıtmak için eşimle yaptığımız bir geziden edindiğim izlenimleri sizinle paylaşmak istiyorum. Gezimiz, bölgenin kalbineydi, İran’a.

İran’a olan merakım yüksek lisans döneminde başlamıştır. Enerji konusunda ve Orta Asya’daki devletlerle ilgili bir tez yazmak istediğimi söylediğim yüksek lisans tez danışmanım, Orta Asya konusunun çok çalışıldığını, daha bakir bir alanda daha özgün bir tez yazmak istiyorsam, İran’a odaklanmamın iyi olabileceğini söylemişti. İran hakkında genel şeyler dışında özel bir bilgim yoktu. İlgimi çok çeken bir ülke olduğunu da söyleyemeyeceğim. Kafamdaki önyargılardan mı desem yoksa bölgenin karman çorman atmosferinden mi desem bilmem ama Ortadoğu çalışmak konusunda pek hevesli de değildim. Ancak, öngörüsüne güvendiğim tez danışmanının sözünü dinleyerek, İran konusunda çalışmaya başladım. İran konusunda çalışmaya kolayca ikna olmamda, İran’ın o dönemlerde hayli radikal söylemler üzerinden okuduğumuz ABD karşıtı dış politikasının da çok etkili olduğunu itiraf etmeliyim. Sonuçta ben İran’ın enerji jeopolitiğini Marksist bir uluslararası ilişkiler kuramıyla incelediğim yüksek lisans tezimi yazdım. Tezim için çalışırken, İran’ın gerçekten kendine özgü, bambaşka ve tabiri caizse “garip” bir ülke olduğunu fark ettim ve İran’a ilgim, merakım giderek arttı.

Doktoraya başladıktan sonra İran üzerine çalışmaya devam etmeye karar verdim. İran konsolosluğunda katıldığım başarısız bir Farsça öğrenme girişiminden sonra, tam aradığım dil kursunu (Geoaktif Kültür Merkezi ) buldum ve değerli hocam Rıza Halili’den Farsça öğrenmeye başladım. Farsça’ya hayran oldum. Keyifle çalıştım. Konuşmam ve dinlemem çok iyi olmasa da, sözlük yardımıyla İran meclis raporlarını okuyabilecek düzeye eriştim. Tüm bunlar yanı başımızdaki “garip” ülkeyi görme isteğimi perçinliyordu. Kısacası eylül ayının başında İran’a yaptığımız kısa süreli gezi, uzun zamandır yapmak istediğim, çeşitli nedenlerle bir türlü fırsat bulamadığım bir geziydi ve sanıyorum ki İran’a yapacağımız son gezi de olmayacak. İran ziyareti, benim açımdan, senelerdir ilmek ilmek örmeye çalıştığım kitabi bilgilerimi sınama ve gerçek gözlemlerle zenginleştirme fırsatıydı. Ancak bu gezi İran konusundaki merakımı dindirmenin aksine, iyice körükledi. Keşfedilecek şeylerin çok başında olduğumu gösterdi bana. Sözün özü, gittim, gördüm gezdim, İran cidden “garip”miş.

Neresinden tutup başlasam bilemiyorum ama bu uzun girizgâhtan sonra sadede gelebilirim sanıyorum. Zaman kısıtımızdan dolayı İran’da yalnızca iki şehri ziyaret edebildik: İsfahan ve Tahran. İranlı arkadaşlarımızın ve İran gezginlerinin önerilerini dinleyerek İsfahan’a Tahran’dan daha fazla zaman ayırdık. İsfahan’a ayırdığımız dört günün, İsfahan hakkında genel bir izlenim edinmek için yeterli olduğunu söyleyebileceksem de, kocaman bir metropol olan Tahran için 2 günün çok az olduğunu belirtmeliyim.

Park kültürü

Açıkçası, herhangi bir gezi rehberinde okuyabileceğiniz bilgileri vermek niyetinde değilim. Daha çok, izlenimlerimi aktarmak istiyorum. İsfahan, Selçuklu izlerinin çok yoğun olduğu bir Safevi şehri. Rakımı o kadar yüksek ki (1500 m) orada bulunduğumuz sürece sıklıkla burnumuz ufak ufak kanadı. Ancak kavurucu yaz sıcağı bu yükseklik sayesinde yaşanabilir oluyor fikrimce. Uçakla Tahran’dan İsfahan’a gelirken gördüğüm kadarıyla, şehir kayalık, dağlık bir çölün ortasında kurulmuş. Tahran’dan İsfahan’a gelene kadar, gözüme tek bir su kaynağı ya da yeşillik ilişmedi. Tek renk var, sarı-gri kaya rengi. Şehrin mimarisine de sarı renk hakim. Sanki Marsilya’nın o sarı-beyaz taşlarının izini İsfahan’da da sürmek mümkün. Ancak, inanması güç ama o zorlu coğrafyadaki İsfahan, yemyeşil bir şehir. Çölün ortasındaki şehrin yeşili, kuşkusuz insan yapımı… Beni en çok etkileyenin de bu olduğunu söylemeliyim. Şehirde, Avrupa kentlerindekileri aratmayacak güzellik ve genişlikte parklar var. Her parka, irili ufaklı birkaç havuz… Kapalı mekânlarda bile kullanılan havuzların, şehrin sıcağını biraz olsun hafifletmek için yapıldıklarını düşünüyorum.

Parklarda insanlar, sürekli piknik halinde. Hele akşamüzeri, güneş yakıcılığını yitirdikten sonra parklar, piknik yapan insanlarla dolup taşıyor. İsfahan’daki piknikler, Türkiye’deki pikniklerin, kaotikliğinden ve kirliliğinden çok uzak bir görünüşe sahip. İnsanlar, kilimlerin üzerinde oturuyor, yiyip içip, hoş sohbetle eğleniyorlar. Etrafta tek bir çöp göremezsiniz. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Yüksek sesle konuşup, bağırıp çağırmak yok. İsfahan piknikleri, inanılmaz uygar bir sosyalleşme ortamı sağlıyor şehir sakinlerine. Yemyeşil parklarda, tarihi binaların aralarında gezinirken, insanları gözlemlemek, Türkiye’de görmeye alışkın olmadığımız uygar eğlenme biçimlerine tanık olmak bizim için çok keyifli bir deneyim oldu açıkçası.

İran kadını

İran’daki ilk durağımız olan İsfahan’a geldiğimizde bizi şaşırtan yeşillikten başımızı biraz kaldırdığımızda gözlemlediklerimiz ise, İran’da şaşırmaya devam edeceğimizi bize anlatır gibiydi. Tahran’da da gözlemlediğimiz, şaşkınlık verici bu olgu, kadınların toplumdaki yeriydi. Biliyorsunuz İran Şii şeriatı ile yönetilen bir devlet. Bu ön bilgiyle İran’ı düşündüğünüzde, kadının İran toplumundaki yerinin oldukça geri planda olduğu sonucuna varabilirsiniz. Ancak İran’a gidip gördüğümüzde, bu konuda yanıldığımızı da anladık. Çok net olarak belirtmeliyim ki, İran’da kadın toplumsal alanı domine ediyor. Sokaklarda erkeklerden çok kadınları görüyorsunuz. Girdiğiniz herhangi bir ortamda, çalışanlar erkeklerden çok kadınlar. Kadınlar, her yerde. Her yerdeler ve başları dik. Güler yüzlü, sevecen ve özgüvenliler.

Evet, tesettür İran’da bir zorunluluk ve eminim ki, tesettür zorunluluğu İranlı kadınların yaşamlarını çok zorlaştırıyor. Ama bu zorluğa rağmen kadınların toplumun her alanına nüfuz etmiş olması beni açıkçası çok memnun etti. Gözlemlediğim kadarıyla İranlı kadınların tesettürü uygulayış şeklini üçe ayırıyorum. Her şeyden önce peçe takan bir kadın hiç görmediğimi belirtmeliyim. Birinci gruptaki kadınlar, daha geleneksel olduğunu düşündüğüm kadınlar, bizim kara çarşafa benzeyen kara bir örtü takıyorlar. Ancak bu örtü çarşaf gibi iki parça değil. Kadınların başlarından geçirdiği, kolları olan, yere kadar uzanan ama önü açık bir pelerin gibi. Bunu giyen kadınlar bile, ki sayıları az değil, toplumsal yaşamlarında çok açık. Bir yabancı olmasına rağmen eşimle bile iletişim kurarken çok rahat, güler yüzlü ve özgüvenli. Ayrıca çador denen bu kara örtünün içine kadınlar öyle renkli kıyafetler giyebiliyorlar ki, sokaklara baktığınızda kadınların kara örtü içinde olduğunu unutabiliyorsunuz bile. İkinci grup kadın, cumhuriyet ninelerinin taktığı gibi bir başörtüsü takıyor. Ancak bu başörtüden saçlar mutlaka görünüyor. (Bu arada çadorlarda da saçlar görünüyor). Üçüncü grup kadın ise, besbelli ki, örtüyü zorunluluktan takıyor. Çoğunlukla renkli ve hafif kumaşlardan yapılmış bu örtüleri takan kadınlar, çok modern görünümlü. Şallar başlarından sıklıkla düşüyor. İstiflerini bozmadan yeniden başlarına iliştiriveriyorlar. Bazense umursamadan bir süre örtüsüz durabiliyorlar.

Biz orada olduğumuz sürede, herhangi bir kadının giyim kuşamı ya da davranışı nedeniyle uyarıldığına hiç tanık olmadık. Ancak bildiğim kadarıyla, Devrim Muhafızları’nın bu tür uyarılar yapması az rastlanan bir şey değil. Her ne giyiyor olursa olsun, İranlı kadının gecenin 1’inde sokaklarda güvenle hatta kıkırdaşarak gezebilmesi, alışveriş yapabilmesi, patene bisiklete binebilmesi beni hem şaşırttı hem de çok sevindirdi. İran kadının özgüveni ve sevecenliği beni kendine hayran bıraktırdı.

Çok daha karmaşık ve kalabalık (15 milyon nüfuslu) olan Tahran’da bile kadınların toplumsal yaşamdaki rahatlığını gözlemlemek beni mutlu etti. İran’da toplu taşımada haremlik-selamlık uygulaması var aslında. Şehrin gerçek anlamda her yerini saran Tahran metrosunda yalnızca kadınlara ayrılmış bekleme alanları ve yalnızca kadınlara ayrılmış vagonlar var. Eşimle seyahat eden ben, hatta bir süre bocaladım acaba metroda ayrılmamız mı gerekecek diye. Ancak anladık ki işler göründüğü gibi yürümüyormuş. Kadınlara ayrılan vagonlara erkek yolcular binmiyor ama diğer vagonlara kadınların binmesi yasak değil. Dolayısıyla, eşimle ve diğer kadın yolcularla birlikte, sıradan bir vagonda seyahat edebildim. Üstelik hiçbir sorun yaşamadan. Erkek yolcular, kadın yolculara mutlaka yer veriyorlar. Ayrıca, kadınlara ayrılmış vagonlara erkek yolcuların bindiğine de bir iki defa tanık oldum. Şehir o kadar kalabalık ki, maddi koşullar kendini dayatıyor diyebiliriz.

İran insanı ve toplumsal düzen

Üzerinde durmak istediğim diğer konu ise, İran halkının mütevazılığı, kibarlığı, yardım severliği ve temizliği. Türklerin misafirperver oldukları söylenir genelde. Avrupa insanı ile kıyaslandığında bir ihtimal Türklere misafirperver denilebilir. Ancak bu kısa süreli İran ziyaretimden sonra açıklıkla söyleyebilirim ki, İranlıların yanında bizler ne yazık ki çok kaba, şark kurnazı ve çıkarcı insanlarız. Öncelikle şunu belirteyim, turist olduğumuz her halimizden anlaşıldığı halde, İran’da bulunduğumuz bir hafta boyunca, dolandırılmaya ya da kazıklanmaya çalıştığımızı hiç hissetmedik. Bu bize büyük bir rahatlık sağladı. Alışveriş yaptığımız yerlerde, dolaştığımız yerlerde, taksiye bindiğimiz zaman, restoranlarda, insanların yardım severliği ve güler yüzlülüğü bizi şaşırttı. Hatta sıklıkla “biz mi çok şanslıyız yoksa İran halkı gerçekten bu kadar iyi mi?” düşüncesine kapıldık.

İran sokaklarında özellikle dikkat çeken bir başka konu ise, sokakların ve insanların temizliği… Çöpler, genellikle çöp kutularına atılıyor. Kabuklu yemiş yiyen İranlıların, ellerinde bir başka torbayı çöpler için tutmasını o kadar sık gördük ki, Türkiye’nin durumuna hayıflandık. İnsanların kıyafetleri, genellikle çok lüks ya da “zengin” gözükmüyor. Mütevazı ama tertemiz giyiniyor insanlar. İşportacıların bile, ütülü gömlek ve cilalı ayakkabı ile çalıştığını görmek gerçek anlamda şaşırtıcıydı.

İran’da toplumsal yaşamın sistematik olmadığını söylemek çok zor… Elbette bazı konularda keyfiliğe tanık olduk ama genel olarak işler tıkır tıkır yürüyordu. Örneğin, iki defa iç hatlar seferi yaptık. Hava alanları oldukça sistemliydi. Uçaklarda gecikme olmadı. Üstelik hava ulaşımı oldukça yaygın kullanılıyor. Restoranların lüks olanları dışında, self-servis var. Ancak karmaşa yok. Kasada siparişinizi veriyorsunuz, fişinizde bir numara yazıyor. Yerinize oturup yemeğinizin hazır olmasını bekliyorsunuz. Yemek hazır olunca, numaranız söyleniyor. Gidip alıyorsunuz yemeğinizi. Servis, Türkiye’deki kadar hızlı olmasa da Avrupa’dan iyi olduğunu söyleyebilirim. Özellikle İsfahan’da yol işaretleri ve yönlendirmeler gayet yeterliydi. İsfahan’da çoğu tabelanın altında Latin alfabesi ile yazımı da mevcut. Ancak Tahran bu konuda daha yetersiz… Arap alfabesi okuyamıyorsanız Tahran’da yol bulmakta zorlanabilirsiniz.

Toplumsal yaşama ilişkin diğer gözlemlerimden bana ilginç gelen birkaçına daha değinecek olursam, İranlıların sosyalleşme alışkanlıklarından bahsetmek isterim. Parklarda, herkesin kullanımına açık satranç masalarının olması ve bu masaların her gördüğümüzde dolu olması bizim açımızdan şaşırtıcıydı. Aynı manzara ile Belgrad’da da karşılaşmış ve imrenmiştik. Bunun dışında, İran’da kafe kültürünün olması da bize ilginç geldi. Kafeler Türkiye’dekiler gibi çok yaygın olmasa da, özellikle gençlerin kadınlı erkekli gruplar halinde hatta bazen baş başa oturup sohbet edebildikleri kafeler mevcut. Çok da keyifli kafeler bunlar. Benim en çok hoşuma gidense, İsfahan’da şimdi kurumuş olan Zayende nehrinin üzerine kurulmuş çok eski köprülerin, şimdilerde bir sosyalleşme alanı olarak kullanılması. Köprülerin alt kısımlarının akustiği iyi olduğu için, İran halkı geceleri müthiş manzara eşliğinde bu köprülerde buluşarak birlikte şarkı söylüyorlar. Bu ortak şarkı söyleme geleneğine tanık olmak bizim için gerçekten büyüleyiciydi.

Sözlerimi bitirmeden olumsuz gözlemlerimize de yer vermek isterim. Sanırım İran hakkında edindiğimiz en olumsuz izlenim trafik konusunda. Çünkü trafik kurallarına neredeyse hiç uyulmuyor. Karşıdan karşıya geçmek yayalar için tam bir kâbus. Ayrıca, özellikle Tahran’ın havası inanılmaz kirliydi. Korkunç bir petrol kokusu tüm şehri esir almış durumdaydı. Tahranlılar, nasıl yaşıyor akıl sır erdiremedik. İnternetin yaygın kullanılamaması da üzerinde durulması gereken diğer bir sorun. Bu elbette İran devlet politikası… Wi-fi olanakları oldukça kısıtlı, denilebilir ki yalnızca otellerde bu olanak mevcut (evlerdeki durum nedir bilemiyorum). Ancak buralarda da internet oldukça yavaş…

Anlatılabilecek daha onlarca şey mevcut aslında. Gidip gördükçe farklı izlenimlerle düşüncelerimin zenginleşeceğinden de eminim. Size önerim, İran’a gidin. Kendi gözlerinizle görün. Ortadoğu’nun kalbindeki bu köklü uygarlığın, güzel insanlarını kendiniz tanıyın. İran’dan korkmayın. Bu kadim komşumuza bir fırsat verin.

Bunları da sevebilirsiniz